“Her şey yüktür
Sözcüklerden başka yükü olmayana”
Bu dizeleri özellikle vurgulanmaya değer olan Şeref Bilsel’in Kâğıdın Ölümü adlı şiir kitabı Şubat 2023’de okuyucuyla buluştu. Kitap, Okur İçin Güzergâh — Öfkeli Şiirler — Keramos Göğü Altında Sekiz Parça adında üç bölümden oluşuyor. Başta belirtilen vurgulanmaya değer dizelerde “kâğıdı” var edenlerin sözcüklerle haşır neşir olanlar olduğuna yaptığı göndermeyle dikkat çekici. Sözcükleri kabul eden ve onları kendi dünyasında belirli yerlere yerleştirmiş herkese üstü kapalı da olsa bir seslenme içeren bu dizeler belki de tespit yapmaktan çok bir sonucu vurguladığından iyi yazılmış. Diğer bir yandan “sözcüklerden başka yükü olmayanlar” diye bahsettiği insanların benlik ve toplum bilincine dair de bir yorum yaptığı söylenebilir.
Şiirler okuması açısından sabit bir tempoda ilerliyor.
İlk kısım şairin okura, okuruna seslenişini içeriyor. Hemen ardından gelen ve kitaba da adını veren ikinci şiir okurun nezdinde insanın edebi ve beşeri hafızasıyla kâğıt arasındaki bir bağı özetlemek açısından önemli. Okuduklarımızın yalnızca basit sayfalardan oluştuğunu ama içeriğin ve edebi eserin hafızamıza nakşedilen o yapısı düşündüğümüzde ise bambaşka bir hal alıyor. Okunduğunda unutulmayan her parça şiirin ve düzyazının da bunda hakkı vardır. Hafıza kendini kâğıtlarda yaşatmasa da, hepimizin sahip olduğu müşterek bir bilince açılıyor.
“Çalışıyor kalem
Onu dilsizliğimiz söyletiyor” (s. 21)
Şiirlerde güçlü bir “hatıra” ve “hafıza” teması olduğunu ilk satırdan sonra satıra değin hissedebiliyoruz. Kitap adı tercihi de bir hayli yerinde. Yukarıda konusu geçtiği gibi okura yansıttığı geçmişiyle o nostaljik bağı çok daha büyük eforlar neticesinde oluşturmaktansa bu akıllıca isim yeterli olmuş ve alttan alta anlaşılabilecek bir şekilde kendi mesajını da vermekten çekinmemiş.
Kâğıdın Ölümü — ilk başta da kaybedilen zaman içinde hatıra duygusunu verdi. Önceki yılın getirdiği bir kaybının nasıl süpürüldüğünü bir hatırlayalım zaman tarafından! Ölen o kâğıtla birlikte zihnimizden eksilen ifade etme biçimlerinin acıklı bir biçimde de yok olması geri getirilemez bir imkansızlığı da tetikler. (Bkz. İskenderiye Kütüphanesi). Kâğıdın Ölümü önceleri insanlık hafızasında açılan dehlizlerdi, hâlâ daha öyle.
Şiirlerin genel havasında görülen bu “hatıra” teması öyle bir hisse yaklaşıyor ki şair hatırlaması süresince geçenleri güncesine not etmişe benziyor. Şiirlerin duygusundan hemen çıkmak güç. Zamanla bu his öfkeye ve yakınmaya doğru evriliyor. Yakınmaların ve öfkenin öznesinin değiştiğini ama öncesinde bize geçen tüm o temaların asla kaybolmadığını hissediyoruz.
“Çok uzaklaştık harflerden, gerisi çöl…”
O unutuş hissini yansıtmak adına birçok yol daha olabilirdi ama bu çok iyi bir tercih bu açıdan. Hatırayı indirgediği en temel parçacıktan uzaklaşmayı, uzakta kalmayı, ondan yoksun olmayı belki yeryüzünün en kuru ve yaşamsız ortamına benzetmekle yukarıda zaten söylenen temalara da yine değiniyor şair. Yoksunluk belirtilerini belki adına “çöl” dediği ortamda bir hiçliğe atıyor da olabilir şair. Bomboş bir halde, sözcüksüz oraya bir yere.
