Ahmet Günbaş’ın şiir ile olan güçlü bağının Çürüntü kitabına yansımasına, onun kaleminden dökülenlere başlamadan önce Çürüntü kavramına değinmekte fayda var. Dört farklı anlamda kullanılıyor: 1- Çürük şeylerin döküntüsü; 2- Çerçöp, süprüntü, döküntü; 3- Pişerken kesilmiş süt; 4- Kömürlerin dokusunu yapan homojen, mikroskobik bileşenler gibi anlamlara geliyor. Bana ilk iki anlam daha yakın geldi.
Ahmet Günbaş’ın Çürüntü kitabıyla yolculuğa çıktığınızda lirizmi güçlü dizelere rastlamak mümkündür. Türk şiirinde önemli bir yere sahip olan duygunun ön plâna çıktığı lirizmi Divan Edebiyatı şairleri de yoğun olarak kullanmıştır. Bu pencereden bakıldığında şairin şiirlerinin kökenini unutmadığını, genlerini taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. “Yusuf’un kuyusuna bahse girerim/ Bu yalnızlık bana az” (s.49), Sustuğun yaraya sayılıyor, farkı yok çürüyenden” (s.56), “Gülü geç, o hiç bizden yana solmadı” (s.53), “Bir salkım sevinçtim şarabı darda… / Yağmurda İzmir’e yakalandım!” (s.87).
Kitaba adını veren Çürüntü şiirinde:
Sorgulayan tavrını diyalektik yönteme dayandıran şair beşerilikten öte geçip Tanrı sorgulamasına metodolojik açıdan yaklaşıyor. İnsan denilen varlığın barındırdığı karşıtlıklar, birbirine zıt tutum ve davranışlar ile nasıl bir canlı olduğunu gözler önüne seriyor.
“Hıncahınç yürüyoruz günbatımına/ Celladımız bile aynı kumaştan” (s.27), “Baktık ki olmayacak/ tarayıp geçtik birbirimizi” (s.71) dizeleriyle “İnsan insanın kurdudur.” diyen ünlü felsefeci Thomas Hobbes ile ortak paydada buluşuyor sanki.
Diğer taraftan tasavvufi konuları işleyen ve Alevi-Bektaşi şairlerinde rastlanan Tekke Edebiyatı nazım türlerinden şathiye türüne yakınlaşmış, ona göz kırpmıştır. Şairin güldürmek, iğnelemek, alaya almak ( tariz) ve mizahi bir üslupla yazdığı şiirleri ile şathiye türü arasında ortak payda oluşturmuştur.
“Say ki tanrısını yitirmiş bir kul/ tapıncıyla çırpınır hâlâ” (s.58), “Araf’ta işler karışık…/ Tanrılar yalvar yakar!..” (s.69), “Nereye hey mini minnacık tanrı? / Nereye kıçı kırık kutsallık” (s.30).
Hemen hemen tüm şiirinde “Tanrı” kavramına yer vermesi, “Allah” kavramını hiç kullanmaması dikkat çekicidir. Zannediyorum “Tanrı” kavramını daha evrensel, daha kapsayıcı olduğu düşüncesinden kaynaklanıyor. Bunlardan bir kısmını vermek isterim.
“Tanrı bile katlayıp koymuşken kutsallığını” (s.5),
“Tanrı kapıyı çalmış, açmamışlar” (s.11),
“Tanrı ilk kulaçta bırakmışken elini” (s.22),
“Tanrı önden gitmezdi asla, kimse duyurmadı bunu” (s.24),
“Son yakarıdan sonra çekip gittiğinde Tanrı” (s.27)
“-Ufarak tanrıların görmediği-/ Din-iman, vicdan filan… geçelim bunları!..” (s.31)
“(Tanrı varsa ölüm de var)” (s.40),
“Ben de şaşırttım Tanrımı/Gizli yangınımla yazdım” (s.113)
Teoloji ile Çürüntü kavramını beşeriyette ve onun çürüntülerinde buluşturmak şiirine inanan şairler de olur. Şairin dili, biçemi, kurgusu, poetik gelişimine de yansır. Poetikasına yansıyan bu etkileşimli yöntem birbirlerini aynı anda, zamanda büyütürler, geliştirirler. İnsanın, şairin sarmalına giren ses, sözcük, imgelem, dizge, fonetik, espas, söz sanatları gibi şiirin ana arterlerinden akan uyum Çürüntü gibi bir eser olarak karşımıza çıkabiliyor. Bu saydıklarımıza ek olarak şiirde omurgayı oluşturan öğeler arasına şairinin duyuş, görüş, seziş gibi kavramları da ekleyebiliriz. Ahmet Günbaş’ın bu kitaptaki erdemi yukarıda saydıklarımdan hiçbirini pas geçmemesidir.
