İlk basımı 1972’de yapılan Hüseyin Nihal Atsız’ın Ruh Adam’ı son zamanlarda okuduğum en etkili romanlardandır. Ahmet Bican Ercilasun’a göre Türk edebiyatının en iyi on romanı arasındadır.
Romanın ana kahramanı Selim Pusat’tır. Eserde isimlerin anlamları ile kahramanların kişilikleri arasında bağ kurulmuştur. Pusat kelimesi “doğru silah” anlamındadır. Kitabı okurken değerlerimiz açısından baktığımızda Selim Pusat itici hatta nefret edilen bir kahraman olarak karşımıza çıkabilir. Karısı Ayşe’ye karşı sadakatsizliği ve tavrı, kralcı olması münasebetiyle cumhuriyet değerlerine ters düşmesi bizde kahramana karşı tepki oluşturabilir. Kanunlar açısından akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan birine ceza veremiyorsak Selim Pusat’ı değerlendirirken bu hususu göz önünde bulundurmamız gerekmektedir. Yani kahramanımız iyi analiz edilmesi gerekir.
Hüseyin Nihal Atsız’a göre zaman bir bütündür. Dilimlere bölünemez. Selim Pusat da arketip bir kişiliktir. Bunu eserin birinci bölümünde geçen Uygur masalından anlıyoruz. Masala göre Kamlançu ülkesinde Yüzbaşı Burkay ağacın altında bir kız görür. Ağaç motifi Türk destanlarında sıklıkla geçse de buradaki ağaç farklıdır. Oğuz Kağan destanındaki ağacın kovuğunda ışıktan kız bulunması açısından benzerlik taşır. Anacak daha ziyade meyvesi yenilmemesi gereken yasak ağaç özelliği taşır. Yeşil, parlak gözlü kızın adı Açığma-Kün’dür. Gözlerinin parlak oluşu ışıktan gelir. Işık romandaki en yaygın motiftir. Burkay, kıza âşık olur. Ancak Açığma-Kün ile evlenebilmesi için mevcut eşini Ejderler Kağanı Moronta’ya kurban vermesi gerekir. Burkay, evdeşini ejdere kurban eder ve Açığma-Kün’ü alır. Ancak sevmeye doyamaz. Çünkü Açığma-Kün “Ben de ızdırap çekiyorum” der de bir türlü Burkay’a “Seni seviyorum” demez. Burkay’sa kahrından ölür. Burkay iki bin yıl sonra Selim Pusat’ın vücudunda tekrar ortaya çıkar.
Pusat hayatını tamamen askerliğe adamış biridir. Onu tatmine ulaştıracak tek unsur askerlikte kazanacağı başarılar ve alacağı rütbelerdir. Burkay gibi yüzbaşı rütbesindedir. Kralcı fikirleri yüzünden tüm rütbeleri sökülür ve askeriyeden ihraç edilir. “Bu rejime yemin vermiş olduğum halde fikren kralcıyım. Çünkü birinci sınıf askerler ancak krallıkta çıkar.” (s.37 ) Her şeyi askerlik olan Pusat’ın askerliği elinden alınmıştır. Karşımızda her şeyini kaybetmiş bir kahraman bulunmaktadır.
Romanın bir başka kahramanı Pusat’ın Harp Okulundan arkadaşı Şeref’tir. Pusat’a rütbesi sökülünce “Tiyatro bitti. Beklemeye lüzum görmüyorum!” (s. 50) yazılı not bırakarak kalbine ateş etmek suretiyle intihar eder. İsminin anlamına nail olur. Şeref, romanın genelinde Pusat’ın vicdanı görevini üstlenecektir. En önemli karar aşamasında Şeref’in hayali ortaya çıkıp Pusat’a akıl verecektir.
Selim Pusat alkolün ölçüsünü kaçırıp geceleri Şeref’in mezarına gitmektedir. Çamlı Koru’da çam ağacının altında, bir bankta, sakin bir ortamda kafa dinlerken bir fısıltı işitir. Esrarengiz ses şiir okumaktadır:
“Kalbim benim olsun diyorum, çünkü mukadder…
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök ver!
Yoktur öte âlemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni bundan kaçamazsın…” ( s. 76 )
Bu davet Pusat’ın arkaik geçmişinden gelmektedir. Yine bir ağaç altında ve yasak meyve ile karşılaşılmıştır. Bankta bir kadın görülür. Kadın kendini Leyla Mutlak olarak tanıtır. “Mutlak seveceksin” sözü ile ilişkilendirilir. Leyla kelimesi Arapça “gece” anlamına gelen leyl kökünden gelmektedir. Romanda Leyla Mutlak hep geceleri ortaya çıkar. Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzâde Mustafa’nın torunlarından olan Leyla’nın gerçek soyadı Hanzâde’dir. Aynı zamanda tahtın varisidir. Hanedan soyundan oluşu Pusat’a sempatik gelir. Leyla Hanzâde, Pusat’ın hayalinde yaşattığı ve halüsinasyon gördüğü zamanlardaki kahramanlardan biridir.
