Bütün Günlerin Akşamı, Alman yazar Jenny Erpenbeck’in kurgusu ile zirveye çıktığı bir roman. Can Yayınları etiketiyle Regaip Minareci çevirisi ile yazarın, Gitti Gidiyor Gitmiş romanı ardından dilimize çevrilen ikinci kitabı.
Bütün Günlerin Akşamı’nda zaman ve mekan olarak geniş bir sınırda rahatlıkla hareket ediliyor. Okur, şaşırtıcı ve vurucu bir üslup ile karşı karşıya olduğunu sezince şüphesiz ki kitaba daha sıkı sarılıyor.
Kimi kısımlarda düşünceler, diyaloglar ve akış bir arada toplanmış. Bu bölümler okurda biz sorguyu takip ediyormuş hissi uyandırıyor. Kimin söylediğinin öneminin olmadığı, kimin itirafı olduğunun belirsiz olduğu cümleler okuru takibi zor bir bütünün parçasına itiyor.
Bir cinayet ve ardından bir ölümle başlayan, Yahudi soykırımı, komünist rejimler, bu rejimlerin kendi içindeki çelişkiler, örülen duvarlar ve yıkılan duvarlar, fakirlik, açlık, puslu bir atmosfer romanın bütününü kaplayan puslu bir atmosferi yaratıyor. Ancak bu atmosfer, altında nefes almaya çalışan, yaşamak uğraşı veren insanlara odaklanılarak, bir arkaplan misali görünüyor.
Nasıl olursa olsun yolun sonunda ulaşacağımız yer bellidir. Bu iki nokta arasındaki uzaklığın ise kitap kapağında muhteşem yansıtıldığını da belirtmeden geçmeyelim.
“İnsan kaç kere ölebilir? Ölüm ânı gelip çattığında kimdir?
Bütün Günlerin Akşamı bir yolculuk: Küçük tesadüflerle başka zamanlara, başka mekânlara sürüklenen, bir yanıyla hep aynı ama aslında farklı yaşanan tek bir hayatın yolculuğu. Bir ömür seyri. Çünkü bir kez başlayan bir hayat için günün sonu hep akşam ve orada ölüm var.”