Ben bir duvar saatiyim. Çukurova’da bir köy okulunda öğretmen masasının karşısındaki duvarda asılıyım. Birkaç çocuk beni, biraz yapıştırıcı; biraz karton ve pillerden yaptı. Hemen sol başımda üç tane kelebek var. Onlar da kartondan. Rengârenkler. Sanki benden kopup gidiyorlar. Sanki bütün bedenim kelebek olup Çukurova’ya karışacak.
Bu sınıfa astılar beni. Öğretmen masasının ve tahtanın tam karşısına duvara çivilediler beni uçup giden kelebeklere tezat. En arkadaki öğrenci oldum. Çocukların sırtları bana dönük olsa da sık sık dönüp bana bakarlar. Bazen oflayarak önüne dönerler, bazen de gülerek dönerler. Bazısı da arkadaşına bir dirsek atar, döner o da bakar. Esmerdir önümde oturan çocuklar. Güneşte şavkıyan esmerliktir bu. Çukurova burası, en çok burada yanıyor insan.
Bir köy okulu, Çukurova’nın tam ortasında ‘’hani adam diksen adamın biteceği topraklar’’ın tam ortasında. Doğduğu yerlerde geçinemeyenlerin hani çadırlarıyla beraber gelip köylerin girişinde çadır kentlerin değil de, çadır köylerin kurulduğu topraklarda. Sabahları- ne sabahı, güneşin doğmasına birkaç saat da var- ırgat taşıyan minibüslerin sırtında merdivenlerle, sepetlerle, kazmalarla, küreklerle; içinde çoğu genç kızları şehirden tarlalara, köyden tarlalara, çadırlardan tarlalara taşıdığı verimli topraklarda bir köy okulunun sınıfına asılmış bir saatim ben.
Ateş yakarlarmış sabah- yine sabah dedim- minibüsü beklerken tenekelerin içine. Teneffüste, tam altımda omuzlarını duvara yaslayıp konuşan iki öğrenciden duydum. Ablasının eli yanmış. Annesi varmış o sırada yanında. Üzerine bi de sumsuk yemiş kafasına, ne için anlamadım.
Doğu diye bir yerden bahseder arkadaşına sık sık. Daha önce bu sınıfta yoktu. Oradan gelmişler buraya. Tam da ağaçların tomurcuklanıp patlamaya başladığı günlerde kapıdan girdi içeri. Üstündekiler okula ait değildi, ona da ait değildi. Çekingen ve isteksiz oturdu bir sıraya. Köyden yetmiş yaşında bir adam çıksa gelse bu sıra benim dese bırakıp gidecek. O kadar eğreti oturdu sıraya. Sınıfa giren öğrenci ona bakıp geçiyordu. Çok da ilgilenmiş değillerdi yeni gelenle. Oysa çocuklarda yeniler hep merak uyandırır. Bu meraklarını da hiç gizlemezler. Alışkınlar mı acaba?
Çukurova’ya tüm cömertliğiyle geldi bahar. Taa Toroslar’a kadar yer gök yemyeşil. Toroslar puslu bir mavi. Her şey çiçek açmış. Hani taşlar bile çiçek açacak, yeşile gönenecek elinden gelse. Hiç kesilmeyen insan ve motor sesleri var kapı önünde, tarlada, köy meydanında. Hele kokusu Çukurova’nın insanı sarsan, insanı esrik eden.
Yaptın mı, ödevini dedi yanındakine. Cık, dedi. Kardeşim yırtmış kitabımı. Koyma orta yerde sen de dedi ama dediğine pişman oldu. Unuttu çadırdan geldiğini. Koca bir ailenin çadırda yaşadığını, çadırda zaten her yerin orta olduğunu unuttu. Ben yarın kaleci olmam, dedi.
Niye?
Kaç kere söyledim sana ben köyümde hep ileride oynarım. Burada ya kaleciyim ya da oynatmıyorsunuz.
Ne yapalım sen varken kimse geçmez kaleye.
Bugün de yoktu. Adı da Ahmet’miş. Muş’tan gelmişler buraya. İlk kez gelmişler bu köye. Sonradan öğrendim hep bunları. Kış aylarında dönerlermiş Muş’a. Köyün girişine kurmuşlar çadırlarını on-on beş aile ile beraber. Elektrik ve su yokmuş.
Boş derste anlattı arkadaşına geçen hafta yağmurlarda çadırlarının etrafının bataklık gibi olduğunu. Kova onlar için çok önemliymiş. Hem tarlada kullanırlarmış he de yağmur yağdığında çadırda. Suriyelilerde çadırlarını kurmuş oraya. Aralarında kavga da olmuş. Jandarma gelmiş. Ertesi gün Suriyeliler sökmüşler çadırlarını, başka yere gitmişler. Bu kadar sık okula da gelmezmiş zaten. Bu sene iş azmış. Aslında iş azalmamış ama elciler Suriyelileri götürmüş tarlalara. Yevmiyeleri daha düşükmüş. Kavgada bundan dolayı çıkmış. Bu yevmiyeyle çalıştığınız için biz iş bulamıyoruz demiş Ahmet’in babası ve diğerleri. Sonrası hengâme.
Olmaz olsun diyordu çadır; yağmurda akıtır, sıcakta pişirir. Muş’ta evleri varmış. İki oda. Orası da darmış ama evmiş. Akıtmaz ve yakmazmış. Su ve elektrik de varmış. Annesi saray dermiş oraya. Sürekli de şükredermiş. Bir de orada kaleci de değilmiş. Sürekli kaleci olmak çadırdan betermiş.
Artık hiç gelmiyor. Gitmişler buradan Polatlı’ya. Orada herkesin yevmiyesi aynıymış nereli olursa olsun. Pilim bitiyor galiba. Saniye bir ileri bir geri. Artık duyamıyorum.