“Yıkılmaz gibi görünse de kapalı ülke politikası kumdan kaleydi ve çocukların oyuncak kürekleriyle yavaş yavaş yıkılması mümkün olabilirdi.”
2014 yılında yayımlanan ‘‘Tokyo’nun Son Çocukları’’ eseri 2018 yılında İngilizce ’ye çevrilerek Amerika’da Uluslararası Kitap Ödülünü alır. Geçtiğimiz yıl ise ülkemizde Japon edebiyatının yetkin çevirmenlerinden H. Can Erkin’in katkıları ile Siren Yayınları tarafından yayımlandı.
Roman, küresel bir felaketin izlerini taşıyan Tokyo’da baş gösteriyor. İnsanlar bulundukları 23 semti de terk ederek daha güvenli olduğuna inandıkları kırsal kesime göçüyor. Eski Tokyo’yla karşılaştıracak olursak yeni Tokyo neredeyse çok az bir insan topluluğuyla hayata tutunmaya çalışan şehir suretine bürünüyor. Ateşli hastalıklar, mevsimsel geçişler ve verimsiz ekinler sonucu ülkede sebze meyve kıtlığı baş gösteriyor. Zamanın getirisiyle imkanlar dahilinde imkânsızlık ve iletişim çağında iletişimsizlik çağı başlıyor. Burası Tokyo! Yaşlıların sonsuza dek yaşadığı, çocukların bir türlü serpilip büyümediği bir dünya. Kitabın iki ana karakteri Mumei ve Büyükdede Yoşiro. Tokyo’nun başına gelenleri torununun çocuğuna sevgiyle bakmakta olan 100 yaşını çoktan devirmiş bir dede ve torun arasında geçen diyaloglar ile daha iyi kavrıyorsunuz.
Öyle bir zamana geri dönün ki Japonya’nın dış dünyaya kapılarını kapattığı bir geçmişi tahayyül etmeye çalışın. Bu yeni dünya düzeninde çocuklar hastalık çağında, yaşlılar ise uzun uzun yaşıyor. Gençler bir zamanlar yaşlılara bakabilecek güçte iken artık yaşlıların gençlere bakmaya başladığı yeni bir dünya sahnesi önümüze seriliyor. Mumei de bu çocuklardan biri. Sadece Mumei değil Tokyo’daki pek çok hastalıklı çocuk 15 yaşına gelmeden tekerlekli sandalyeye mahkûm yaşayabiliyor. Onlar gerçekten Tokyo’nun Son Çocukları. Tüm bu olumsuzluk atmosfer çemberinin dışında çalışamayan gençler için halk oylamasıyla seçilen “Yaşayalım Yeter Günü” ya da uzun yaşayan yaşlılar için “Ha Gayret Yaşlılar Günü” kutlamaları yapılıyor. Tezatlıklar ve tezatlıklar içinde bir dünya.
“Kendi kuşağının uzun ömürleri kutlamasının gerekli olmadığını düşünüyordu Yoşiro. Yaşamak şükran duyulacak bir şeydi, ama yaşlıların yaşaması doğal bir durum olduğuna göre kutlanması da gerekmezdi. Aksine, ölüm oranının yüksek olduğu çocuk kuşağına mensup olanlar bir gün daha hayatta kaldıkları için kutlanmalıydı.”
Zihninizde bir manzara canlanıyor. Bu manzara daha çok puslu, kimsesiz ve yoksul bir manzara. Çocuklar dilediğince koşup oynayamıyor, istedikleri meyveleri yiyemiyor yediklerinde hastalandıkları için meyveleri bile zehirli görüyorlar. Bir fotoğraf karesini ikiye böldüğünüzde sağ tarafta 100 yaşına geçmiş bir yaşlının bisiklet sürebiliyor halde oluşu ve sol tarafta birkaç adım atarken dahi yorulabilen küçük bir çocuğun gözlerinizde siyah beyaz bir siluette canlanması kaçınılmaz hal alacaktır.
“Demek eskiden kullanılan “Orta Doğu” tabirine benzer bir şekilde, “Tokyo’nun uzak-batısı” diye bir laf varmış, nereden bakılırsa bakılsın uzak ve egzotik bir hissi uyandıran garip adlandırma.”
Yoko Tawada romanda hiçbir zaman kendi ülkesine ağır yaptırımlarda bulunmaz ve yine kendi ülkesinin başına gelen en büyük felaketlerden birini açıkça dile getirmez fakat yaşanan hadiseler okurun zihninde Fukushima felaketi sonrası değişen dünya düzenini yeniden canlandırır. Çünkü Tawada öne sürdüğü problemlerle tarım alanlarının yok oluşu, sebze meyve kıtlığının baş göstermesi ve insanların şehirden uzak yerlere göçtüğünün gösterilmesi gibi birçok olumsuz faktör okuru her anlamda geçmişe götürür.
Tokyo’nun Son Çocukları, distopik bir eser olmasının yanı sıra çevresel ve küresel etkenlerin ne tür felaketlere sebebiyet doğuracağının açıkça bir kanıtı. Dil alanındaki yetersizlik, felaketin toplumun hayatına etkisi, insanların eko-sisteme karşı verdiği tepkiler ve elde kalan sözcüklerle geleceğe dair hepimize kırmızı alarmlar veriyor. Dil yaşanan dünyayı ve problemi dahi tanımlayamıyorsa, konuşurken kelime haznemiz daralıp sözcükler yetersiz kalıyorsa hayatımızda yitip giden şeylerin başını göstermez mi? Felaketler yalnızca çevresel değil ekonomik, teknolojik ve politik olarak evrenin içinde yer alıyor. Bu sebeple Tawada dilini ustalıkla kullanırken artık bir şey yapmamız gerektiği mesajını tüm dünyaya yolluyor. Geçmişten ders almazsak gelecek nasıl şekillenebilir dersini almamız gerektiğini söylüyor. Başımıza geleceğinden endişe duyup kaçtığımız ya da görmek istemediğimiz ve sadece hayal ettiğimiz bir dünyanın gerçekleriyle bizi buluşturuyor.
Değişen dünyayla birlikte değişen algılar, anlamlar, Tokyo ve Tokyo’nun Son Çocukları.