I.
Yazar, kendi yazdıklarına dışardan bakma güçlüğü yaşar. Yani kendine ve yazdıklarına bir yabancı gibi bakamaz. Bu yüzden çoğu ilk roman, yazarı için unutamayacağı bir anı olduğu kadar, ömür boyu peşini bırakmayacak bir pişmanlık sebebi de olabilir. Yine de ilk romanlar, sırf ilk oldukları için kusurları, eksiklikleri, hatası ve sevabıyla okurla buluşur. Okur da elbette okuduğu romanın, yazarın ilk romanı oluşunu göz önünde bulundurur. Yazara, kendini ıspatlaması için bir fırsat tanınmıştır. Bu fırsatla birlikte yayıncılık dünyasına giriş yapmış, okurla buluşma imkanı bulmuştur. Belki böylelikle yıllar süren çabanın sonucunu görmek mümkün olacaktır. Ortaya konulan eserin değeri ve sikleti hakkındaki kaygıların, çekincelerin aşılıp aşılmayacağı bu aşamada belli olacaktır. İlk romanı yayınlamayı başarmak, hayallerin gerçekleşmesi, benzer çabayla yazıp duran benzerler arasından bir anda sıyrılmaktır. Ama bu aşamadan sonrasında da başka kaygılarla boğuşmak gerekir. Roman okuruyla buluşabilecek mi, eleştirmenlerden, okurlardan nasıl geri dönüşler olacak? Hasılı bitmek bilmeyen bir çabanın yeni bir boyut kazanmasıdır bundan sonrası. Ama her şeye rağmen ilk romanlar, bir yazarın daha sonra yazacakları konusunda verdikleri ipuçları yönünden önemlidir.
Işık Biraz, Umut Türkmenoğlu’nun yayınlanan ilk romanı. Daha önce Express ve Roll dergilerinde yazılar yayımladığını özgeçmişinden öğreniyoruz. Ayrıca blog yazarlığı da yapıyor. Buradan şunu anlıyoruz, yazı ile bir geçmişi var. Bahsi geçen dergilerin müzik ağırlıklı dergiler olduğu da bir kenarda tutulmalı.
Kitabın arka kapağında çok dillilikten bahsediliyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, burada bahsedilen çok dillilik, yani “İngilizce, Farsça, Arapça gibi farklı dünyalarla yapılan bir roman” ifadesi kitap hakkında yanıltıcı düşünceler uyandırıyor. Bu, okur ve kitap arasında yanlış anlaşılmaya yol açabilecek bir ifade. Sebebi ise yazarın Türkçe’yi, genelde kelime tercihlerine göre ideolojik kamplara bölen edebi anlayışı bir kenara bırakarak yazması. Yani, kelimeler üzerinden Türkçe’nin geleneğiyle de ilişki kuran bir yazı dilini tercih etmiş olması. Bu durum ise, yazarın dil konusunda bağnazlık yapmadığı gibi, dili ifade zenginliği içerisinde kullandığını gösteriyor.
II.
III.
Işık Biraz, Ankara’da üniversitede öğrencisi gençler arasında geçen hikayelerden oluşuyor. Romanda bir çok isme rastlamak mümkün. İskender, Can, Kerem, Lale, Derin, Murat ve daha kimler varsa. Ama asıl hikaye, adı bile olmayan, sadece iktisat öğrencisi olduğunu bildiğimiz roman anlatıcısının Yasemin’e duyduğu karşılıksız aşk. Bir de Yasemin’in erkek arkadaşı Altan var. Anlatıcı “Zihnimin iki uzak köşesinde olup benim onları farklı vesilelerle tanıdığım, fakat onların birbirlerini tanımadıkları, kesişme noktasında benim, onların bir ucunda durdukları üçlü bir ‘V’ ilişki; hiç han yana gelmemiş, gelemez kişiler olarak onları bağdaştıramıyorum bile.” (sf. 125) diyerek tanımlıyor aralarındaki ilişkiyi. Burada sözü edilen, V ilişki olarak tanımlanan durum, kurmaca metinlerin vazgeçilmez karakter üçgeni kuralının kimler arasında gerçekleştiğini işaret ediyor.
Roman boyunca aynı zamanda anlatıcı görevi de üstlenen baş karakterin adını öğrenemiyoruz. Romanda adı geçen isimler roman içerisinde mücessem hale gelmiyor. En gerçek roman kişisi anlatıcı. Burada bir zıtlık duygusu yaşıyoruz. Ama bir gariplik yok. Çünkü roman, esas itibariyla bir monolog halinde ilerliyor. Romanda adı geçen kişiler, romanın baş kişisinin içinde gerçekleşen, adeta bitip tükenmek bilmeyen monolog için bir hareket noktası sağlıyorlar. Mesela “benim aklım deminki konuşmanın bittiğini sandığı yerinde takılı kalarak…”(sf. 152) ya da, “Bu raddeden itibaren dinlediğim yanılgısıyla sözlerine devam ededursun o, benim aklım konuşmansının evde olduğunu söylediği kısmında, Yaseminde takılı, kalarak…” (sf. 141) diye, konuştuğu kişinin söylediği bir sözde takılı kalarak, aslında hiç olmayan bir diyalogdan, kendi içinde sürekli yaptığı tartışmalara yeni bir bahane buluyor.
