Göksu N. Çakır: Uzun zamandır şiir yazdığını biliyorum. İlk şiirini hatırlıyor musun?
Mustafa Sezer: 1981’de başladı şiire ilgim ve müzikle oldu bu. İlk zamanlar saçma sapan şeyler yazdım. İstiklâl Marşı uzunluğunda yazıyordum hem de bunları ve 1983’edek sürdü bu! Askerdeyken hiç yazmadım ancak 1985-86 arasında daha ciddi şeyler kaleme aldım. Sonra 1986’ya kadar yazdığım ne varsa kaybettim. Mecazi anlamda değil, sahip çıkamadım onlara. 1986’nın 12 Eylül akşamı “Meyve Salatası” ile başladı bugünkü şiir anlayışım ancak öncesinde de farklı değildim hiç? Bugün beş şiir kitabım ve yığınla defterim var; alayı “Meyve Salatası”ndan sonra yazıldı…
G.N.Ç: “Hepinizin birer Zuhal olmasını istiyorum kadınlar/Şimdi sadece, gökte bir yıldız/Ama beni bir tek kendisiymiş gibi tanıyan/Bir tek kendisiymiş gibi; yalnız?” Neden bütün kadınlar Zuhal olmalı?
G.N.Ç: Şiirlerinde İkinci Yeni değil de Orhan Veli havası var ve bu hava son şiir kitabın “Bende Bir Şey Yok”ta daha bir belirginleşiyor. Nedir seni bu havaya iten şey?
M.S: Öncesi de var ama tam anlamıyla 1987’de hayatıma girdi Orhan Veli’yle “Garip”. Bir girdi, başköşeye kuruldu ve hiç ayrılmadı oradan. Ayrılmayacak da zaten, izin vermeyeceğim buna! Nasıl anlatsam ki; her şeyim o, Orhan Veli ve “Garip” her şeyim. Melih Cevdet’le Oktay Rıfat’tan bahsetmiyorum bak; sadece Orhan Veli’yle “Garip”. Onun hakkında öğrendiğim her yeni şey, ona her geçen gün yaklaştırıyor beni. Öyle ortak yanımız var ki onunla anlatamam. Keşke tüm şiirlerimi ve başka her şeyi “Garip” biçimde yazsam, yazabilsem? Tam bir devrimci gibi görüyorum onu; “İkinci Yeni” konusunda bu kadar müsbet konuşamam örneğin, düşüncelerimi biliyorsun!
G.N.Ç: Şiirlerinde daha çok karşı kişiye bir seslenme var; şiirlerinin mutlaka canlı bir sahibi mi var?
M.S: Şiir, konu şiir olduğu için sadece şiir için yazıyorum böyle; insana yazılır. Beni okuyacak, okuyup anlayacak ve anlayıp da olumlu yahut olumsuz dönüş yapacak olan sadece insandır. Bir kediyle köpeğe, şehir hatları vapuruna veya bir bardağa da şiir yazılır ancak ne onların beni dinleyip anlama şansı var ne de çıldırtıp üzme ihtimali. Sorun en çok insanla, olay. Olumlu yahut olumsuz insanla ilgilidir hemen her şey. Öyle aman aman keyifli bir yaşam sürdüğümü söyleyemem. Yalnızlık ve dünyayla memleket meseleleri fazlasıyla sivri dilli yaptı beni son zamanlarda. Birçok şeye artık tahammül edemiyorum ve bu da davranışlarımla şiirime yansıyor. Her ne kadar sevdiğim insanlara da seslensem, çoklukla özür dilerim ama ben böyleyim!
M.S: ‘Seni sevmek sevmelerden bir bütün/İnsan sevmek/Doğa sevmek/Yar sevmek…’ diyor Uğur Yayla… Sever insan ve sadece karşı cinsi değil, başka şeyleri de sever. Hepsi sevmiş; Nâzım, Attilâ İlhan, Ahmed Arif, Necip Fazıl, Orhan Veli, Özdemir Asaf ve niceleri. Şiirlerine bakıp okuduğunuzda daha iyi anlıyorsunuz hepsini… Hiçbir şey yapmasak da severiz; sanatçı, edebiyatçı ve şair olmamıza gerek yok birini gereğinden fazla sevmek için. Hiçbir iş tutmasak da olur hayatımız boyunca; etikete, unvana ihtiyaç mı var? Bende bir de aidiyet duygusu var, adanmışlık. Yani sadece kuru bir sevgi sözüyle geçiştiremem bir şeyleri, hırka ile şaldan geçerim sevgi/aşk söz konusu olduğunda. Şiirlerimdeki doz aşımı bundandır bir de ve bu konuda da Sezai Karakoç’tan farklı düşünüyorum yani.
G.N.Ç. “Niye yazıyorum ki bunca şiiri sana?/ Saydım, sayılmadım/Sevdim, sevilmedim/İnsanlığım… Havada kaldı!/Niye havaya girdim ki/Fol yok, yumurta yokken ortada?” Niye yazıyorsun bunca şiiri?
