Feryal Tilmaç’ın “Sen Yabancı Değilsin” kitabı on dört öyküden oluşuyor. Genellikle kadın kahramanların anlatıcı olduğu öykülerde yazarın konu tekrarına düşmediğini görüyoruz. Her öykünün ayrı bir pencere olduğu eserde “Dünyanın Sesleri”ni ardına kadar açmak istedim.
Öykü, kendisine Rem ismini veren bir kahramanın ütopik bir mekâna gitmesiyle başlıyor. Rem’i oraya götüren Bay T.’dir. Anlaşıldığı üzere kahramanlardan birinin sadece isminin baş harfi verilmiş. Öyküde iki kahramanın ismini, bir kahramanın isminin baş harfini öğreniyoruz. Bu yöntemin kullanılma sebebi olarak isimlerin önemli olmadığı, önemli olanın insanın kendisi olduğunu vurgulamaktır diyebiliriz. Kurulan ütopik yerleşke “dünyanın seslerini iletmek gibi” yüce bir amaca hizmet eder. İnsanlar, kendisine doğdukları zaman dayatılan ismi atıp tamamen kendi tercihi olan ismi alırlar. Kahramanımız Rem ismini tercih etmesini “Yerleşkenin ana kapısından girdiğimizde gördüğüm manzara bana bir Remedios Varo tablosunu hatırlattı. Kulübelerden yayılan turuncu ışık, gökyüzünden aşağı doğru süzülen sis dalgaları ve gecenin göğündeki uzak, ışıltılı ay. Her şey birbirini tamamlar gibiydi. İlk aklıma gelen bu oldu. Hayattan öğrendiğim şeylerden biri bu. Herhangi bir adlandırma için sözcük ya da sözcükler seçeceğinizde genelde en uygunu akla ilk ilk gelen oluyor.” sözleriyle açıklıyor. Oysa orada isim seçilirken açıklama yapma mecburiyeti yoktur. Yerleşkede yaşayanlardan birine de “Hanımefendi” diye hitap ediyorlar. Sebebi kişinin kendisine isim koymak istememesidir. İsimlerin önemsizliği ve isim olacaksa bu tamamen kişinin kendi tercihinin olması gerektiği vurgulanmış.
Yuvarlak masada oturan dört kişinin kıyafeti aynıdır. Tek tip kıyafet yerine göre dayatma anlamına gelse de öyküde toplumsal eşitliği temsil etmiştir. Kıyafetlerin aynı şekil olması renklerinin farklı olmasına engel değildir. Kıyafet renklerinin ayrı oluşunu insanların dünyaya siyah, beyaz, sarı, buğday gibi farklı renklerde gelmesine bağlayabiliriz. İnsanlar her ne kadar farklı renklerde doğsalar da hepsi aynı kalitedeki ve şekildeki deriyle kaplıdır. Masadaki dört kişinin kıyafetleri lacivert, kırmızı, sarı ve mordur. Renklerin anlamlarına bakarsak lacivertin adalet, kırmızının mutluluk, sarının zekâ, mor rengin ise zenginlik olması yerleşkenin niteliklerini belirtir. Bu özelliklerin bulunduğu bir dünya ütopyadır.
“O kadar yakından bakmama karşın hangisi erkektir hangisi kadın anlayamamıştım. Konuşmadıkları sürece anlayacağa da benzemiyordum ve sanırım ilk dersimi o akşam aldım. Kadın ya da erkek ne fark ederdi ki? Topluluk üyelerinin dünyanın farklı yerlerinden gelip birlikte yaşamasının amacı düşünüldüğünde, insan olmak dışında neyin önemi olabilir ki.”
Yerleşkenin, denize yakın olmamasına rağmen gelgitlerin olduğu yerlerdeki gibi direklerin üzerinde oluşu, dünya düzeninden koptuğunu gösteriyor. Dünyaya oturmuş bir mekânın mükemmel olamayacağı düşünülmüş. Dinlenme odalarından bakılınca uçsuz bucaksız günebakan tarlasının görülmesi ideal manzara olarak nitelendirilmiş. Dünyada dinlenmeye değer ne varsa bulunabilen müzik arşivinin olması ve istenilen her kitabın bulunduğu dijital kitaplığın oluşu öykünün bir başka ütopik özelliğidir.