Umut Türkmenoğlu, Işık Biraz boyunca baş kişisinin iç dünyasını bize göstermeye çalışıyor. Bu kişi bazen dinlediği bir şarkıdan hareketle müzik ve şarkı üzerine bir iç konuşmaya dalıveriyor. Bu monolog boyunca müzik, şarkı ve dinlemek hakkında incelikli tahliller yapıyor. Hislerini kurcalayıp kimsenin fark edemediği yönlerini su yüzüne çıkarıyor. Etrafındaki arkadaşlarıyla ilişkilerinde ise, derin bir tecessüs, insanı olmaz bu kadar dedirten bir evham içerisinde yaşamaya çalışıyor. Söylenen her sözün, basit ve anlamsız bir davranışın arasında sonu gelmez bir şekilde bit yeniği arayışına girişiyor. Sonu gelmez bir şüphecilikle enine boyuna, kendi içinde tartışırken, insan ilişkileri hakkında da ilginç tespitlere ulaşıyor. Sonu gelmez dalgınlıklarla hayal ile gerçek arasında sürekli bir gidiş geliş söz konusu. Mesela şöyle diyor, “daldığımı farkettiğim an pis kokulu tuvaletten geri masaya döner gibi dönüyorum da konuşmalara…” (sf. 156) Üstelik zaman zaman içine düştüğü durumun, kısırdöngünün farkına vardığı da oluyor. “Böylesi bir ifratın yarattığı şüpheyle mukavemet edilince de inandığı için savunuyor değil de savunmak zorunda kaldığı için inanıyor gibi sözlerini olmadık bir gerçeğe ulama gayretine düşüyor.” Bu tespiti roman kişilerinden biri için yapsa da, aslında anlatıcının da benzer bir ruh hali içerisinde olduğunu görebiliyoruz. Çünkü şüpheler içerisinde kıvranırken, bazen insanlara eleştiri yöneltirken, bazen de onlara olmadık biçimde empatiyle yaklaşıyor.
IV.
Türkmenoğlu’nun oluşturduğu roman kişisi, algıların açıklığı, içte ve dışta bir çok detayı gözlemlemesiyle de dikkat çekici. İçsel olaylara derinlemesine bakışlar yöneltirken, etraftaki küçük detaylar da sürekli anlatıya dahil oluyor. Mesela kapının sızdırdığı ışık, birdenbire çalışan buzdolabının motoru, kalorifer borularından gelen tıkırtılar, televizyondaki reklamlar, ansızın sivrilen bir korna sesi gibi, hayata dair aslında çoğu zaman farkına varmadığımız bir çok şeye duyarlı bir söylem gelişiyor roman boyunca.
V.
Sonuç olarak bir ilk romandan bahsettiğimizi yeniden hatırlamamız gerekiyor. Umut Türkmenoğlu, bir çok ilk romanla kıyaslandığında iyi ve sağlam bir edebi çıkış yapmayı başarmış. Roman kısa süre içerisinde de ikinci baskısıyla okuruyla buluşmuş. Bu başarının altında uzun yıllar süren bir emeğin varlığı, nakış nakış işlenen cümlelerden, kurmacanın iç tutarlılığından rahatlıkla anlaşılıyor. Artık bu aşamada kendisi için bir seviye belirlemiş durumda. Bundan sonra yazacağı romanda Işık Biraz’ın gerisine düşmemek için daha dikkatli olması gerekecek. Dil konusunda gösterdiği hassasiyeti takdir etmekle ve sürdürmesini dilemekle birlikte, tumturaklı denilebilecek bir üsluptan uzaklaşmak yeni yazacağı romanda işine yarayacak bir ipucu olacaktır.
Işık Biraz’ın kasvetli bir dünyası var demiştik. Bu kasvet ve sürekli şüpheler içerisinde, daima tahlil eden, kurcalayan, evhamlar içerisinde kıvaranan bir kahraman için biraz ışık talep etmekten daha doğal ne olabilirdi. Onun için Işık Biraz yerinde bir istek ve roman düşünüldüğünde yerinde bir isim. Geriye, okurun bu romanla buluşup kendi iç dünyası hakkında düşünmek için kendine ne kadar fırsat vermesini sorgulaması kalıyor. Kendi karanlığını keşfedip, kendi içinin dehlizlerinde dolaşıp monologlarla kendiyle yüzleşip Işık Biraz demenin ne anlama geldiğini düşünmek okura iyi gelecektir.