SAATLERİ SUSTURDUK, İÇİMİZDEKİ SAATE KULAK VERDİK
DURMUŞ SAATLER DÜKKÂNI/GAMZE GÜLLER
“İÇERİDE KİM VAR?” sorusu ile araladık on dört öykünün kapısını, baktığımız yerden göremiyorsak, görmek istediğimize ulaşamıyorsak mekânı ve bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini fark ettik.
“Uzun süredir gıcırdayan kapıyı açtı ve hızlıca çekerek kapattı. Güm. Aynı anda portmanto dolabının içine girmiş, kapıyı vurmasıyla birlikte, onun da kapağını içeriden çekerek dolabın içine gizlenmişti. Bir iç çekti, ‘Hadi bakalım,’ diye mırıldandı. ‘Hodri meydan!’”
Ve bu üç döngü tekrarlanınca:
“Bitecek. Bu iş bir şekilde bitecek. Buradan çıkması gerek. Çıkıp bu döngüyü kırması, bu evden, bu mahalleden, bu hayattan kurtulması gerek.”
Gemi yanığı Ali, “BELALI GEMİ”yi anlatır uzun uzun… Belalı dünyada yanık yarasıyla ölümü bile farklılaştırır bakış açısı.
“Nereye kaçarsan kaç, ölüm gelip seni buluyor. Belalı olan o gemi değil, bu dünya, diyemedim.”
“Ağır yaralanmış, çok yaşamaz demişti Ayten hemşire. Getirip yatırmışlardı yanıma. Dumanı üstünde, is koka koka. Daha kendi yangınım, içimin acısı dinmemişken, Ali’nin yangını düşmüştü kucağıma.
“Olsun be Ali, bizim böyle ölmemiz bile güzel, biz ışığa dokunduk, bak. Diyemedim.”
Güzelin hayalini gördük, farklı güzellikleri birleştirerek mükemmele ulaşmak istedik, gözümüzün önündekini göremeden “RÜYALARIMIN KADINI” öyküsünde.
“Ve dergilerin birinde yepyeni bir yatak odası takımı gördü. Tam rüyalarının kadınına göre. Tahmin etmişti böyle olacağını. (…) Mutlaka bayılacaktı kadın. Elindeki bütün dergileri bırakıp sadece onu göğsüne sıkıca bastırdı kasaya koşarken. Hiç olmadığı kadar heyecanlanmıştı. İşte tam da o anda çarpıştılar rüyalarının kadınıyla. Kadın harıl harıl dergi sayfalarını karıştırıyordu; başını kaldırdı, bir an için göz göze geldiler. Adam onu tanımadı, üstünkörü bir pardon dedi, yanından geçip gitti.”
“POST MORTEM”de, her gün birbirine bakan ama göremeyen Vedat ile Sevim çıktı karşımıza. Vedat’ın yıllar sonra Sevim’i gerçekten görmesine ve onun sevdiği şeyleri yapmasına şahit olduk.
“’Neden geldik buraya?’ diyorum Sevim’e.
‘Beni görmen için ,’diyor. Bir daha da konuşmuyor.
Sevim’e bakıyorum. Yüzü kül rengi. Gözleri yerlerinden fırlamış gibi görünüyor. Şapkanın altından çıkan saçları eskisi gibi pırıl pırıl sarı değil. Kurumuş samanlar gibi omuzlarına yığılmış. Eldivensiz elleri birer kemik yığını, derileri pul pul gerilmiş.
Yaşlı adam Sevim’in arkasına geçip devrilmemesi için bir destek yerleştiriyor.(…)
Makinenin arkasına geçip deklanşöre basıyor. Bastığı fotoğrafı bana verdiğinde Sevim’i yıllar
Sonra ilk defa görüyorum.”
“CAFER” öyküsünde kitaplarla devleştik, büyülü sözcükler aradık.
“Hole açılan genişçe bir oda vardı. Oraya girdik. Üç duvarı kitap raflarıyla çevrili. Tavanlara kadar kitap var.(…) Cafer raftan bir kitap çekti. Kocaman parlak resimli bir kitap. Bak, dedi resimli dünya tarihi .”
“Sözcüklerin büyüsü var. Doğru zamanda doğru şekilde söylendiğinde bir şeyler değişiyor. Açıklamak zor ama biliyorum işte. Ona dev dersem dev olur ama arkadaşım dediğimde yalnızca arkadaşım. Hem belki büyüyünce ben de dev olurum.”
“HAYATIM ROMAN” öyküsünde yazar olmanın zorluklarını yazar- editör, ürün yetkilisi- yazar ve yazar- avukat arasındaki yazışmalardan öğrendik.
“RÜYA TEKERLEĞİ”nde, sabit fikirli olmamayı, nasıl bakarsak öyle göreceğimizi, çeşitli açılardan bakmak gerektiğini anladık.
