Faruk Duman’ın hacimli (563 sayfa) diyebileceğimiz SUS BARBATUS romanı dört ana bölümden oluşmaktadır. Bu dört ana bölüm kendi içinde bölümlere ayrılmış. Alt bölümler en fazla dört sayfa tutuyor. Bu da kitabın okunma zevkini artırmış. Zira uzun paragraflar, uzun bölümler ve küçük yazılar okuyucunun iştiyakını azaltıyor.
Romanda olaylar 1979 kışında geçmektedir. “Dünya yıkılsa, herkesin başına bir iş gelse, askerler, bu devirde, şu 1979 yılında önlerine geleni tutup götürseler de. Gelip Mustafa Öğretmen’e bir şey yapamazlardı.” (s. 191)
Mekân isimleri ilk harfin yanına nokta konularak verilmiş. (H., A. Dağları, Ç. Gölü, Ç., K. Nehri, K.) Yazarın Ardahan doğumlu oluşundan yola çıkacak olursak mekânın Ardahan, Kars, Artvin civarı olduğunu söyleyebiliriz. Ç. Gölü’ derken Çıldır Gölü, A. Dağları derken Allahuekber Dağları, K. kısaltmasından da Kars kastedildiğini düşünüyorum.
Eserin ismi SUS BARBATUS yaban domuzundan geliyor. Pembe renkli, iri cüsseli, ölüsünün bile aç bir kurdu korkutabilecek özellikte bir domuz. Türk edebiyatında geyik, at motifinin sıkça kullanıldığını biliriz. Bunun yanı sıra günlük hayatımıza giren diğer hayvanların da eserlerde yer aldığını görürüz. Müslüman toplumlarda domuzun haram olması SUS BARBATUS romanını şekillendirmiş. Zira eti haram olmayan bir hayvan avlanmış olsaydı paraya dönüşmesi kolaylaşacak bu da romandaki ana çatışmayı ortadan kaldıracaktı.
Romanın büyük bölümünde hakim bakış açısı kullanılmış. Yer yer olaylar kahraman bakış açısıyla da verilmiş. Devrimci bir gencin gelecek umudu, köyün ağasının devleti sahiplenişi bazen de köylünün devlet tanımı kahramanların konuşmalarıyla aktarılmış. “Hem kimse devletin elinden kaçamaz. Devlet ne, işte bütün bu dağ bayır devlet. Buradan nereye kaçacaksın? Bu toprağın altı da devlet.
… Devlet cezalandırır, devletten kimse kaçamaz.”(s. 241)
SUS BARBATUS hem gelenekten hem yenilikten izler taşır. Rüya motifi, geleneksel halk hikayeleri, deyimler, mitolojik ögeler geleneksel kaynaklardan beslendiğini gösterir. (Ali’nin çift başlı kılıcı hikâyesi, Hz. Yusuf hikâyesi, masal anlatan kadın motifindeki Zeyra Nine, avcı hikâyesi, yeşil cin hikâyesi, maymunlar sultanı hikâyesi) Yer yer anlatıcının okuyucu ile konuşması modern roman özelliği katmış. “Neyse, tabii, bu aramızda kalsın, şimdilik bizim arkadaşların bunları bilmesine gerek yok. Zaten bir bakıma akıl yürütüyorum, öylesine yani, durup dururken köylüyü, köylümüzü diyelim, eleştirmek için değil.” (s. 284) Rüya-gerçek, gerçek-hayal karışımı (Kenan kahvede yatarken gözünün üstüne kartalın konması hayal, aynı anda dışarıda köpeğin havlaması gerçek iç içe girmiş; Aynur rüyasında Hüseyin’in evine sis olup anahtar deliğinden girmesinde rüya ile gerçek iç içe girmiş) eserin bir başka yenilikçi özelliğidir.
