Hatice Tarkan Doğanay ismini okurlar öykü türündeki eserleriyle hatırlayacaktır. “Umay Ana” adlı öyküsüyle 2017 Kayseri Emir Kalkan Hikâye Yarışması’nda mansiyon alan Doğanay, 2018 Mart’ında Kalbim Kafesim adıyla ilk öykü kitabını yayımlamıştı. Öyküleri yanında yayımladığı şiirleriyle de dikkat çeken edebiyatçı, nihayet şiirlerini kitaplaştırdı ve Dut Ağacı adlı ilk şiir kitabı 2019 Nisan’ında Klaros Yayınları etiketiyle okurla buluştu.
Dut Ağacı’nın en belirgin yönü genelde uzun şiirlerden oluşması. Bir metnin uzunluğu ve kısalığı elbette sorgulanabilir ama şiir söz konusuysa uzunluk ve kısalık konusunda elimizde nesnel bir ölçüt yoktur. Üstelik bu şekilde bir bakış açısıyla eserlere bakıldığında metinler sadece hacim bakımından değerlendirilmekte ve metnin niceliğiyle ilgili hiçbir çıkarımda bulunulmamaktadır. Bununla birlikte şiirimizin gelişimi göz önünde tutulduğunda öne çıkan şiirlerin çoğunun yaklaşık bir kitap sayfası hacminde olduğu görülür. Buna karşın özellikle son elli yılda destanlar dışında da uzun şiirler yazan şairlerimiz olmuştur. Yakın dönemde Şükrü Erbaş’ın, Ülkü Tamer’in bu tarz uzun şiirleri olduğunu görürüz. Hatice Tarkan Doğanay da Dut Ağacı’nda şiirlerin hacmini uzun tutmuştur. Kitap Elif, Yılkı Atı, Tarçın Etkisi, Eşeysiz Çoğalma ve Gül ve Kül adlı beş şiirden oluşmaktadır. Bu da şairin uzun şiirler yazmayı sevdiğini, kendini bu şekilde ifade ettiğini ortaya koyar.
Uzun şiir yazmak zaman zaman anlatımcı bir poetikayı benimsemeyi de baraberinde getirir doğal olarak. Şairin özellikle “Gül ve Kül” şiiri baştan sona anlatımcı bir şiir olarak kurgulanmıştır. Hatta bu şiirin şiirden çok öyküye yaslandığını, eski halk anlatmalarının olanaklarından yararlandığını belirtmek gerekir. Bu şiirde bir halk hikâyesi etkisi açıkça sezilmektedir. Bu etkiyi elbette şairin edebi yaşamındaki öykücü kimliğiyle de bağdaştırmak mümkün.
Dut Ağacı’ndaki şiirler içerik olarak incelendiğinde şiirlerin iki ana izlek etrafında şekillendiğini görürüz. Mistik-metafizik imgelerle pastoral imgelerin bir arada, genellikle birbirini bütünleyerek var olduğu şiirlerdir bunlar. Doğanay, bir yandan ruhtan başlayarak yaratılış sürecinin derinliğine inerken bir yandan da taşranın pastoral manzarası içinde kadın ve çocuk gerçekliğini ele almaktadır.
Dut Ağacı’nda yer alan şiirlerde insanın yaratılış ve ölüm süreci farklı boyutlarıyla ele alınır. Ancak bu yaklaşım kronolojik olmaktan çok izlenimsel imgelerle kendini açığa çıkarır. Söz gelimi “Elif” şiirinde “elif sesiyle / elif diye döndüm / yaşamın içinden elif geçirmeye ant içtim” dizeleri kâinatın yaratılışına göndermeler içerir. Kâinat, kat kat üstüne dönen feleklerden meydana gelir İslam kozmogonisinde. Yine “Elif” şiirinde bir kadının dünyaya gelişi “Kalubela”ya kadar bağlanır. Kalubela, ruhların yaratıldıktan sonra toplandığı ve Allah’a itaat edeceklerine dair söz verdikleri bir ânın ismidir. Bu olaya tasavvufta da çok sayıda atıf yapılır. Yaratıcısına sadakat yemini eden bu ruhlar ne olmuştur da ona karşı gelmeye başlamışlar, bir ceza olarak yeryüzüne indirilmişlerdir? Kutsal metinler bu sorulara cevap arar. Şiirde ise Kalubulela’ya yapılan gönderme yaratım sürecinin değişik yorumlarıyla devam eder. Doğum Tanrı’nın armağanı olarak görülürken bunun aynı zamanda kâinatın anahtarı olduğu dillendirilir. Bu armağan kâinatı anlamaya dönük çabayı kolaylaştıracak bir anahtara dönüşür. Aynı şiir içinde Hacerülesvet’ten Mührüsüleyman’a, Hititlerin kutsal şehri Nerik’ten Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i ikiye yarmasına kadar çok sayıda kutsal olgu ve olaya atıf yapılır. Bu atıflar kronolojik bir kurgu içinde verilmek yerine izlenimler halinde şiiri içine yayılmıştır. Böylece yaratılış, doğum ve varoluşun karmaşık doğası anlam yönünden de tamamlanmış olur.