Bilincin bileylenmesi, keskinleşmesi okurda olduğu kadar şairin şiirinde bulunması arzu ediliyorsa şair burada bir kez daha düşünmesi, şiirini ona göre kurgulaması, biçimlendirmesi gerekir elbette. Aksi takdirde müridine mürşit olamayan yalancı derviş konumuna düşmekten öteye gidemez.
Günbaş’ın şiirlerinde olduğu kadar yaşamsal etkinliklerinde de rehberlik etmesini istediği şiirleri özenle seçilmiş, kurgulanmış ve Çürüntü kitabının asıl rengini oluşturmuştur.
Bilinci bileyleyen şiirlerin aydınlattığı yolda en az onun kadar bu yola inanmış, duyarlı, insanı ve doğayı önceleyen okurunu da haklı olarak beklemektedir. “Sulara gömülen Allianoi için” yazdığı şiirinde Allianoi kentinin adeta ağıtını yazmıştır. Şifalı sularının kitap sayfalarından okuruna akıttığı dizeleriyle sanki gün yüzüne çıkarmak istemiştir. Bu öyküye zamansal olmasa da kitap sayfalarında komşuluk eden Afrodisyas kentlerinin ortak adı olmak istemiştir Çürüntü kitabıyla. Dandalaz Köprüsü’nden dörtnala Afrodisyas’a at koşturanların Çürüntü kitabının uğrak yeri olmasını isteyen şair yolda geçerken Karya kelebeklerini görerek at sürmüştür kendi öyküsü içinde. Diğer taraftan toplumun duyarlı bir bölümünün vicdanını yaralayan ölümleri şiirinin içeriğine katmış şair. Bunlardan bazıları: Ali İsmail, Barış Yazgı, 10 Ekim Ankara Gar Katliamı, Ankara yüksek hızlı tren kazası, H.A. Cinozoğlu’nun ölümü…
“Barışım, sudan azizim, bil ki kulağı kirişte kalbimizin” (s.25), “Ey An/karası, yüzkarası, cankarası / tepinsen köpürsen geçmez bu yara!” (s.43), “Ardışık kaç tünel eriminde/ sustuğumuzu da sohbetten saydım bilesiniz” (s.48), “Niye öldün ki Hüseyin/ bu insan kıtlığında”(s.77).
Bir şiirin gücü ölüm sözcüğünü kullanmadan ölümü, ayrılık sözcüğünü kullanmadan ayrılığı, aşk sözcüğünü anlatmadan aşkı anlatmaktır. Okurunu yormadan dili layıkı ile kullanmak, duru bir dille anlaşılırlığı arttırmak, Türkçe’nin gücüne inanmak bir şairin belki de en önemli ibadetidir.
“Her yalnızlık bir kazı alanıdır bilirsin/ Daha bunun Efes’i, şiircesi var” (s.97), “Yığınla yalan dolan, boşluk içinde boşluk/ soldurur seyir defterini, haberin olsun // Unutma, asıl yenilgiler büyük pişmanlıklardan gelir/ Akşamdan sırtını dönmüşse en güvendiğin liman”(s.6) gibi dizeler… Şirince demeden Şirince’yi, ölüm sözcüğünü kullanmadan ölümü anlatması dilin gücü kadar o dili kullanan şairin de kaleminin gücünü de belli eder.
Ahmet Günbaş’ın şiirlerine gitmek, onun rehberliğinde bir yolculuğa çıkmak hem yola hem yolcuya çok şey katacağına inanıyorum. Çürüyen zamanda, mekânda kendini arayanların şiirin yazan şair yalnızlığın kazı alanında başarılı bir kültürü de ortaya çıkarmasını bilmiş ve şiire önemli bir yer açmıştır.
Çürüntü, Hayal Yayınları, İstanbul, 1. Baskı, Mart 2022