Benliğimin oluşmasında çok önemli yeri olan biri tarafından yazılan bir kitap geçti elime, bağlarımın çok eskiye dayandığı biri, sevgili Kutay hocam. Hiç şaşırmadım kitabı gördüğümde, o güzel sohbetlerinin arkasında yazıya dökülmeye hazır yığınla şey olduğu ta o zamanlar tahmin edilebilirdi. Bu kitap, beni derinden etkileyip, unutulmaya yüz tutmuş birçok şeyi gün yüzüne çıkarıp tam karşıma koydu. O bizleri yazmıştı, büyümeye çalışan kız çocuklarını, biri de onu yazarak sonsuz kılmalıydı, tıpkı onun yaptığı gibi.
Kutay hocamız olmasa yıllarımızı içine hapsettiğimiz o yurtta ne yapardık? Bu soruyu sonradan çok sordum kendime. Devlet yurdunda yaşamayan, özellikle ortaokul gibi bir dönemde, orada hissedilen çaresizliği, karamsarlığı kapana sıkılmışlığı bilemez. Geceleri midede kol gezen açlık, sabahları yemekhanedeki o haşlanmış yumurta kokusu, demir bardaklardaki ağız yakan çay, parmakları acıtan çarşaf düzeltme savaşı… Daha birçok şey sayabilirim fakat en kötüsü kişiliğin oluştuğu bu dönemde yüzlerce insanın içinde yalnız olmak. O yaşlardaki kırılganlığı, sorgulayışı anlayan birileriyle konuşmaya kimin ihtiyacı yoktu ki?
İşte o, tam da bu noktada bizim şansımızdı, arkadaş gibi sohbet edebildiğimiz, güvendiğimiz biriydi. Koskoca yurtta onu sevmeyen, yaptıklarından hoşlanmayan bir kişi dahi yoktu. Derslerde gitar çalıp şarkılar söyleyen, türlü hikâyelerle bizleri heyecanlandıran, bizlere hafta sonları filmler izleten ki bunun için yemekhaneyi baştan aşağı değiştirmesi gerekirdi, yani bizlere müthiş emek harcayan bir öğretmendi. Derslerine koşarak gittiğimiz bu öğretmen, kulağa biraz garip gelse de, fizik gibi biraz ciddi bir dersin öğretmeniydi, biz fiziğe de ona da hayrandık. Onunla zaman geçirmek için her fırsatı kollar, hafta sonları yurtta belletmen öğretmen olması için ne dualar ederdik.
Böyle bir öğretmene sahip olduğumuz için çok şanslıydık elbette fakat şans bir yere kadar bizimleydi. Okulun ve yurdun bu aydınlık yüzünün yanında kapkara bir tarafı da vardı, güzel şeylerden rahatsız olan insanlar, daima iyilikleri baltalayan birileri olmuyor mu zaten.
Kutay hocamızın bizimle konuşup bu denli ilgilenmesinin gereksiz bir yakınlık olduğunu düşünen, daha doğrusu bu ilginin arkasında yanlış bir şeyler arayan birileri vardı. Onu sürekli kötülemeye çalışıp, onun iyi niyetli olmadığını düşünmemize yol açmak için uğraşırlardı. Yanlış düşüncelere sevk etmeye çalıştığı asıl hedef bizler değildik elbette. Ellerine ne geçecekti ki, sadece kötülük merakı olabilir miydi bütün bunlar? İnsanlar sırf kendileri gibi davranmıyor, kendileri gibi düşünmüyor diye birini böyle kolayca kötü ilan edip vicdanen rahatsız olmayabilir miydi? Bu soruya verecek yanıtı hâlâ bulamıyorum.
“ Kutay hocam, bahçede öğrencilerinizden birileriyle baş başa dolaşırken ne konuştuğunuzu merak ediyorum doğrusu.”
Onlara göre yatacak sıcak bir yer, verilen üç öğün yemekten başka neye ihtiyacımız vardı, konuşmaya, anlaşılmaya, kafamızda oluşan karmaşık sorulara cevap bulmaya ihtiyacımız olabilir miydi? Eminim bunlar akıllarına dahi gelmemiştir. Bizler sadece öğrenmek istiyorduk, o yurdun dışında, etrafımızı saran o ağaçların ötesinde, bir yaşam olduğunu bilmek, hissetmek istiyorduk. Öğrencileri insan olarak görmeyi başaramayan, öğretmenlerimize, kız ya da erkek, fark etmeksizin derin hayranlıklar duyduğumuz bu dönemi anlayabilecek zihniyette olmayan ya da olmak istemeyenlerle derin savaşlar verdik. Daha çok Kutay hocamız verdi bu savaşı.
“Yahu hocam bu izlettiğiniz filmler çocukların ahlakını bozmasın, şöyle dini şeyler izletseniz daha iyi olmaz mı, zaten garip garip kitaplar verip okutuyormuşsunuz çocuklara…”
Garip kitaplardan kasıt dünya klasikleri, esaslı silahlarımız.
Çok büyük bir yangın karşısında ağzında su taşıyarak yangını söndürmeye çalışan bir karınca… Bize anlattığı ilk öyküydü bu. İzlettiği filmler, anlattığı öyküler hep mücadeleyi, anlatıyordu. Bir şeyler kafamızda iyice şekillenmeye başlamıştı mücadele etmemiz gerektiğini öğrenebilmiştik fakat nasıl mücadele edilir bilmiyorduk. Artık her şeyi kendi başımıza halletmemiz gerekiyordu, çünkü bir mayıs gecesi Kayıp Balık Nemo ile veda etti bize, filmi özenle seçtiği aşikârdı. O yemekhanede izlenen son filmdi bu.
Onun gitmesi demek bu savaşı kaybettiğimiz anlamına gelmiyordu elbette, attığı tohumlar ruhlarımızda çoktan yer bulmuş, çatlamaya hazırlanıyordu. Bir insana bırakılacak en güzel mirası bırakmıştı bizlere, kitapları. Onun sustuğu yerden kitaplar devam edecekti sonsuza kadar. Kitapları susturmaya hangi kötülüğün gücü yeter ki?
7-C sınıfından bir çalıkuşu yavrusu
Ne güzel bir metin olmuş. Ellerine, emeğine sağlık. Bir öğretmen bazen bir omza, bir başa dokunur “yanındayım” der; gülümser, cesaret verir ruha dokunur; bir kitap verir, bir film izletir hayata dokunur. Bir öğrenci yıllar sonra karşına çıkar ve güzel bir metinle bir ömre dokunur. Edebiyat yolunda başarılarının devamını dilerim. Tebrikler…