Sevinç Çokum eserlerinden onuncusunu okudum. Yazarın dili, üslubu ve kurgusu bana dost mektubu gibi gelmeye başladı. Evet, diyorum; bu Sevinç Çokum’un cümleleri.
Siyasi masada istihbaratçı Şeref Köklüce’nin ölümünden sonra oğlu sosyolog Doçent Dr. Yetkin Köklüce’nin iç dünyası anlatılmış. Sevdiği kız Kumsal, babasının yasak sevgilisi Fulya Enginova ile şekillenen içinde bolca siyasi ve toplumsal vurguların olduğu bir eser ortaya çıkmış. Şeref Köklüce’nin ve Atalay’ın ölümü, Yetkin’in imza törenindeki esrarengiz kişi, kimliği belirsiz kişilerin telefonda Şeref Köklüce’nin sevdiği türküleri Yetkin’e dinletmesi romana polisiye özellik kazandırmış. Polisiye yönü esere sürükleyicilik katmış.
Bireyin iç dünyasını esas alan bir eser olmasına rağmen toplumsal ve siyasi konulara değinmekten çekinmemiş yazar. Sosyoloji bilimini kullanarak ülke gerçeklerini ve toplumun yapısını anlatan yerinde tespitlerde bulunmuş. Yazarın sosyolojiye ne kadar hakîm olduğunu hayranlıkla gözlemliyoruz. Bunun yanı sıra Fransa eğlence ortamını, eğlence partilerindeki yemekleri, içeceklerin özelliklerini, Batılı müzik türlerini ayrıntılarıyla yansıtması okuyucuda hayranlık uyandırıyor.
Yazar güçlü ve zenginlerin çarkına çomak sokanların er ya da geç bedeli canlarıyla ödeyeceğini kurgu içerisinde eritmiş. Kahramanlardan Yetkin Köklü’cenin yazmış olduğu “Yollar Islaktı” adlı romanı yüzünden yazarın ayağının kaydırılır. Yollar ıslak olunca kayıp düşmeler kaçınılmaz oluyor. Bir başka Kahraman Atalay Dizdaroğlu yazmış olduğu “Aralık Kapıdan Görülenler” adlı eserde ülkenin gizli işlerini deşifre ettiği için öldürülür.
Sevinç Çokum’u severek okumamın nedenlerinden biri de siyasi düzenin kokuşmuşluğunu gözler önüne sermesi ve illa siyasetçilere laf dokundurmasıdır. Yazar faili meçhuller ile ilgili bakış açısını şu cümlelerle dile getirmiş: “Ama en zorlusu içeride, dışarıda gördükleri al verler, tokalaşmalar arasında hain bakışlılar, ruhani adamlar ama bunları anlatamazdı, anlatamadığı için de faili meçhul oldu. Faili meçhul, güçlü adam demektir. Güçlü ki katlediyorlar” (s. 348)
Yazar toplumun panoramasını şu şekilde çıkarmış: Asistanların çanta taşıması, kar yağınca her yerin berbat oluşu, trafiğin felç oluşu dile getirilmiş. Ayrıca toplumun müzik sevgisi üzerinden ekonomik seviye belirleme, ekonomik seviyesi yüksek olanların meymenetsiz görünüşü değinilmiş. “Neyse, elimde koca bir demet, çıktım yukarıya. Telefondaki meymenetsiz açtı kapıyı; menajeri oluyormuş. O sırada koca memeli bir kadın geldi, çalışanlardanmış, yüzü gülmez biri. Bunlar böyle mi olurlar hep? Hiçbirinin yüzü gülmüyor.” (s. 371)
Tetikçilik yapanların kendini kahraman hissetmesi “Ne masum çocukları bunlar aldattılar. ‘Gel koçum sana iş aş bulalım. Adam gibi giyin. Konforlu yerlere gir çık!’ diyerekten bunları tetikçi olaraktan kullandılar. Her biri ülkeyi kurtarıyoruz diye ortalığa salındı. ‘Aha da orada bir kansız var gidin buldurun belasını!’ dediler” (s. 375) cümleleriyle verilmiş.
Hayatın herkese eşit davranmadığı dile getirilir. Eşitsizliğin ortaya çıkardığı üzüntüyü satırlarda hissedebiliyoruz. “Kızımız mutfak penceresi önünde bardakları falan mı yıkıyor, biz oralardan geçtikçe başını kaldırıp bakıyor. Üzülüyor, eziliyorum. Bazları işte böyle Parisli olurlar, bazıları böyle bulaşık yıkar, masalara hizmet eder ve sınavlarını düşünür; bir fakülte diploması alabilmek için bütün zorlu koşullar önüne çıkar da durur, çıkar da durur.” (s. 421) Sanatçı duyarlılığıyla karşı karşıya kalıyoruz.
