Erkeğin kaderi öfkesinden örülür, kadınınki yüreğinden. Her atımında yüreğin, bir ilmek daha geçer boğaza.
Telefonun çalan alarmı Filiz’e kalkması gerektiğini, neşeli bir dille hatırlatıyordu. Oysa yetişmesi gereken hiçbir yer yoktu.
Korkudan bütün gece gözünü kırpmadığı için zaten uyanıktı, bu yüzden, gergin sinirlerinin daha da gerilmesine neden oldu neşeli melodi. “Belirsiz bir süreliğine” işsiz kalmıştı ve süresiz alarmını kaldırmayı unuttuğu için, işe gidemeyecek olmasıyla yeniden yüzleşmişti. Çocukların en sevdiği şarkı olduğu için yüklemişti ama notalar sanki “iş-siz-sin” olarak vuruyor, melodi kulağına artık hiç de hoş gelmiyordu.
Kalktı, alarmı kaldırdı. Yarın sabah yine aynı duyguyu yaşamak istemiyordu, tabii hâlâ hayatta olursa. Kendi düşüncesinden ürperdi. Ne demek, hâlâ hayatta olursa? Olacaktı elbette, yaşamayı hak ediyordu, öyleyse yaşayacaktı.
Telefonu titreşime aldı. Dışarıdan ses duyulmamalı, evde olduğu zinhar anlaşılmamalıydı.
Salona geçti, perdenin arasından dışarıya baktı. Giriş katında oturduğu için, sokağı rahatlıkla görebiliyordu, kimsecikler yoktu. Yine de emin olamazdı. Perdeleri açmayacaktı.
Mutfağa geçip, çayı koydu. İştahı yoktu ama kötü haberi aldığından beri bir şey yemediğini hatırladı, güçlü olması lazımdı. Sabahları erken çıkmak zorunda olduğu için kahvaltı etmeye fırsat bulamazdı. Eh o halde, şöyle güzel bir kahvaltı yapayım bari, diyerek, buzdolabını açıp, kahvaltı tepsisini ve yumurtaları çıkarttı. Apartman kapısının açıldığını duyunca, doğduğu günden beri gayri ihtiyari aldığı nefesi, biçilen ömrünü, henüz daha baharındayken kullanmadan iade etmemek adına tuttu. Nefesini duyup, evde olduğunu anlayabilirdi. Bekledi. Ayak sesleri merdivene yöneldi. Gelen her kimse, yukarıya çıkıyordu, tuttuğu soluğunu yavaşça bıraktı.
Ne yapmalıydı?
Polisi araması çözüm değildi, onlar ne yapabilirdi ki? Birkaç gün arkadaşında kalsa, Sema’da mesela? Şu korona çıktığından beri, kimse kimseyle görüşmüyordu ki, kimin evinde kalabilirdi?
Yumurtalar çırpılmaktan iyice köpürmüştü. Kaç yumurta kırmıştı böyle? Evyedeki kabuklara bakılırsa altı tane! Çocuklara her sabah akıtma yaptığından sebep, ki “belirsiz bir süre” işsiz olduğu için o akıtma artık yapılamayacak olduğu halde, bu sabah kafasının dalgın olduğunu şıp diye anlayıveren işgüzar alışkanlığı, kontrolü ele almış ve çatır çatır altısını birden kırıvermişti anlaşılan. Bu kadar akıtmayı kim yiyecekti ki şimdi? Çocuklar ne yaptı acaba diye düşündü, pek severlerdi onun akıtmasını. Anneciği yapardı rahmetli, üzerine reçel sürüp, dürüm yapar, tutuşturuverirdi mahalle çocuklarının eline. Ah annem, canım annem derken, elinin tersiyle göz yaşını sildi. Giden geri gelmiyordu. İçini çekti, tamam dedi, ağlamak yok. Kızın çok güçlü annem, tasalanma sen.
Kek karıvereyim bari dedi, pencerenin pervazına koyarım kuşlar yer, ölmüşlerimin ruhuna… Yumurtalar da ziyan olmasın.