Bir başka kahraman Pusat’ın karısı Ayşe’dir. O da Burkay’ın evdeşi gibi vefakâr, sadık, kocası için her zorluğa katlanan, sıkıntılarını sineye çeken biridir. Çektiği sıkıntılardan ötürü ağlamış, oğlu Tosun’a ağlama sebebini hastalık olarak açıklamıştır. Tosun’a göre sadece hasta olanlar ağlar. Kocasının fikirleri yüzünden görevden alınmış, üç yıl sonra göreve dönmüştür. Ayşe çekiği sıkıntılar ve kötü günlerden sonraki ruh halini Abdülhak Hamit Tarhan’ın “Makber” şiirinden “Gönlüm dolu âh u zâr kaldı…” dizesiyle ifade eder. “Bir gönülün âh u zâr ile dolmasının ne demek olduğunu gönlü rahat olanlar anlayamazdı.” (s.30)
Selim Pusat için aşk-ı memnu Güntülü’dür. Herhangi bir şiirden mısra okunduğunda aruz kalıbını anında bulabilecek, bir aruz kalıbı söylendiğinde o kalıba uygun ezberden şiir okuyabilecek edebiyat bilgisine sahip bir öğrencidir. Kendine güvenen her edebiyat öğretmeni Güntülü gibi öğrencisi olmasını ister. Ancak kadın bir öğretmense kocası Selim gibi olmayacak veya kocasıyla öğrencisini tanıştırmayacak. Ayşe’nin üç başarılı öğrencisi Aydolu, Nurkan ve Güntülü eve Selim ile tanışmaya gelirler. İlk zamanlar “kahraman kızlar” şeklinde ifade edilen bu kızlar isimlerindeki ışık anlamı ortaklığından “ışık kızlar” olarak nitelendirilir. Aydolu ve Nurkan daha güzel olmalarına rağmen hırçın ve yırtıcı bakışıyla Güntülü daha çok ilgi çeker. Pusat ruh halinde Güntülü ile konuşur. Çamlı Koru’daki fısıltılı ses Güntülü’nün sesine benzemektedir. Güntülü o şiiri ezbere okuyabilmektedir. İlk bölümdeki Açığma-Kün iki bin yıl sonra Güntülü olarak görülür. Ayrıca Pusat’ın arkaik kişiliğinde Mete Han’ın askerlerinden sevdiğine ok atamayıp idam edilen asker de vardır. Güntülü de ok atılamayan kişidir. Bu konuşmaların ardından ve veda çayı programından sonra Pusat’ı güneş değil gün çarpmıştır. Yek’in ifadesiyle gün değil Güntülü çarpmıştır. Pusat’ı suçlu kılan Güntülü’ye yazdığı fakat geri gönderilen şiir türünde mektuptur. Geri Gelen Mektup romana bambaşka bir değer katmış.
“Ruhum mu ateş, o gözler mi alevden?
Bilmem, bu yanardağ ne biçim korla tutuştu?
Pervane olan kendini gizler mi alevden?
Sen istedin, ondan bu gönül zorla tutuştu…”
…
Gönlümdeki bu azgın devi rüzgârlara attım;
Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım.
Gözler ki birer parçasıdır senden İlâhın,
Gözler ki senin en katı zulmün ve silâhın
Vur şanlı silâhınla, gönül mülkü düzelsin;
Sen öldürüyorken de, vururken de güzelsin!
…
Mehtaplı yüzün tanrıyı kıskandırıyordur.
En sisli şiirden de örülmez bu güzellik.
Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur;
Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik…” (s.244,245)
Selim Pusat, duvardaki çerçeveli büyük resminden iner, oğlu Tosun’u kucağına alıp okşar, ağlayarak gider. Tosun’un annesi çok ağlamıştır. Ancak babası bir kere ağlayıp gitmiştir. Gerçek ile hayallerin karıştığı dünyasında ilerler. Tosun annesine “Ben subay olunca geri gelecek.” der.
Romanın son bölümünde Ülker adlı bir kız ortaya çıkar. Ülker, Uygur Türklerinden iki bin yıl öncesinden Burkay’ın torunudur. Sürekli çok uzaklardan sesler duyar:
“Izdırap çekiyorum; sen de beni seviyor musun?”
“Sus, sus, ben de ızdırap çekiyorum.” (s.298)