Ekonomik krizler, faili meçhuller, intihar etmek zorunda kalanlar, ülkeyi terk etmek zorunda kalanlar romanın içerisinde düzenli bir şekilde dağılmışlar. Yazar toplumdaki tüm bu sorunları dile getirmeyi kendisine vazife edinmiş ve bu düşüncelerini anlatıcı üzerinden şu şekilde ifade etmiş: “Roman çok güçlü bir ifade aracıdır. Siyasetçilerin anlattığı hayal klişelerini dümdüz eder. Dünyanın ve hayatın, yöneticilerin söylemlerinden ve siyasetçilerin anlattığından başka bir şey olduğunu söyler roman. Roman yanlışı, yalanı görür ve gösterir. Bütün bir evreni hisseder, hissettirir.” (s. 386)
Ülke gerçekleri başka satırlarda şu şekilde karşımıza çıkar: ” Burada hayat yok Yetkin, araştırma alanları yetersiz, doktor sabahtan başlıyor muayeneye, hani fabrikalarda kasalarla domatesler gelir ayıklanır, yıkanır salça olup çıkarlar ya onun gibi hastalar da merdivenler dolusu geliyor gidiyor; geliyor gidiyorlar. Sabah daha temizlikçiler gelmeden, koridorların ışıkları yanmadan, kapılarının kilitleri açılmadan, Yarabbim! Karıncalar gibi çoluk çocuk, bağır çağır avlularda.”(s. 215)
Bütün suçu toplumsal harekete yüklemez yazar. Bireylerin kötülüğüne de değinir. “Suçlular hamam böceklerinden daha usta; böcekler önü sonu yakalanırlar bir yerde. Hamam böcekleri ne kadar masumdur, insan varlığının yanında… Durur pusuda bekler, darbeyi ne zaman indireceksiniz diye tetiktedir. İşte öyle durduklarında alırlar darbeyi, öldürülmeleri kolaylaşır. Belki bir terlik ucuyla… Ne acı…”(s. 223)
Bu kadar toplumsal ve bireysel soruna değinilir de rüşvet konusuna değinilmez mi? ” Demek ki rüşvet olayı yüzyıllardır süregelmiş. Fuzuli 16. yüzyılda bile toplumun kokuşmuşluğunu çürümüşlüğünü söz ediyor ustaca. Bugün de öyle değil mi? Kimse karşılıksız çıkarsız kimseyi adam yerine koymuyor” diyerek selam yolluyor asırlar öncesine.
Ülkemizde okuma oranının çok düşük oluşu ve kitaba verilen değerin az oluşu eserde iki yerde öyle bir değinilmiş ki küçürek öykü gibi hem okuyucuya hayattan bir kesit sunulmuş hem de okuyucuyu sarsmış. Tabii ki kitabın ve okumanın değerini bilene. ” Hatta bir hatun geldi, kocası vefat etmiş; kitapları kütüphanesine koyacak bir insan evladı çıkmıyor. Bir iki üniversiteye de başvurmuş. Oradan da cevap yok. Ne yapsın bir araç gönderip aldırttım; on altı çuval kitap geldi. Kitabın kıymeti işte bu kadar bu memlekette.” (s. 14)
“Eşref Baba olsaydı yine elimden tutardı. Pazar yerinde bir tezgâh bulurdu bana. Ama kitap satmazdım abi, inan ki ben bu memlekette kitaptan çok çengelli iğne ve nazar boncuğundan para kazandım.” (s. 137)
Romanda farklı anlatım teknikleri ve anlatıcıları kullanılmış. Bazı bölümler hakîm bakış açısı bazı bölümler kahraman bakış açısıyla anlatılmış. Aynı bölümde iki bakış açısı ve anlatıcısının kullanıldığını da görebiliyoruz. Romanın sonlarına doğru ana kahraman Yetkin anlatamayacak duruma geldiği için kahraman anlatıcıların arttığını görüyoruz. İhsan Pekyaman, Sedef Köklüce, Sadi Tükenmez, Fulya Enginova, mektuplarıyla Numan mikrofonu eline alıp geri dönüş tekniğiyle farklı açılarla okuyucuya anlatıyor. Eserde dikkat çeken motiflerden birisi rüyadır. Meserret’in rüyaları yaklaşan felaketin habercisi oluyor. Yeşilçam filmlerindeki köyün delisi rolünü iyi kalpliliği, saf düşüncesiyle gelecekteki felaketleri görme işi Meserret’e verilmiş. ” Sonra abi, sen hazırlanmışsın; ‘Ben toplantıya gidiyorum eyvallah!’ diyorsun ve çıkarken Sedef teyzem ‘Gitme oğlum hava bozuyor!’ diyor. ‘Anne gitmem lazım, önemli bir toplantı!’ diyorsun. Biz de Gülhayat’la iddiaya tutuşuyoruz. Yağmur yağacak mı yağmayacak mı? Ben yağacak diyorum, o yağmayacak… Öyleyse ebe kim olursa o kazansın diyoruz” (s. 447) sözleriyle Meserret rüyasını anlatıyor. Abdala malum olurmuş durumu gerçekleşiyor.
