Bir yenilginin ateşlediği uzun kuyruklu fitili andırıyordu, gözlerinde amansızca soluyan cinsi belirsiz canlı. Göz bebekleri bir saniyede sayısız turlarla kolaçan halindeydi etrafı ve eğreti bir biçimde oturduğu merdivenin bir basamağında sol ayağına, bir diğer basamağındaysa sağ ayağına yer yaparak tüm gerginliğinin hıncını hızlı hızlı salladığı bacağından alıyordu.
İnsan, en çok beklerken bölünüyor. Umduğuyla karşılaşamama fikrinin verdiği belirsizliğin bölünmüşlüğüyle; sayısız, karmaşık, dolambaçlı…
Karşıdan bir elinde kahverengi evrak çantası ve üzerinde son derece modern kesimli siyah bir takım elbiseyle beliren uzun boylu yeni patron adayını gören Osman, eski mesleğinin de vermiş olduğu ciddiyetle tek hamlede ayağa fırladı ve konuşlandığı merdivenden tamamen inerek esas duruşta selam almak için yüzüne sahte bir gülümseme takındı. Önemsendiği zamanlardan gelen alışkanlıkla iş görüşmesini yapacağı kişinin kendisini fark edip selamlayacağını sanmasıyla kendinden emin bir halde göğsünü temiz havayla şişirip omuzlarını gerdi ve tam öne eğilip selam alacağını düşünürken, yaklaşan patron adayı güneş gözlüğünü dahi çıkarmadan önünden geçiverdi. Yüzündeki bozguna uğramış ifadeyi nereye saklayacağını bilemedi, yüzünü saran puslu havanın içerinin havasını da değiştirdiğini düşündü.
İnsan, beklentileri karşılanmadığında hırçınlaşıyor en fazla. Evcil ve son derece uysal bir ev kedisiyken saldırgan bir aslana dönüşebiliyor sırf bu sebepten.
Üst kattaki ofisten çağrılan Osman, yüzündeki pusu bir çırpıda silip merdivenleri üçer beşer ve yine son derece kendinden emin rolüyle çıkıverdi çabucak. Seri bir biçimde ayaklarını birleştirip kafa selamı verdikten sonra içeri girmesi, görüşmeyi yapacak ekip tarafından şaşkınlığın vermiş olduğu müstehzi bir gülüşle karşılandı. İş yeri sahibi:
- Demek bizimle çalışmak istiyorsun! Daha önce bu ve benzeri bir iş yaptın mı?
- Hayır, yapmadım ama yapabileceğimden şüpheniz olmasın.
- Hangi işlerde çalıştın peki bundan önce?
- Subaydım efendim, bazı talihsizlikler sonucu mesleğimden edildim.
- Yani atıldın?
- Hakkımı yediler diyelim.
- Malum süreçten anladığım kadarıyla… Şimdi açık konuşmak gerekirse Halit ağabeyin ısrarı olmasa bu suçtan yargılanan biriyle değil çalışmak mülakata bile çağırmazdım. Anlıyorsun değil mi? Hatır gönül uğruna deneyeceğiz ama en küçük sorununda yolları ayırırız, başımı ağrıtamam seninle, hele ki mahkemelerin devam ederken. Subaylıktan ihraç edilmiş adamsın, insanlara çay kahve sunmak zoruna gitmeyecek mi?
Dokunulsa ağlayacak kıvama gelen Osman, yüzündeki kırmızılığı daha fazla saklayamayıp titrek ve renksiz bir sesle:
- Şu an iş seçecek durumda değilim efendim, benim için fark etmez.
- İyi madem, başımı ağrıtmadıktan sonra benim işime gelir. Hadi geç bakalım sana çalışırken giyeceğin kıyafetleri versinler de görelim bakalım neler yapabileceğini. Unutma bak, Halit ağabeyin hatırına buradasın, yoksa ben devlet tarafından mimlenmiş adama selam bile vermem!
İnsan, galip gelemediği her savaşın mezarlığını yaratıyor bedeninde. Günbegün yükselen anıt mezarlardan şaşaalı bir hüznün yuvasını kuruyor usulca.
Eline hızla tutuşturulan tepsinin üzerindeki sıcak çayların buharıyla hissedebildi, az önce yaşananlardan mutfağa dek uzanan bu debdebeli seyahatin etkisini. Oldubittiye geldiğini düşünürken bir yandan, diğer yandan da aylardır süren işsizliğinin asık suratıyla artık baş başa kalmayacağı fikrinin verdiği hazla tek eliyle kavradığı tepsiyi alıp çay bardaklarına odaklanarak ilerlemeye başladı. Daha önce kendi evinde kimileri için önem arz etmeyen bu küçük eylemi defalarca yapmasına karşın üzerine bu denli yoğunlaşmadığından rahatça yapabilirliğinin aksine çayı az da olsa döke saça masaya götürdü.
Hırslarıyla burun buruna yaşayan Osman için, içi dolu çay bardağını dökerek taşımak kafasında büyüttüğü mayası hırstan binlerce Osman’a küçük düşmekti, onların dalga konusu olmaktı. Çok da nazik olmayan bir tavırla bardakları masaya bırakır bırakmaz teşekkür etmeyen müşterilere duyduğu öfkeyi de bünyesine dâhil edip mutfağa doğru yol aldı. Daha ilk sunumunun ardından zihnine huzur vermeyen Osman, ellerini mutfak tezgâhına dayayıp askerî eğitimlerden öğrendiği doğru nefes alma egzersizlerini yapıp belli belirsiz ses tonuyla sayı saymaya başladı. Geldiği andan beri yaptığı tuhaf hareketlerine bir yenisini eklediğini düşünen iş arkadaşları yine bıyık altından gülüşmeye başladılar bu nefes alımları ve sayımlar karşısında. Kendisiyle bir türlü ateşkes ilan edemeyen bu adam, etrafında olup bitenlere kör ve sağırdı ya da bunu tercih ediyordu.