İnsan yaratılışıyla ilgili semavi dinlerin anlattığı en önemli olay ilk insanın balçıktan yaratılmış olmasıdır. Doğanay, “Elif” şiirinde bu hadiseye atıfla “belki hamurum kırımızı topraktan karılmıştır” der ve devam eder: “kendi bahçemizin çamurundan yaratıldım” Fakat yaratılış süreci öyle kolay değildir. Daima çalkantılı ve beklenmedik bir şekilde gerçekleşir:
“çırpındıkça kendi çamuruna batar
ve kendine çürür yine!”
İnsan canlılığının en önemli göstergesi kandır. Tarih boyunca türlü ritüellerin öznesi ve amacı olan kan şiirde kendine yer bulur:
“tanrının bize olan tutkulu gülüşü
Sulu
ve kırmızı”
“Yılkı Atı” şiirinde ise şair ölüm etrafında döner. Yaşamın zıddı olarak değil, bir parçası ve doğal sonucu olarak ele alır ölümü. Ölüm korkulan bir olay değil insan doğumunun, yaşayışının ve sonunun bir parçasıdır. Fakat acı verir. Bu geri dönülmez yol birçok pişmanlığı havada bırakacaktır. Şiir içinde farklı yerlerden alınan şu dizeler şairin ölümü ele alış biçimini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir:
“…ölümün ucundan tuttuğum ellerimde büyüdüm bir anda”
“…tabutuna kardeş bir tabut yatırdım”
“…ey nefesi ölüm kokan…”
“…ölümün de annesisin”
Doğumdan ölüme insana bir rota çizen şair “Tarçın Etkisi” şiirinde bu kez yeniden yaratılışı, varoluşu, yeniden doğuşu ele alır. Yaşam şüphesiz sonlu bir koşudur ancak ölüm mutlak bir son ve sessizlik değil yeni bir yaşama açılan, insanı farklı bir şekilde var eden bir başlangıçtır:
“toprak olup yeniden yeşereyim bahçende”
Doğa kimi zaman çocukluk ve gençlik çağında özlemle çıkar okurun karşısına. Geçmişin yükünü taşıyan bir imgeye dönüşür doğa manzaralarının açıklığı. Bir yandan da insanoğlunun hırsına yenik düşen bir doğayı sahiplenme ve koruma anlamında imge evreninin genişletildiği görülür. “Elif” şiirinde bu paradigma değişikliğine karşın hatıralara dört elle sarılır.
“sen doğduğun zaman
bahçemizdeki kavakların yeşil hışırtısı
Çoktan testere seslerinin gölgesi altında kalmıştı”
“Yılkı Atı” şiirinin temelinde Anadolu’da vahşi atların insan tabiatını besleyen, kalbi ve ruhu terbiye eden yönünden yararlanma yatmaktadır. Bu şiirde hayat yolculuğunun uzun ritmi, yaşama telaşının yansımaları ve ölümü deneyimlemenin yaşattığı bunalımı bir arada hisseder okuyucu.
“mezarlığa mahmuzlanan bir yılkı atı gibiyiz” ( s. 27)
“…yelemi dörtnala savurup / içebilirdim ölümün sendeki diğer eşini” (s. 28)
“dört omuz üstünde girdiğin bahçeye
bir akşamüstü
rehavetinde serdiler esmer tenini servilerin dibine” (s. 34)
Hatice Tarkan Doğanay’ın Dut Ağacı’ndaki şiirlerine genel olarak bakıldığında hayata ve insana dair derinlikli bir bakışın yansımaları görülür. Uzun şiirler yazmayı seven Doğanay, bu şiirlere hareket katmak için yer yer öykümsü bir anlatımı tercih etmektedir. Böylece okurun şiirden kopmasını engellediği gibi izleğin metin sonuna kadar takip edilmesini de kolaylaştırmaktadır. Bu türden teknik çözümlerin yanında onun şiirlerinin en önemli yanı insan gerçeğinde yakaladığı ayrıntılardır. Bir öykücü titizliğiyle hayattan ayrıntı devşiren şair, topladıklarını şiirin ritmine ve duyarlığına uygun şekilde işlemiştir.