Dönemin siyasi çalkantısı insanlara, insanlardan devletin tüm şehirlerine, şehirlerin en güzeline İstanbul’a yansımıştır. Ancak tüm sıkıntıya rağmen İstanbul tasvirlere sığmayacak güzelliğini sergilemekten hiçbir dönem çekinmemiştir. Nabizade bu durumu kitabının ilk sayfalarında şöyle dile getirmiş; “Boğaziçi bir “doğal ve gönül çekici güzel bir kadın” kadar sevimlidir demiş olsak, güzelliğini betimlemiş ve özetlemiş olamayız.” Ancak kendisi naçizane kanaatimi doğrularcasına bu güzellik karşısında “Bu konuda kalemimizi yormaya çalışmayacağız. Şu kadar diyeceğiz ki, güzel bir yüze parlak bir gülümseme ne kadar yakışırsa Boğaziçi’ne de mehtap o derece yakışmaktadır.” diyerek bu güzellik çıkmazından sıyrılmıştır.
“Beklemediği bir mutluluğa ulaşanlar için memnunluğun o derecesiyle yetinmeyip, gözlerini özlemlerinin ötesine dikmek, hemen hemen genel bir kuraldır.” der sayfalar kitabın ortalarına doğru seyrederken. Mutluluk nedir veya özlem? İşte hayatın sormamız gereken temel sorulardan biridir. Bilmediğimiz kavramlarla bilmediğimiz bir hayat yaşamak ne kadar mutlu olabilir ki? Her özlem mutluluk veya hüzün mü getirir bazen uzak durmak özlem çekmek daha mı iyidir aslında?
“Tek başına üç düşmanla pençeleşmeye gücünün bulunduğunu düşünüyordu. Bu mücadele kendisine zevk vermeye başlamıştı. Gerçekten de, böyle gece gündüz çırpınmaktan lezzet duymaktaydı.” gibi kısımlarda da baş karakter “Zehra”nın üzerinden genel bir mücadele hırsını ortaya koyan yazar, insanın mücadele ettikçe yorgun bir şekilde başladığı yarışa sırf yorulmak için devam ettiğini ortaya koymuştur. Yani önemli olan yorulmak değil aslında önemli olan yorulacak bir şeylerin olması. Bazen bu yorgunluklardır insanı diri tutan
“Başkası olsaydı, evin içindeki bu kıskançlıktan mutsuz olurdu. Oysa Suphi, bununla eğleniyordu. Gerek Zehra’yı ve gerek Sırrıcemal’i davranışlarında serbest bırakmıştı; belki de (onları) birbirleri aleyhine kışkırtmaktaydı” bir önceki pasajda örneklenilen ve şimdiki örneğimiz romanda insanları ayakta tutan şeyin içinde mutlaka bir “zarar görme” olgusunun olduğudur. Ya karakter kendisi zarar görecek ya da çevresindekiler zarar görecek temel zevk “zarar” bir başka deyişle “Mazoşizm” peki neden böyle? İnsanın huzurlu olması “zarar”a neden bağlanıyor. Sanırım bu yaşadığımız çağ ile ilgili insan varlığının temel nedenini bulamayınca ve temel ödevlerini kavrayıp yaşamayınca, güzel şeyler ona artık zevk vermez oluyor. Geceyi lambalarla bir süre dövebilirsiniz ama onu yenmek için güneşe ihtiyacınız var.