Prag’a ilk gidişim 1999 yılındaydı. Şehirde yaptığım ilk iş bir kitabevinden Çekçe-İngilizce sözlük almaktı, onu hatırladım şimdi. Bir Çekçe-Türkçe sözlük yoktu o zamanlar.
Eskiden sözlük ve haritalar yabancı bir kenti tanımanın anahtarlarıydı. Ben hâlâ bu yöntemleri kullanmaya devam ediyorum.
O zamanlarda cep telefonlarının fotoğraf çekme özelliği yoktu. Hatta 1999’da cep telefonum da yoktu benim yahu. Plastik, kullan at Fuji marka bir makinem vardı. 36’lık film alıp onunla fotoğraflıyordum her şeyi.
Karlova caddesinde küçük bir hostelde konaklıyordum. 1989 Kadife Devrimi’nin üzerinden on yıl geçmişti ama sokaklarında eski insanları dolaşıyordu Prag’ın. Mütevazı ve daha çok içe kapanık kimselerdi bunlar… Kapitalizme bu derece esir düşmemiş, kozmopolitleşmemişti Prag. Zlata Ulicka’yı dolaşırken sokakta yalnız olduğumu hatırlıyorum da, şimdi kimse inanmaz buna. Taşrasında dolaştığımız zamanlarda ilk kez bir yabancıyla karşılaşmış köylülere denk gelmiştim.
Petrin tepesine çıkan funiküler |
Bugün yıllar sonra şu funikülere binip parklarla kaplı Petřín tepesine çıkmak niyetindeyim. Bu tepe en çok Vitezslav Nezval’in şiirlerinde geçer:
Bir grup asker arabaya biniyor
Petřín’in güzel kulesi altında
Org yürekleri parçalayan bir hava çalıyor
(Petřín şiiri – Turgay Fişekçi’nin çevirisi)
…akşam vaktiydi, kaledeydim
eve varınca ışıkları yakıp dışarı baktım
görünmeyen uçakların gürültüsü
Petřín tepesi üzerinde bir projektörün ateşi…
(Yarın savaş şiiri – Turgay Fişekçi’nin çevirisi)
olgunlaşan arpanın güneş yanığı parmaklarından Petřín
gözetleme kulesinin parmaklarından
mercan sabahların parmaklarından
(Öğle güneşinde Prag şiiri – Erdal Alova çevirisi)
Rüzgarla boğuşuyorsun çanlar susmuş kardan adam yapmış şehir
pamuk prenses gözleriyle kadınların dolanıp durduğu Petřín tepesinde
(Kışın Prag şiiri – Erdal Alova çevirisi)
Petřín tepesi Milan Kundera’nın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” romanında da vardır:
Tomas’a Prag’tan ayrılmaları gerektiğini anlatmak istiyordu. Kargaları canlı canlı toprağa gömen çocukları, polis ajanlarını, şemsiyelerle silahlanmış genç kadınları bırakalım ardımızda…
…Petřín tepesine geri dönmek, tüfekli adamdan gözlerini bağlamasını ve kestane ağacının gövdesine yaslanmasına izin vermesini dilemek geldi içinden. Ölmek istiyordu.
Milan Kundera 1929 doğumludur. Çekoslovakya’nın 1968’deki işgalinden sonra Fransa’ya kaçar. 1979 yılında yazdığı “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nın yayınlanmasının ardından Çekoslovak hükümeti Kundera’yı vatandaşlıktan çıkarmıştı geçen aylarda tekrar vatandaşlığa kabul edildi. Roman hakkındaki meşhur sözünü zikredelim:
İvan Klima “My Crazy Century”sinde Terezin toplama kampındaki sınıfında yazdığı bir kompozisyonda Petrin tepesindeki parktan hoşlandığı bir yer olarak bahseder. Klima 1931 doğumludur, Terezin toplama kampından sağ çıkmayı başaran Yahudi kökenli biridir.
“Sevda ve Süprüntü” adlı eserindeyse Komünist rejimin baskıları nedeniyle yazar ve sanatçıları başka ülkelere kaçarken Prag’ta kalmayı tercih eden bir yazardır anlattığı. Bu kimse turuncu yeleğiyle çöpçü olmayı seçmiştir:
“Lomnickeho Sokağı’ndan başladık. Adının Zoulova olduğu anlaşılan Venüsümüz süpürge sallıyor, kaptan kasketi giyen, zamanının çoğunu sessizce birşeyler çiğneyerek geçiren, arada bir de yere köpüklü bir balgam fırlatan adam adam da ikinci bir süpürgeyle ona yardım ediyordu”…
Bu yazarlar sık rejim ve ideoloji değişiklikleri yaşayan Prag’ın farklı farklı dönemlerini, hallerini de yaşamışlar. Praglı sembolist, anarşist ve sonra komünist Stanislav Kostka Neumann (1875-1947) buna bir örnektir.
Benim de Ada dergisi için bir şiirini çevirdiğim Neumann 1984 Nobel Edebiyat ödülü sahibi Jaroslav Seifert’in öğretmeni ve ustasıdır da.
Önce komünist sonra rejim muhalifi olan Seifert ilk kitabını ona ithaf etmişti.
Petrin parkında bulunan gözlemevinde (Štefánikova hvězdárna) dinlenirken -2018