M.S. Şiirle ilgilenmeye başladığımda bu kadar derdim, sıkıntım yoktu. Maddi-manevi daha hafif bir hayat sürüyordum. Sonra işin şekli değişti ve ağırlaştı sorunlar. Sorunlar ağırlaşınca, şiir de ağırlaştı. Zaman zaman ağzı bozuldu şiirimin. İnsanlar ve sorunlar değişti ama şiir hep kaldı bu arada. İyi ki kaldı zira şiirin/edebiyatın gitmesini hazmetmem mümkün değildi. En ünlü isimler bile; edebiyatın kalıcı olabilmesi için edebiyatçının bir biçimde sıkıntı çekmesini önermiyor mu? Varsın üzülüp kırılayım, gecelerce uykusuz kalayım; dikkat ettim de bu sırada, kalemim güçleniyor! Çok ilginç biliyor musun; birine kırk kadar şiir yazmışım ve bıçakla tam ortadan ikiye bölünmüş gibi, yarısı olumlu yarısı olumsuz bunların.
G.N.Ç. “Haydi/Bir sevgili edin de kendine/Öpüş, koklaş!/Kendine güvenin gelir de bir/Bırakırsın bu şiirleri?” Bir aşk şaire şiiri bıraktırabilir mi?
M.S. 2017 TÜYAP İzmir Kitap Fuarı günleriydi. Gülce (Başer) ile Yasakmeyve-Komşu Yayınları stantındaydık ve yine bir gün beni erken göndermek istedi o. Ben de direndim tekrar gitmemek için ama o esprili bir sertlikle ‘Gitsene sen! Git, deniz kenarına in. Orada bir kadına aşık ol…’ diyerek çıkıştı bana. ‘Ben mi?..’ diye sordum; hayret dolu gözlerle bana baktı Gülce. O gün, o akşam bana nazar değmesin diye çantama taktığı nazar boncuğunu, tam üç buçuk yıldır çıkarmadım yerinden. Kendimde hiçbir zaman bulamadığım, bulamayacağım bir güç o… Az önce de belirttim, işimiz çokluk insanla bizim; benim de! Sürekli bir şeyleri yoluna koymaya, birilerini hizaya getirmeye çalışıyoruz; çalışıyorum. Evet, çoğunlukla haklıyız ama zaman zaman ‘bu gerginlik niye, değer mi buna…’ diye de sormuyor değilim kendime. Yumuşamaya, evcilleşmeye ihtiyacım olduğu kesin fakat bu nerede ve ne zaman olur bilmiyorum. Gerçekten sıkıldım bu gerginlikten ancak yine az önce yazdığım gibi şiiri bırakmak mı, asla! Pembe panjurlu şiirler yazarım o vakit de, belli mi olur?
G.N.Ç. Günümüzde çok şair var, bu yüzden bunca şair içinden sıyrılmak zor. Hangi zamanın şairi olmak isterdin?
N. Ç.: Düz yazı da yazıyorsun; düz yazı yazarken şiir merkezde hiç oluyor mu?
M.S.: O kadar dağınık bir durumdayım ki şu an, kaç öyküm olduğunu hâttâ bir kısmının nerede olduğunu bile bilmiyorum inan. 2008 şubatında ve İzmir’de başladım “Bir Tapınma Töreni”ne ve şiir de yazdım bu öyküye. Sonrası peş peşe geldi ve iyi de geldi. Ciddi ciddi, okunur şeyler yazdığımı fark ettim ve daha da yüreklendirdi beni bu. Tuhaftır; aklıma bir şiir geldiğinde bir iki (birkaç değil) dakikada kağıda dökemezsem onu silinip gidiyor ama şu an önüme bir top A4 koysam, yıllardır kafamda kuzu kuzu yatan birçok öyküyü yazabilirim. Şair-yazar olabilmek ve bu etiketin hakkını vermek, verebilmek harika bir duygu. Şiiri son zamanlarda bir hayli öteledim; gerek sosyal medya paylaşımları (hele hele Facebook) ve gerekse başka sorunlar daha az şiir yazmama neden oldu, olmaya da devam ediyor. Öykü ve diğer yazılarda bu olmuyor ama! Şiirle ötekiler öyle saygılı ki birbirine.
N. Ç.: Edebi hayatın boyunca öğrendiğin en büyük hayat tecrübesi nedir?
M.S.: Hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatta da sıtkı bütün bir arkadaşın, bir dostun ne kadar önemli olduğunu öğrendim; en çarpıcı örnek de sensin biliyor musun? Başka birçok değerli insanın yanında, bir de seni tanıdım. Söyleyip yazmak zorundayım bunları; “Bende Bir Şey Yok” sayende kitaba dönüştü ve “Urfa Karşılaması” da dönüşmek üzere. Şu seninle geçen dört yıl dört ay boyunca bende emeğin çok. Seninle tanıştığımız ilk günden bu yana edebiyatta yeni alanlara girme cesaretini elde ettim, bana bu cesareti aşılayan sensin. Hâliyle edebiyatçı da olsa yeni bir birliktelik kuracağım insanda kriter olarak seni örnek alıyorum artık. “Bende Bir Şey Yok”a adını verip onca yükünü taşıyan birini şiir, öykü, roman ve edebiyatın diğer tüm dallarında aramayı öğrendim… Doğru zamanda, doğru adreste ve doğru insanlarla olmak, en az doğru yazmak kadar önemliymiş. Başta sen olmak üzere, sesime ses veren herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum edebiyatta da!