Sevinç Çokum’un dili özgünleşmiş. Kahramanlarına sık rastlanmayan isimler vererek okuyucunun dikkatini çeken yazar bu eserde dilimize yeni kelimeler kazandırmaya çalışmış. Hafiften kar yağışı anlamında “karsımak” kelimesini türetmiş. Yazarın bir başka buluşu plaket yerine “alkı” veya “alkışlık” kelimelerini kullanmasıdır. Alkışlık kelimesini sevdim. Güneş Dil Teoremini savunmasam da kelimelere Türkçe karşılık bulmayı seviyorum. Bunun yanı sıra yanpiri, çerkeşleyip kelimeleri de ilgimi çekti.
Bazı yerlerde edebi dil ilginç benzetmelerle sağlanmış. ” Gözlerinin koyuluğu yıldızlanıyordu ondan söz ederken.” (s. 94) Gözleri doldu anlamında genellikle bulutlanmak kullanılır.
“Artık Babil Kulesi’ne döndü kafam.” (s. 125)
Eserde kahramanların ölümünden duyulan üzüntüyle dil şiirsel hale getirilmiş. Bu şiirsel dil duygu yoğunluğunu artırıyor. Kahramanlardan Atalay Dizdaroğlu’nun “Aralık Kapıdan Görülenler” eserinin ilk sayfası olarak verdiği cümleler şiir dili ile roman yazanlara meydan okuma niteliği taşır. “Merhamet kapılarını yedi başlı ejderhalar tuttuğunda dürüstlük olmayacak, aşklar da… Düşman her yerde… Yasaklanmış kalpler sönük, bakışlar kırık ve donuk… Ne bir hatıra ne övünç dolu bir satır ne de hakikati yazan sahifeler… Yüzlerine karanlık vurmuş kulelerden, mahkumların solgun gözleriyle aydınlanacak sabahlar. Şarkıların yerini hoyrat haykırışlar alacak… Kamçıların sesi koridorlar boyu dalgalanacak. Sır dolu duvarlarla çevrili bahçelerin aydınlanmayan şafağından süzülmüş bir keder tortusu olacak yaşamak…” (s. 209)
Dilin güzelliğini yansıtan cümlelerin okuyucuyu edebi zevke doyuracak kadar çok. Altını çizdiğim cümlelerden bazıları:
“Odasına çekilse, kapısı kapalı olsa da kapı onun yüzü olur, sessiz, kaşları çatık duruşuyla bize bakardı.” (s. 39)
“Uzun günler yaza yakışıyor; güneş bile oyalanıyor tembel tembel, aydınlığını, sıcaklığını çekmiyor denizlerin, tepelerin eteklerinden.” s. 378
“İnsan daima acı çeken, yaralı bir varlıktır, daima kan kaybederek yaşayan…” (s. 414)
“Sanatçılar aslında yalnızdırlar ve onlar yeryüzünün göçebeleridir” (s. 418)
” Baba, sırtında bir ceket gibidir” (s. 166) sözüyle Hasan Ali Toptaş’ın “Babalarımız alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” cümlesine meydan okur.
Edebî kültürü iyi olanlar okuduğu romanlarda başka edebî eserlerin isimlerini görmekten mutluluk duyarlar. “Yüzünü Sıyır Karanlığından”da neredeyse edebî eserler geçidi vardır. Anna Karanina (Tolstoy), Doktor Jivago (Pasternak), Mavi Sürgün (Halikarnas Balıkçısı), Kibarlık Budalası (Molière), Yedekçi (Musahipzade), Pencere (Ahmet Muhip Dıranas), Memleket ( Nazım Hikmet ), Fuzuli’nin usanmaz mı redifli gazeli ve Şikâtetname’si, Bakî’den bir beyit, Kafka’nın mektupları, Dar Kapı (André Gide), Keşanlı Ali Destanı (Haldun Taner) ismi geçen edebî eserlerdir. Özellikle Keşan Ali Destanı üzerinde oldukça durulmuş ve eserin içeriği hakkında diyalog oluşturulmuştur.
Kitabın kapağı önceki eserlerine göre farklı yapılmış. Kitabı okurken kahramanlardan Kumsal’ın sulu boya ile yaptığı “Sevgililer” tablosundan hareketle kapak resminin çizildiğini görüyoruz. Kitapta fazla yer tutmayan bu konunun kapak resmi olmasını yine de yadırgadım. Her ne kadar bireyin iç dünyasını anlatsa da toplumsal konulara oldukça yer vermesi göz önünde bulundurularak toplumsal mesaj veren bir kapak yapılabilirmiş.
Hayatı her tarafından yakalayıp hayatın içindeki bireyin iç dünyasına götüren “Yüzünü Sıyır Karanlığından” Türk edebiyatının temel eserlerinden biri olacağını ümit ediyorum.