Apartman kapısı yeniden açıldı, Filiz dikkat kesildi. İçeriye biri girmişti ama ayak sesleri duyulmuyordu. Gelen her kimse, kulak kabartmış, sesleri dinliyor, apartmandaki onca sesin içinden Filiz’in sesini arıyor olmalıydı. Yüreği ağzına geldi. Parmak uçlarına basarak kapıya gitti, gözetleme deliğinden usulca baktı. Otomat söndü… söner sönmez yine yandı. Birisi kesinlikle orada bekliyor olmalıydı. Filiz’in yüreği, ağzından çıkacakmış gibi atmaya başladı. Cebindeki telefon titreşince, korkudan küçük bir ah, çıktı ağzından. O kadar küçük bir ah’tı ki bu ah, dışarıdan duyulmuş olamazdı ama yine de hemen elini ağzına kapattı, bir daha ah etmemek için. Ayak sesleri yavaş yavaş kapısına doğru geliyordu, duyulmuş muydu gerçekten o küçücük ah? Gözetleme deliğinden, başı önünde, elindeki zarfları inceleyerek yukarı çıkan Mehmet amcayı gördü. Demek apartmana girdikten sonra, posta kutusuna bakıp, gelenleri dairelerin kutusuna tek tek yerleştirdiği için oyalanmıştı Mehmet amca. Ne yapsın, düzenli olmayı severdi ve üzerine hiç vazife olmadığı halde, postaları mutlaka ait olduğu daire kutularına yerleştirir, belirli bir süre geçip de halen alınmayanları ise daire kapılarını tek tek çalıp, sahiplerine teslim ederdi.
Sakinleşmeye çalıştıysa da yüreği, olması gereken yerde değil de, ağzından sonra şimdi artık kulaklarında da atmaya başladığı için daha çok panikledi. Mutfağa geçip, masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurup, kana kana içti, kanamadı. Titreyen elleri ile bir bardak daha doldurdu, onu da bir dikişte bitirdi. Babasını hatırladı. Ormandan odun keser, onları eve taşırdı. Yolunu gözleyen Filiz, plastik güğümden doldurduğu su ile babasının yanına koşarak, minnetle bardağı uzatırdı. Babası, bir çırpıda içtiği suyun boş bardağını, sıcacık gülümsemesiyle dolu geri verirken, su gibi ömrün olsun kızım, derdi. Getirdiği kütükleri, sobanın içine atılacak büyüklükte baltayla yararken onu izlemek güven verirdi. Filiz’in babası, dünyanın bütün sorunlarını, küçültüp, yaka yaka küle dönüştürürdü. Çocukluğundan beri ateşe duyduğu hayranlık, babasına duyduğu hayranlıkla daha da harlanmış, karşılaştığı sorunlar ise kül olup, uçup, gitmişti. Keşke şimdi yanımda olsaydın babam, diye mırıldandı. Bütün sorunları birlikte yakar geçerdik. O zaman ömrüm, gerçekten su gibi olurdu…
Biraz sakinleşmişti. Telefonunu çıkardı, cevapsız aramalara baktı; Ömür Gelinlik… Bu bir işaret miydi? Ömrünün ne kadar olacağı endişesi taşırken, Ömür Gelinlik tarafından aranmış olmak? Mutfak kapısını kapatıp, cevapsız çağrıyı aradı. İkinci çalışta açıldı. Sesini alçaltarak, kendisini tanıttı Filiz, merhaba, az önce beni aradınız…
Kadıköy’den otobüsle geçerken görmüştü tabelasını, hoşuna gitmişti. Bir gün evlenirse, gelinliğini buradan alacaktı. Yaşadığı travmaları zor da olsa atlatmış, dünya iyisi Kamil ile tanışmıştı. Evlilik teklif ettiğinde, sevineceği yerde korkmuştu Filiz, ya o da Coşkun gibi olursa diye. Kamil’in gözlerinde, tıpkı babasının bakışları görünüverdiğinde inanmıştı, nihayet onun güvenebileceği bir adam olduğuna. Coşkun’un dengesizlikleri yoktu onda. Bu yaz evlenecekler ve mutlu olacaklardı. Gelinlik siparişi verilmiş, şunun şurasında, iki provacık kalmıştı. Acaba bugün provaya gelebilecek mi, diye aranmıştı az önce. Hayır gidemeyecekti. Hayatı tehlikedeydi ama Filiz evde korkuyla beklerken, yine de hayat ve tehlike sözcüklerini aynı cümle içinde geçirmemeye karar verdi.