Bir bilinmezden hiç bilinmeze giden her insan, aynadaki yansımasına hasım kesilebiliyor; konumunu, sosyal kimliğini, benliğini ve benliğinde oluşturduğu binlerce gölge kişiyi reddetmekten imtina etmiyor.
Henüz sakinleşemeden servis tepsisi yeniden doldu Osman’ın, sıra kahvelerdeydi ve rüştünü ispat etmesi için kahvelerin köpüğüne zeval getirmeden fincanlarla dolu tepsiyi taşıyabilmeliydi. Yine aynı eğreti senkronizeyle masaya gelmesine ramak kala fincanların içindeki kahveleri tabaklarına dökerek oluşan köpük kompozisyonunu yerle yeksan etmeyi başardı. Masada oturan ellilerindeki kadın Osman’ın suratında oluşan sert geçişli renk skalasını fark etmiş olacak ki ‘kısmetim taştı galiba’ deyip göz kırparak Osman’ı rahatlatmaya çalıştı.
- İlk iş günün sanırım genç adam
- Şey… Evet, aslında… Daha önce de yapmışlığım var ama…
- Olur öyle, biz görmedik patronun da görmedi, sorun yok değil mi?
- Yok efendim, teşekkür ederim. Afiyet olsun.
Bazı şeylerin yokluğu ya da eksikliği güzelken insan bedenine kamp kurmuş gem vurulamaz birtakım duyguların şahlanmasıyla şirazesinden kayıyor bu yarım kalmışlık hissiyatının bütüncül mutluluğu. Önlenemeyen başarma dürtüsü merhamet besleyen bakışlar karşısında yumuşamıyor, aksine hisleri kamçılayan bu dürtü önüne gelen tüm çok boyutlu güzellikleri tekdüze bir biçimde iç edebiliyor.
Masalara göz gezdiren Osman, konuşulanlara kulak misafirliği etmeye çalışırken bir yandan da boşalan çay bardaklarıyla kahve fincanlarını saydı hem başını sallayarak hem de dudaklarını kıpırdatarak. Çalışma arkadaşlarının bu hareketleriyle de dalga geçtiklerini düşünüp onları, kendisinden aşağıda gördüğünü belli eden bir göz hareketiyle kendi nazarında bunca büyüttüğü eğitimsizlik durumuna bağladı yaptıklarını düşündüğü şeyi. Kibri o kadar ele almıştı ki Osman’ı, kendisinin de bir fakülte mezunu olmadığı aklının ucundan geçmedi. Son verildiği görevine de şaibeli bir biçimde atandığını, hakkına saldırdığı onca insanı, en dipten en yükseğe güç sarf etmeksizin çıkışını tahayyül edemedi bu kıyım esnasında. Bir diğer masada öğle yemeği sonrası kahvelerini içen doktorlara gözünün değmesiyle kendisinin de o masaya ait olduğunu düşünüp yerini yadırgayan bir iç çekişle bulunduğu alandaki tüm oksijeni ciğerlerine vakumladı.
İnsan, elde edemediğinin delisi oluyordu en çok; hep daha fazlasını isteyecek kadar obur, iştahlı, bir o kadar hazımsız…
İçeri giren üniformalı bir ordu mensubuna gözü değen Osman, aniden duraksayıp gözlerini uzunca bir süre kırpmadan elindeki tepsiyi kasanın da bulunduğu uzun ve yüksek bar bölümüne indirdikten sonra, ordu çalışanını göz hapsinde tutarak sağ eline aldığı cam bardağı tek hamlede tuzla buz etti. Bu hareketin ardından çığlık atan birkaç kişinin sesiyle aşağı inen patronu Osman’ın üzerindeki önlüğü bir çırpıda alarak:
‘Seni işe almakla hata ettiğimi biliyordum, derhal terk et burayı!’ diyerek işaret parmağıyla kapıyı gösterdi. İnatla akıtmayıp göz çukurlarında biriktirdiği gözyaşlarını da alarak ritmini bozmadığı uygun adımlarla gözden kayboldu Osman.
Tutkularını hırsa çevirmekle kalmayıp nefretinin gölgesinde soluklanan insanın, bir süre sonra bu yükü kaldıramayıp yine aynı gölgede –günsüz, güneşsiz- durumun ağırlığıyla solması kaçınılmaz oluyordu.
***
- Şimdi, kısa bir süre sonra gözleriniz açılacak ve uyuma ihtiyacı hissetmeyeceksiniz Osman Bey, 3’ten geriye doğru saydığımda yavaşça açabilirsiniz gözlerinizi…
Üç,
İki,
Bir…
Nasıl hissediyorsunuz?
- Elim… Avcumun içi karıncalanıyor.
- Ne zaman isterseniz konuşabiliriz, ihtiyaç duyduğunuz anda…
- Teşekkür ederim fakat kafam… Kafamın içi allak bullak… Kalksam iyi olacak sanırım…