Romanın girişinde kış tasviri yapılmış. Bu tasvirle okuyucu tabiatın içine çekilmek istenmiş. Bunda da oldukça başarılı olunmuş. Karlı havanın soğuğu, tipinin sertliği ve yüksek tepelerin ürpertici görünümü okuyucuya hissettirilmiş. Böylelikle sanki o karlı mekânda yıllardır yaşıyormuş hissine kapılıyoruz. “Düzlükte birikmiş kar, sabırsızlanmaya başlamıştı. Rüzgâr güçlendikçe alçak tepelerin üstündeki kar yığınları kalın bir tabaka halinde yerlerinden, ansızın biri bir hançer saplamış gibi irkilerek kalkıyor sonra yeniden patırtılar çıkararak uzanıyordu.” (s. 9)
Eserde olaylar çok iyi kurgulanmış, hiçbir olay tesadüfe dayandırılmamıştır. Her gelişen olayın alt yapısı iyi hazırlanılmış. Mesela Kenan’ın SUS BARBATUS’u kolay öldürebilmesi için domuzun daha önceden geyik tarafından kör edilmesi tasarlanmış. Avlanılan hayvanın domuz oluşu olay örgüsünü genişletmiş. Kenan’ın Ç.ye varabilmesi için Tekin’in kamyonu ile mümkün hale gelmiş, Atalay ile Zeynep’in aynı evde yalnız kalabilmeleri için kurt saldırısı düşünülmüş.
Soğuk insanın beynine işliyor. Roman, kurtuluşun olmadığı kış, çıkışın olmadığı kar çölü ve bezdiren tipidir. Soğuğun anlatıldığı cümleler karın yağışı gibi romanın sayfalarına serpiştirilmiş.
“Hiç ısınmayacak, evler buzdan kırım kırım kırılacak gibi görünüyordu. Evlerin bacalarındaki duman bile donmuş da sis olukları gibi görünür olmuştu.” (s.247)
“Gözlerinden sızan yaşlar yanağında donmuştu” (s. 254)
“Havanın içinden yeni bir uğultu geliyordu. Gökyüzünde koyu lacivert bir dalga belirmişti. Belirip kaybolmuştu. Gökyüzü değildi, buz tutmuş koyu lacivert kapkara bir denizdi.” (s. 274)
“Sanki havayı değil de pırıl pırıl buz parçalarını çekiyorsun ciğerlerine. Bu buz parçaları da burnundan çıtırtılar çıkararak geçiyor.” (s. 299)
“Araba ağırlaştıkça alnından, alnının tam ortasından ter damlaları çıktı, çıkınca da, bu ter damlaları boncuk boncuk düştü.” (s. 312)
“Günaydın dedi doktoru görünce. Ağzından buhar çıktı. Ama bu buhar donarak döküldü atının üzerine.” (s. 430)
“Buz inler, inlediği zaman da, hiç kıpırdamasa bile buzun olduğu yerlerde uğultu eksik olmaz, hele oyukların, mağaraların içinde insanın uğultudan kulakları yarılır.” (s. 517)
SUS BARBATUS’un ruhunun bulut olup gezmesi, Aysel’in bedenine girmesi, Kenan’ın gözünün üstüne kartalın konması esere fantastik özellikler katmış. Bu olağanüstülükler olay örgüsü içinde öyle bir eritilmiş ki hiç yadırganmıyor.