Kararına sadık kalmayı planlasa da nerede, ne zaman gördüğünü hatırlamadığı birkaç kare hortlayıverdi belleğinde. Hani şu, hayatının baharındayken, evlenemeden öldüğünü cümle aleme anlatabilmek için zavallı kızcağızların tabutlarına serilen, gelinlikli fotoğraflar! Sıra sıra insanların saf tuttuğu, kendi cenaze namazı gözlerinin önünde kılınmaya durmuşken, o da katılan herkesle göz yaşı dökecekti ki, depremde kaybettiği ailesinden geriye pek kimsenin kalmadığını bir defa daha idrak edince, henüz akmamış ve fakat görev başında bekleyen yaşları, göz pınarlarına metanetle geri gönderdi. Hayır, özenerek seçtiği, koşa koşa provalarına gittiği gelinliğinin üzerine bir avuç toprak attırtmayacaktı Filiz ve mezara zamanından çok önce girdi diye, göklerin ağıtlar yakarak gönderdiği yağmurlar yüzünden, gelinliğinin çamurlanmasına asla izin vermeyecekti. Bu kadar karamsarlık yeterdi. Saçmalama Filiz!
Telefonu yeniden titreşti. Kamil’in adını ekranda görünce, içini kaplayan heyecan, saniyeler içinde yerini tereddüte bıraktı. Ne diyecekti ona, ne demeliydi? Başına gelen felaketi söyleyemezdi, söylese çok daha büyük bir felakete neden olurdu. Açtı, bir şey belli etmemek için çabalayarak konuştu. Daha doğrusu Kamil, şoförlüğünü yaptığı Zeliha hanımı anlattı, Filiz felaketi önlemek adına sustu. Zeliha hanım Kamil’e güveniyor, onu her daim yanında istiyordu. Bu nedenle sadece şoförü değil, aynı zamanda yakın korumasıydı. Koronaya yakalanma korkusu sardığı için artık daha da titizleniyormuş Zeliha hanım. Doktorların kullandığı plastik koruyucu elbiselerden giymeye başlamış, e, mecburen Kamil de. Başta yadırgasa da artık kendisini uzay üssünde görevli bir bilimadamı gibi hissettiğini anlattı Kamil plastik foşurtulu gülerek ve biricik nişanlısını da güldürmeyi isteyerek. Durgunluğunu şıp diye sezince Kamil, çat diye yapıştırdı cevabı Filiz; yorgunum! Bu defa telaşlandı Kamil, biricik nişanlısı yoksa korono mu olmuştu?
Yok canım, turp gibiyim, ilk defa işe gitmedim ya bugün, vücudum şaşırdı sanırım, tatil mi, o da ne demek diye, geçiştirdi, “keşke korono olsam, belki ona bile çare bulunur” diye düşünürken, Filiz.
Fırsat bulur bulmaz uğrayacağını, gelirken yiyecek bir şeyler getireceğini söyledi, Filiz’in bakıcılık yaptığı hanımın çocuklarını özlediği için durgun olduğuna hükmederken, Kamil.
Aralarında şu anda, Google mapste, kuşuçuşu onyedi kilometre olsa da, ki doğruydu, Kamil gprs’ten görüyordu, pek yakında biryastıktakocayacakları günü iple çektiklerini dile getirerek, telefonlarını kapattılar.
Telefonu kapatır kapatmaz, tıkış tıkış tıkıştırılmış çöp torbasının, tam da huysuz bir komşunun kapısı önünde, zamanlaması manidar bir şekilde, ağırlığa daha fazla dayanamayıp, patlayıvermesi gibi, saçılıverdi endişeler Filiz’in yüreğinden. Ah be Kamil’im dedi, bilsen ne kadar korkuyorum. Senin de başın belaya girmesin diye, derdimi susuyorum sana. Telefonun ekranı çoktan kararmıştı.
Filiz, oyalanmak için kek yapmaya karar verdi. Sabahtan beri tasın içinde bekleyen yumurtalar, kabarmalarının kıymeti bilinmeyip, bekletildikleri için çoktan sönüşmüştü. Zaten tavukmuyumurtadan yoksa yumurtamıtavuktan sorunsalının, acaba hangi biryerinde, sıkışıp, kaldıkları için, şahane bir çiftlikte, gezen tavuk olarak sürdürebilecekleri hayatları, bu kıytırık fakat kirası uygun 2+1 evin mutfak tezgahında nihayetlendiği için şahane bir kabarma bile mucizeyken, kabarabilmişlerse, pekâlâ Filiz’in hünerli ellerinde, bir mucize daha gerçekleşebilir ve ölmüşlerin ruhuna bir an önce kanatlandırılmak üzere, pencere önünde kuşların ziyafetine sunulabilirdi.
