İlkbahar, yaz, sonbahar, kış
Bir yılda dört mevsim var
Bir de Çiğdem Sezer yazmış
Küçük Şeyler Mevsimi var
Küçük Şeyler Mevsimi üç ana bölümden oluşuyor. Birinci bölüm “aramızdan hayat geçti”de Girdap, Cinci Han, Dünya Dönmektedir, Muamma, Gazozuna Dünya, Kayıp Kuşların Saati, Ev İçi Cinleri, Evin Kalbi, Tay Gibi Gitmelere Kıvrak, Bütün Bunlar Mavi Bir At İçindi şiirleri var.
İkinci bölüm “küçük şeyler mevsimi” Ferahnaz, Annemsiz İlk Kış, Küçük Şeyler Mevsimi, Cambaz şiirlerinden oluşur.
Üçüncü bölüm “DİNA” ise sadece Dina şiirinden ibarettir. Bu şiir 48 bölüme ayrılmış. Bölümlerden oluşan Dina anlatım ve şekil itibariyle Ferda’nın habercisi olmuş.
Günümüz şiirleri genellikle konu bütünlüğü olan bir anlatıdan oluşuyor. Şiirsel bir anlatının akıntısında sürüklüyor okuyucuyu. İçinde acının hissini, hayatın inceliklerini barındırıyor. Bir kadının duygularını döküyor okuyucunun önüne, bir nehrin alüvyonlarını denize döküşü gibi.
Trabzonlu şair Ganita’dan Yenicuma yokuşuna tırmandırır bizi. Kolbastıdan bildiğimiz Yenicuma ile aynıdır. Ancak o kadar hareketli değil, şehirlerin değişimine, değişirken gidişine üzgün. İstanbul’a götürür bizi Sulukule’den Aya İrini’ye yürütür. Buralar da kentsel dönüşüm adı altın(d)a yok olup gitmiştir.
“ganita’da gemiler oturuyordu
hüzünlü ev kızları gibi
dalgaları saymakla geçiyordu ömürleri”
( Akşamın İçinden Geçen Kadınlar,
syf. 13)
Evler şairi Behçet Necatigil’e selam söyler
“senli bir ayna hangi pencereye baksam
necatigil’den bu yana bütün evler akrabam” (Muamma, syf. 31)
“kalp kapakçıkları tıkalı evin
onarıp duruyoruz saatleri
zaman körebe oynuyor
duvarlarda elim sende sesleri
karanlık gibi bir şey bu
hiçbir şeye benzemiyor
iki kadın iki gölge
evin kalbine düşüyor”
(Evin Kalbi, syf. 42)
Şiirlerin içine sosyal konular öyle eritilerek dağıtılmış ki kendilerini ara ara gösterip kayboluyorlar.
“kanlarına karışmış dünya bilgisiyle
ışıltılı salonun orta yerinde
Meksikalı bir köylünün
akciğeri karşılığında alınmış
madenden bir biblo gibi
parlak ama cansız
bir biblo gibi
duruyorlar” (Dina, syf. 76)
[dünyanın süt dişleri dökülüyor
“ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar”
sonra bir parantez
(buradan bakınca deniz görünüyor)]
(Dina, syf. 103 )
Kelime oyunları ile ahenk oluşturulmuş,
“dünyanın kabuğu çatladı bundan
benim dünyayla derdim var
derdim var
benim dünyayla alıp veremediğim”
(Dina, syf. 117) dizeleriyle akis (yansıtma) sanatı yapılmış.
Bazı mısralar fark edilmek için bir adım öne çıkar:
“ölüm dediğin gecikmek bazen bir trene”
(Tay Gibi Gitmelere Kıvrak, syf. 44)
“el ayak çekildiğinde aklıma düşen her şeyi
ücra bir yerinde ömrümün
kilitliyorum” (Ferahnaz, syf. 54)
“durup durup gökyüzüne bakmak
hatıralardan tren yapmak sonra”
(Annemsiz İlk Kış, syf. 56)
“düğmesi yanlış iliklenmiş
giysiler gibi sarkıyoruz
birbirimizden”
(Dina 14, syf. 80)
” günde beş vakit, sektirmeden
hayatı kazaya bırakanlar
değil
bizden” (Dina 21, syf. 88)
“kafeste bir karga kadar yalnızız Dina
işe yaramıyor
‘uçuşu hatırla’mak da”
(Dina 28, s. 96)
“yok, ölümün ayakkabılarını
kapı önüne bırakacak kimse”
(Dina 44, syf. 111)
Geçmiş, gözlerinin önünden geçer şairin ve bunu
“unutmak korkunç Dina
unutmamak korkunç”
dizelerini tekrar ederek vurgular. Hayatın akışında olumsuzluklara değinir ve insanları uyandırmak ister. Ancak insanlar uykusundan memnundur.
Kitap birbirine yapışık kelimelerle insanın boğazına tıkanır gibi mısralarla biter :
“kalkmakiçinbirtekkelimebeklşyorum.stop.
dünyanınuykusuçokağıruyandıramadım.stop.”