“Ve fakat varsa bir ruhu gidenin yemyeşil olmaz mı zamansız yıkılan hatıranın bize bakan boşluğu”. Tanrı çoğu inançta tektir; monoteist inançlarda. Tek olması nedeniyle varlık ve zamandan önce de kendisi vardır. Böyle bir varlığın yalnızlığına dair tema insanın da yalnız kalmamak için kendi “ol” deyişlerini öğütler nitelikte.
Öfkeli Şiirler bölümündeki III. şiir kitabın içindeki en tarifsiz ve his dolu şiir olabilir. Düzyazı formatında yazılması şiirden bir şey götürmemiş. Şiir, kitabın geri kalanını özetleyen bir biçimde yazıldığını belli ediyor. Ölüm imgesiyle şair konuya üstünkörü değinmek yerine “geçiş” olduğunu hissettiriyor. Zamanın hem üzerimizden tozları taşıdığını hem de üzerimize toz taşıdığının en açık ifadesi oluveriyor. Bizi nihai sona yaklaştıranın tanımını yapıyor.
“Biz fazlasıyla kapalı olsak da zaman üstümüzden yürüyüp başka zamanlara değiyor fazlasıyla”
Kitabın Öfkeli Şiirler bölümünde sürekli tekrarlanan ve dikkatten kaçmayan bu “fazlasıyla” kelimesinin kullanımı bölümdeki tüm şiirleri gizli bir bağ ile bağlar nitelikte. Hepsinde ortak halde görülen kelime, okurun anlam durumuna da yardımcı oluyor.
“Bazıları uzaklara bakmak ister, baksın
Bazılarının gözleri kaybettikleriyle okunur”
Uçuruma Yakın şiirinde bir “rüya” etrafında insanlığın aynasını oluşturuyor adeta. Bakmaktan sonuna kadar utanılacak bir aynanın varlığını seziyoruz. “Ellerimi unuttuğum o soğuk sudan bir rüya yükselir”
Kişisel deneyimlere yer verdiği görülen parçalar mevcut halde; belki kişisel bir pişmanlığın dizelere yansıdığını deneyimliyoruz. “Göllenir yakamızda en son söyleyemediklerimiz”. Ve tüm o pişmanlıklar içinde dahi silik bir çaresizliği de görüyoruz.
Ve Dünya’nın konuşması. Pencereler açılarak kendini anlatan ve bir anlamda pot kıran o kürede çok bir değişiklik yok gibi. “Biz bu uçurumu kimden ödünç aldık?” Evvelinde “silaha ve kadına çalışan dünya” bu uçurumda kendine beden buluyor. Yakınmaysa medeniyetini kuran ve yıkabilecek olan insanlığa yönelikmiş gibi bir hava sezdiriyor. “Ey güzel insanlık!”
Yine aynı şiirde ıssızlık ve yalnızlık ilişkisi insanın bağrında ışıldayan o yıldızda! “Göğsüne bastır ışıldasın yalnızlığın sabaha kadar”
Sinirini ve içindekileri “fazlasıyla” ortaya çıkardığı Öfkeli Şiirler’de bulduğumuz aslında salt bir öfkeden çok bir yitirişler sözcükleridir. Yitirdiği yaşamını, ülkesini belki ve o normalini.
“Fazlasıyla her şeyi yaşadığı için bir türlü normalleşemeyen ülkenin içinde her şeyini eksik bulan olarak fazlasıyla”
Bu denli büyük yitirişlere sonundaki soruyla konulan noktaysa acıdan ve yitirişlerden Nirvana’ya çıkarabilecek güçte eksikliklerin huzurlu olabilecek eksikliğinin üzerine gitmektense fazlalığın candan bezdiriciliğine sürüklüyor bizi. “Ne var bu ülkede fazla olmayan?”
Ortaya koyulan o mesajda belirtilmek istenene bizi daha kısa yoldan götüren dizelerin ihmal edilmemesi gerekir: Yitirişlerin kaynağına gider belki.
“Yemekler, kahvaltılar, hayvanlar, bitkiler, doğa görünümleri arasında uçsuz bucaksız bu ülkeyi yarısı yanmış bir kartpostala çeviren tepedeki gözün hoyratlığı fazlasıyla iştahlı.” Burada yine karşılaşılan “hafıza” vardır. Eskilerden dem vuran o ses, gönderilen bir kartpostalı benzettiği mazisi yanmış bir anı biçiminde sokar dizeye.