Telefonu yeniden titreşti. Sema arıyordu, arkadaşı. Yaşadığı tüm kötü olaylarda hep yanındaydı. Biraz dertleşmek iyi gelecekti, açtı. Sesi biraz ciddiydi, lafı dolaştırmadan konuya girdi. Filiz duyduklarına inanamadı; Coşkun ile bir görüşsen, demiş olamazdı. Kestirip attı; bunu bana nasıl söylersin, o adamın bana neler yaşattığının en yakın şahidisin!
Coşkun’un Filiz’e yaşattığı kâbusu Sema biliyordu elbette. Deli gibi aşık olarak başladıkları ilişkinin, psikolojik baskı ve şiddet nedeniyle karakollarda sürdüğünü, Filiz’in telefon ve adres değiştirmelerini, Coşkun’un her defasında onu bulmayı başardığını, ayaklarına kapanıp, Filiz’i ikna ettiğini ve haftasına kalmadan kıskançlık krizleri geçirip, boğazına bıçak dayadığını, kaçırıp, işkence yaptığını, hepsini, hepsini bilirken, şimdi nasıl oluyor da bir görüşsen, diyebiliyordu?
Filiz dün öğrenmişti Coşkun’un korona tehlikesi yüzünden tahliye olduğunu. Korkudan ne yapacağını şaşırmıştı. Kamil’e anlatamazdı, ki anlatsa mutlaka kan çıkardı. Kamil, iri kıyım vücudu ile Coşkun’u gebertiverse, katil olurdu, Kamil’e yazık. Coşkun, tüm sıskalığı ile sinsice, Kamil’i arkadan bıçaklayıverse yine Kamil’e yazık olurdu. Her iki halde de hep Kamil’e yazık olurdu. “Belirsiz bir süreliğine” işe de gidemeyeceği için, evde saklanmak zorunda kalmıştı. Halbuki, rahatlıkla Handan hanımda yatılı da kalabiliyordu koronodan önce.
Bir ihtimal, küçük bir ihtimal dahi olsa, Coşkun’un bu defa peşini bırakacağını düşünmek istiyordu. Hapishanede geçirdiği iki yıl içinde kendisine yaptıklarının sevgi gösterisi değil, eziyet olduğunu anlamış olmalıydı. Tam bunları düşünürken, Sema onu ikna edecek cümleyi kurdu; Filiz, dedi, Coşkun çok değişmiş, içeride psikolojik tedavi görmüş, şimdi karşımda, görsen, süklüm püklüm oturuyor, çok pişman, senden af dileyip, helallik almak istiyor. Filiz bir süre sessiz kaldı, mümkün müydü? Huylu huyundan vazgeçmez derler ama tedavi? İki yıl… iki yılda insan değişilebilir. Tamam dedi Filiz, söyle ona affettim, artık karşıma çıkmasın, yeni bir hayat kurdum kendime! Zaten söylemiş ama ille görmem gerek diyormuş, geceleri kabuslar görüyor, vicdan azabı çekiyormuş.
Lütfen Filiz, çocuk çok kötü durumda, bir görüşseniz?
Erkeğin kaderi öfkesinden örülür, kadınınki yüreğinden. Her atımında yüreğin, bir ilmek daha geçer boğazına.
Tamam dedi…
Sonra neler oldu bilinmez, kuşlar gördü sadece. Çok çırpındılar, pencereyi gagaladılar fakat olanla ölene, çare olamadılar.
Kamil telefonlarına yanıt alamayınca eve geldi, kapı aralıktı, girdi. Filiz’i yerde buldu, kanlar içinde, yanıbaşında onlarca ah ile. Kucakladığı gibi hastahaneye götürdü.
Polis kayıtlarına faili meçhul olarak girdi Filiz. Bir de not düşülmüştü rapora, Filiz’in, kendisini dokuz yerinden bıçaklayanı tanıdığına ilişkin, “Kapıda herhangi bir zorlamaya rastlanmamış olup, ayrıca kek ve çay ikram edilmiş.”den sebep…
Ertesi sabah gün başlarken, başkalarının alarmı çaldı, Filiz’in ah’ları, kuşların kanatlarına takılı kaldı.
Kamil’e yazık, Filiz’e çok yazık oldu…