“Tek kişi ile saklambaç oynamak, bulunmama riskini göze almaktı.”
Osmangazi Belediyesi tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Yarışması 2021 yılında roman dalında gerçekleşmiştir. Kambur isimli eseriyle Esra Kahya ödüle layık görülür. Eser, yazarın ilk romanı olmasına rağmen oldukça başarılıdır.
Bir genç kızın intiharıyla –ölmeye yatmasıyla- başlayan olaylar ölenin kurtuluşu kalanların yeni kamburlarla hayata devam edişini konu alıyor. Her insan dünyaya kamburuyla doğar; kimi kamburunu sırtında taşır, kimi boğazında bir yumru gibi senelerce saklar, kimi kamburu görülmesin diye pahalı giysilerle üstünü örter. Acibe’nin kamburu anne karnında başlamıştır. Yasak bir aşkın yüküyle doğmuştur. Bu aşkın günahı kamburuna yük olarak eklenir. Otuz beş senenin sonunda kamburundan ve dünyanın ağrısından kurtulur Acibe. Tek kişi olarak oynadığı saklambacın sonunda herkesi sobeleyerek huzur ve zafer içinde ayrılır bu dünyadan. Romanda “kambur” Acibe’nin isminin önüne gelen bir sıfat olmasıyla, Acibe’yi gölge bir karakter haline getirir. Kambur sadece fiziksel bir çıkıntı değil, başta Acibe olmak üzere tüm ailenin psikolojik olarak taşıdığı yüktür. Meskur Bey için aldatılmış olmak, Nazenin için korku, Müsemma Hanım içinse giden sevgilidir.
İlk kırılma Acibe’nin intiharıyla yaşanır. İkinci kırılma ise Acibe’nin öldüğü gün yıllar önce terk ettiği eve dönen ablası Nazenin’in Acibe’nin odasında bulduğu günlüğü ve mektupları okumaya başlamasıyla gerçekleşir. Günlük ve mektuplar Nazenin’in yıllarca kendine sorduğu soruların cevabını barındırır. Nazenin sevgisizlik ve ilgisizlik kokan bu evden ardında alkolik bir baba, kambur bir kardeş ve ilgisiz bir anne bırakır, döndüğünde ise hayatı boyunca düşündüğü soruların cevabını bulur. Acibe ölmeden önce tüm sorularının yanıtını bulmuş ve ona bırakmıştır. Soruların yanıtı Müsemma Hanım’ın mektuplarında ve günlüğünde saklıdır.
“Aynı soyadını taşımak, aile olmak demek değildi. Ve bir insanı öldürmek için ille de silah gerekmezdi. Gizlenen her sır, söylenen her yalan ve bizden esirgenen sevgi de birer suç aletiydi”. (s.37) Nazenin’in sevgisizlik kokan evi terk etmesi akvaryumu terk etmesi olarak düşünülebilir. Onun için sevgisizlik kokan bu ev yuva değildir. Yuva anne, baba ve çocukların içinde huzurla yaşadığı yerdir, evler annenin sevgisi, babanın ilgisiyle yuva haline gelir. Bu yüzden Nazeninlerin evi ancak bir akvaryumdur. İnsanların birbirlerine mahkûmiyetini de temsil eder akvaryum. Denizde özgürce hareket eden canlılar akvaryumda aynı özgürlüğü bulamazlar. Kaçmak istediklerinde cama çarparlar. Nazenin her türlü zorluğu göze alarak bu konfor alanından açık denize doğru yol alır. Geriye kalanlar bu konforlu alanda birbirlerinden nefret ederek yaşarlar. Evin içindeki her sır ise akvaryuma atılan fazla yemdir. Nazenin açık denizlere özgürce yol alırken Acibe ebediyen bu akvaryumda her gün biraz daha zehirlenir.
Etrafındaki insanların güzelliği onu daha da görünmez kılar. Annesi, Nazenin ve Faruk Nafiz onun gözünde kusursuz güzelliktedir. Mensur Bey’in Nazenin’e yazdığı şiirlerde saçlarına kuşlar konar. Acibeye yazdığı şiirler lirizmden uzak, didaktik şiirlerdir. Faruk Nafiz’i kendine layık görmez, âşık olduğu adama pencerenin ardından tek mülkü olan kelimelerle sever. “Senin güzelliğin yere göğe sığmazken benim şekilsizliğimi bir vesikayla beyan ettiler”. (s.68)
Romanda dikkat çeken bir özellikte kişilerin isimlerinin psikolojileri ve yaşamlarıyla olan bağlantısıdır. Ustaca kurgulanmış isimler insanı farklı bir sorgulamaya götürüyor. İnsan kendi isminin anlamında hapsolur mu? O doğmadan vefat eden babaannesinden miras kalan isimle doğan; Acibe, sarhoş olan anlamında; Meskur, nazik; Nazenin. Şair Turgut (belki Uyar), Komşularının oğulları; kaptan Faruk Nafiz ve edebiyatla ilgilenen genç Rıfat Ilgaz.
Esra Kahya romanda Tanpınar’ın eserlerinde önemli bir yer tutan; zaman, hayal ve koku gibi bazı anahtar kelimeleri kullanmış. Acibe, Tanpınar’ın mutsuz, “zamanın bir yerinde sıkışıp kalmış”, görünmez, hayat karşısında yenilmiş roman kahramanlarına çok benzemektedir. Zaman açısından baktığımızda olaylar; “Yekpâre, geniş bir ânın, Parçalanmaz akışında” geçmektedir. Olaylar, Acibe’nin intihar ettiği an ile defnedileceği zaman arasında yani yirmi dört saatte gerçekleşir. Tanpınar’ın, Huzur ve Aydaki Kadın romanlarına baktığımızda da olaylar, James Joyce’un Ulysses romanındaki gibi yirmi dört saatte geçmektedir. Sonuç olarak Esra Kahya, Tanpınar’ın roman dünyasını ve felsefeni iyi tanıyan bir okur-yazar olarak bu ödülü sonuna kadar hak etmiştir.
Eserin sonundaki “Son (değil)” yazısı yoksa Müsemma ve Turgut’un hikâyesi devam mı edecek, Nazenin annesine kavuşacak mı sorularıyla bitiyor roman.