“Hikâyenin ismi düştü dilime bir gece LÂ.
İLLÂ, dedim.
Bir ömür boyu aradığım hece harfinin LÂ olduğunu bildim.
LÂ: Olumsuzluk eki. Başkaldırı serbestîsi.
Ama değil mi ki tevhid kelimesi de LÂ ile başlar: LÂ ilâhe
Bilinçli kabul kelimesi onun ardından gelir: İllallah.” (s. 7)
384 sayfadan oluşan eser giriş niteliği taşıyan “Lâ Sahifesi”; Cennet Günleri, Yasak Meyve, Serendip Yolu, Atın Bu Hikâyeye Girmesi, Kör Atın Rüyası adında beş bölüm ve bitiş niteliği taşıyan “Nereye Çağırıyorsun” bölümlerinden oluşur.
Çoğumuz biliriz Âdem ile Havva kıssasını. Âdem ile Havva’dan geldik, deriz. İlk insanın duyguları, düşünceleri, çektiği çileleri anlatır. “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” ile başlayıp “Sen orada kan dökücü, fesat çıkarıcı birini mi yaratacaksın?” ile biten bir kitaptır Lâ.
Ne anlattığından ziyade nasıl anlattığının cevabıdır. Hikâyenin sonunu bilsek de olayların nasıl şekilleneceğini büyük bir hevesle okumaya devam ediyoruz.
Önce Âdem sonra Havva yaratılır. Sonra öznesi çift, eylemi tek günah işlenir. Esas âlemden sürgün âlemine gelince hikâyeye Habil ile Kabil eklenir.
Âdem yaratıldığında sonsuz ruhtan bir parça üflendi. “Görünmezini görünüründe kaydetti.” (s. 18) Bu bölümde ışık figürü işlenmiştir. Yaratılışında kötülük yoktu ama kötülüğe karşı bir koruması da yoktu. Ol denildi, oluruna bırakılmadı ama özgür kılındı, seçme hakkına sahip oldu. Melekler sordu: “İbadet eden, günah işlemez melekler varken niye bir halife olsundu.” Zoraki iyi olmanın kıymeti yoktu. Seçme hakkı olanın yaptığı iyilik makbuldü.
Başkaldırır şeytan, emri veren Yaratan olsa da Yaratan’dan başkasına secde etmez. Gururuna yenik düşer. Düşerken kovulmasına sebep olanları beraberinde düşürmek için mühlet ister. Şeytanın, cennette kalmak için yaratılmış Âdem’in yasak meyveyi yiyip sürgün âlemine kovulacağını, bilmesi akıllarda soru işaretidir. Zira Allah’tan başka geleceği bilen yoktur.
Âdem’in cennette canı sıkılır. Âdem’in canı cennette sıkılıyorsa bizim korona günlerinde evde canımızın sıkılması gayet normal dedirtiyor. Havva yaratılır. Âdem, cennetin cemicümlesinden daha güzel bulur Havva’yı. Cennetin en güzeli bir insandır. Öylesine bakar Âdem. İlk adımı Havva atar. Havva yaklaşmasa Âdem’in bir şey yapacağı yok. Havva sorar Âdem’e: “Nereliyim, neredenim? Özüm aslım ne benim?” (s. 70) İlk kadın sormaya başlar. Âdem sevdiğinin ismini koyar: Havva. Ve ilk kadın konuşmaya başlar. “Ben senin eğe kemiğinim. Bak tam şuranda bir boşluk. Ben olmazsam sende bir yokluk ki ne yokluk.” (s. 70) Artık susmaz. “O kadar kelimeyi aklında tutmuş öğrenmiş birisi (Âdem), bir türlü Havva’yı tam anlamıyla anlayıp kavrayamadı.” (s. 76) “Belli ki o, saf değil, sarmaşıktı. Berrak değil katışıktı, kadındı, karmaşıktı.” (s. 76) Kadını anlamak zordu.
Cennetten kovulan şeytan (tekrar cennete nasıl girdiği merak konusu) Âdem ile Havva’ya yasak meyvenin yerini gösterdi.
İlk günahın işlendiği, sevdiğini kaybettiğinin anlaşıldığı, doğrultulan silahın tetiğinin çekildiği, yağlı urganın boyna geçtiği an gibi Âdem yasak meyveyi yedi. “Yasak” kelimesinin cazibesi cezayı beraberinde getirdi. Hırsızlık yaparken yakalanmış gibi, büyük bir yalanın ortaya çıkması gibi, sizi her zaman giyinik görenlere çırılçıplak yakalanmış gibi, içine girmek için yerin yarılmasını bekler gibi utanmıştı Âdem.