Hayatın işleyişindeki her bir hareketi okuyucuyu sıkmadan göstermiş. Böylelikle okuyucu kendisini olayların içinde buluyor. “Gülşen önce gülümsedi, sonra birden anımsamış gibi ayağa kalktı, tepsiyi yerden aldı, götürüp masanın üstüne bıraktı. Ama o tepsiyi götürürken, bir parça peynir teli düştü yere. Fındık oturduğu yerde duramadı, dizlerinin üstüne yekinip aldı peynir telini, üfleyip ağzına attı.”(s. 148)
“Sağ ol dedi adam, ağzındaki sigarayı aldı, kül daha küllüğe gitmeden, yolda döküldü gazetenin üzerine.” (s. 513)
“Güldü, sigarasının dumanını tavandaki pencereye doğru üfledi. Duman soğukta kırılır gibi oldu sonra halkalandı.” (s. 540)
Bir şey en iyi zıddıyla anlatılır düşüncesinden yola çıkılarak zıtlıklardan faydalanmış. Kahramanlar düşsel olarak bulunduğu şartların dışına çıktığında ateş ve sıcak ile karşılaşıyoruz. “Kar, sıcak alanları iyi bilir.” (s. 13)
“Ayazın sızısıyla ateşin dili. Bunlar birbirinin iki kardeşidir ve evvel zamandan bu yana birbirleriyle pek iyi anlaşırlar.” (s. 32)
Eserde oldukça özgün benzetmelere rastlıyoruz:
“Kırmızı kartallar biraz da gökyüzünün kanıdır.” (s. 12)
“O kadar sessizdi ki oda, tüy düşse gürültü çıkarırdı.” (s. 148)
“Buz gölleri gibi olmuştu atın gözü. Ölmüş bitmiş balık gözleri gibi.” (s. 151)
“Hava çok sıcaktı, deniz sahile taşıp duruyordu.” (s. 371)
Atların korkusu özgün ve güzel anlatılmış. “Çıkıp da dört bir yandan fışkırınca atlar da korkuyla gözlerini açıp kapana kısıldıkları için şahlanarak gökyüzüne kaçmaya çalışırlardı. Gökyüzünü adımlayan atlar. Gökyüzünü.”(s. 133)
Bazı yerlerde iddialı öznel tanımlarla karşılaşıyoruz:
“Korku en güçlü fiziksel acılardan beterdir.” (s. 356)
“Dengesini kaybetmiş bir kuş dünyanın en hüzünlü nesnesidir.” (s. 277)
“Dünyanın en tuhaf mahluku, suç işlediğinin bilincinde olan mahluk.” (s. 289)
“İnsanın en zorunlu icadı dildir.” (s. 301)
“İnsanın en güzel ve unutulmaz yanı, arkadaşlar, yalan söyleyebilmesidir.” (s. 384)
“Ölüm en yaşlı tüccardır.” (s. 389)
Romanda dikkat çeken bir başka özellik tek kelimelik veya iki kelimelik vurgulardır. Paragraf o kelime etrafında şekilleniyor. Çaput, kan, Faruk, buz, eğlence paragrafta tek kelimelik ifadelerden bazılarıdır.
“‘Ana’ sözcüğünü düşünüyor sözgelimi. ‘Ana’ tek harftir. Söylenebilecek en basit sözcük. Ortadaki ‘n’yi saymıyoruz. Çünkü o, dilin ‘a’yı uzatması için zorunlu; bir tür görevli harf. İnsan burada söyleyebileceği basit ve akıllıca sözcüğü bulup söylemiş. Çünkü sadece ondan yardım isteyebiliyor.” (s.302) Bu cümleler bana Tahsin Yücel’in “Yalan” romanını hatırlattı. “Yalan”da da kahraman Yusuf Aksu’nun kendi ürettiği dil teorileri vardı.
Romanda başka edebi eserlere de yer verilmiş. Dünya edebiyatından Sefiller, Türk edebiyatından Yaban romanı üzerinde durulmuş. Her iki romanın da devlet-toplum-birey ilişkisini işlemesi SUS BARBATUS ile ilişkilendirilse de eserin içinde eritilmeyip ayrı bir bölüm açılması göze batmış. Sayfa 249’da “bir tutam benzin” kullanımı, çavuşun yirmi ciltlik ansiklopediyi Gülşen’e taşıtması romanda eğreti duran özellikler olmuş.
Yazar kendi ismini kurgunun içine yerleştirdiğini de görüyoruz. Yaralı gencin isminin “Faruk” oluşu, Gülşen ve Aynur’un annesi Fındık’ın anlattığı hikâyede “Duman Dede” geçmesi hem “Faruk” hem de “Duman” kelimelerinin yer almasını sağlamış.
SUS BARBATUS’un Türk edebiyatında kalburüstü eserlerden biri olarak anılacağını düşünüyorum. Edebiyatımızdaki okunması gereken romanlar listesini tekrar elden geçirtecek bir yapıt olmuş. Soğuğu iliklerine kadar hissettiren bu romanın yaz aylarında okunmasını tavsiye ederim.