Şeytan zorlamamıştı. Şeytan sebep değil bahaneydi. Artık Âdem’in şeytandan farkı kalmamıştı. Çünkü o da asilik etmişti. Pişmanlığın verdiği burukluk, acaba affedilir miyim umudu vardı. Kelimelerin yettiği kadar özür diledi, yetmediği yerde gözyaşı döktü Âdem. Suçu birlikte işlediler, işlenen suçta birbirlerine mesuliyet yüklemediler. Ancak af dileyen sadece Âdem oldu.
Birden Havva geldi aklına. Engin denizleri aştı. Dağları, ovaları geçti. Sonunda Havva’yı buldu. Havva’nın da çok yol kat ettiği ayaklarından belliydi. “Dünya yüzünde gördüğü en güzel yüze baktı bir kez daha Âdem.” (s.213) Zaten yeryüzünde Havva’dan başkası da yoktu. Havva’yı bulunca dünya cennet oldu. “İkişerli onlarca kez Âdem’ler dünyaya geldi.” (s. 221) Hepsi bir yana Habil ile Kabil hikâyesi başladı.
Romanda at figürü de hatırı sayılır bir yer tutar. “Atın Bu Hikâyeye Girmesi” bölümünde bir at ortaya çıkar. Önce yabani sonra evcil olur. At, doğururken ölür. Kabil atın ölümüne üzülür ve ağlar. Zalimce kardeşini öldürecek birinin atın ölümüne üzülmesi insanın nasıl değişebileceğinin örneğidir. At, eserde Kabil’e ölümü tanıtan, ecel atı deyiminden hareketle ölümün habercisi olan bir figürdür. Doğan at kör doğmuş, kardeşin kardeşi öldürmesini gözleriyle görmemiştir.
“Dünya benim etrafımda dönmüyorsa eğer başka hiçbir şeyin de etrafında dönmemeli.” (s.263) diyen Kabil bencilliğin zirvesine ulaşır. Habil’den ziyade Kabil’in üzerinde durulur. İnsanlar, itaatkârlardan çok asiler için çaba harcar. Âdem, Sidre’yi kimin hak ettiğini belirlemek için kurban adamalarını ister. Kimse Sidre’nin rızasını sormaz. Kabil malından bir parçasını Habil ise her şeyini adar. Bu bölümde kurban kavramı üzerinde durulmuş. Verilen kurban ne kadar canımızı yakıyorsa o kadar değerlidir. Bu yüzden Sidre’yi Habil hak etmiştir.
Kabil, Kötülük Bildirgesinde “başkaldırı güçlülerin harcıdır./ zayıflar bu emaneti taşıyamaz ruhlarınız / gibi bedenleriniz de bu yükü sırtlayamaz.” diyerek Âdem üzerinden kendini eleştirenlere mesaj verir. Bu bölüm tamamen küçük harflerden oluşur. Başkaldırının olduğu satırlarda büyük harf kurallarına uyulmayarak dil bilgisine de karşı çıkılmıştır. Çok dil döken, önüne set olan Âdem, bir türlü ilk kanın dökülmesine engel olamaz. Elma ağacının dibinde bulduğu Habil’i el büyüklüğünde bir taşla vurarak öldürür Kabil. Habil genellikle bir ağaç dibinde görülür ve bu bölümlerde ağaç figürü ortaya çıkar. Bir evladının katil diğer evladının maktul oluşuna anne yüreğinin acısı anlatılamayacağı için Havva ikinci planda kalır. Gerçekleşecek felaketler Havva’nın rüyalarıyla sezdirilir.
Habil’i öldürür Kabil. Kör at gözleri görmese de kaçar gibi koşar. Dayanamaz böyle bir olaya. Bir karga Habil’i gömmesini işaret eder Kabil’e. “Kanatlarının ucundan bir tüy düştü döne döne. Gömecek bir kardeşi yoktu onun, o ( karga) bile kardeşini öldürmemişti.” (s. 341)
Âdem’i bu olay perişan etti. “Yalnız gelmişti dünyaya Âdem, demek ki yalnız gidecekti.” (s.380)