“Geceleyin gözün ışığı söndüğünde, insan bir kandil yakar kendine; yaşarken ölüye dokunur uykusunda; uyanıkken uyuyana. (Herakleitos,26. Fragman)”
“NEHİR” öyküsünde soğuğu aile sevgimizin gücü, sıcaklığı ile yendik, tüm zamanları bu güç ile aştık. Tuğçe’ye annesinin anlattığı masaldaki çocuğun, ailesi için, en değerli ve ihtiyacı olan şeyi -sahip olduğu tek şey olan tek eldiveni, çok soğuğa rağmen donmayı göze alarak- feda etmek istemesi bizim de ailemize bakış açımızı değiştiriyor.
“ SONSUZ AŞK”ta, çirkin bir adamın bu nedenle dağda yaşaması, köye indiğinde güzel bir kıza âşık olup onu kaçırması anlatılıyor. Güzelliğin göreceli olduğunu görüyoruz. Sonsuza kadar sürecek bir aşkın büyüsüne kapılıyoruz.
Sözcükler akılda izini kaybettirdiklerinde, hayata ters çevrilmiş dürbünden baktık geçmişi bulmak için “SÖZCÜKLERİN TORTUSU” öyküsünde.
“Sözcükler ne zaman kaybolmaya başladı. Önce tınılarını yitirir gibi oldular. Ardından renklerini. Arada bir yerde dokularını kaybettiler. Kâğıt üzerinde başka, zihnindeki boşlukta başka. Nasıl oluyor da bir sözcük izini kaybettirebiliyor aklında? Yazdığında var, düşündüğünde yok. Gevşek, delikli, geçirgen. İçine bambaşka anlamlar alıp büyüyor. Sonra deliklerin hepsinden sızıyor, akıp gidiyor. Tortu. Sözcüklerin tortusu var yalnızca. Tutmaya çalışıyor, olmuyor. Parmaklarının arasından akıp giden su gibi. Tutamıyor.”
“Anılar bölüyor düşüncelerini. Uzaklar yakınlaşmış, yakınlar uzaklaşmış. Ters tutulmuş bir dürbünden bakıyor hayata. Dünü düşünmek istediğinde, aklının içi bir yara gibi acıyor. Ama çocukluğu şuracıkta. Elinin, dilinin altında.”
Mutluluğu yakalamak istedik “IŞIĞI YANAN EVLER” de. Hüzünlü evlerin perdesi çekilidir, mutlu evlerin ise ışığı yanmaktadır. İçeride mutluluğu arayan çift, ışığı yanan evlerdeki mutluluğu merak ediyor.
“’Kendi hayatımız dışındaki hayatlar daha cazip görünürdü bana. İyi kötü bir düzen vardı bizim evde de ama ne zaman bir akşam misafirliğe gitse. (…) O evleri bir sinema perdesi izler gibi zihnime kaydederdim.(…)Her şey çok güzeldir. Kötü hiçbir şey olmaz böyle gecelerde. Kimsenin canı yanmaz, kimse üzülmez, kimse yalnız kalmaz…’
‘Akşamları ışığı yanan evlerde , ‘dedi , ‘perdeler hiç örtülmezdi.’”
“Şimdi o pencerelerden birinin önünde duruyoruz. Az sonra içeri gireceğiz.”
“HER ŞEY NASIL BAŞLADI MERAL?” öyküsünde iş için ihmal edilen hayatlar, (annesi, kocası, çocukları…) her şeyden fedakârlık ederek kurulan bir yaşam ve işine çok değer veren bir insanın, bütün hayata bakış açısı ele alınmış. Oysa doktor Meral de herkes gibidir; özler, sever, hastalanır.
“Her şeyin iki dudağının arasında olduğunu bilmezsin Meral. O gelen giden, acı çeken yalvaran gözlerle bakanların hepsi ağzından çıkacak birkaç sözcüğe muhtaç. İyi ya da kötü, umutlu ya da umutsuz her şey sanki senin sihirli sözlerinde. Hasta eden de iyileştiren de senmişsin gibi gözlerini gözlerine diker, kendilerini acındırırlar sana. O Tanrısal gücü elinde tutmuşsun gibi. Sen hiç hastalanmazmışsın gibi.”
“BASİT BİR ÖĞLE YEMEĞİ” öyküsünde Figen’i kıyıda bırakarak gece denize giren arkadaşlarının, Figen’in öldürülüşünden yıllar sonra bir yemekte bir araya gelişleri konu ediliyor. Her arkadaşı Figen’in öldürülüşüne farklı bakış açısı ile bakıyor ve anlamlandırıyor. Arkadaşlarımız ölebilir, önemli olan dostlukları öldürmemektir.
“DURMUŞ SAATLER DÜKKÂNI” öyküsünde çoklu zaman algısı hâkim, bizse zamanı durdurup zamansızlaştık ve ânı yaşadık.
“Nefise Hanım ve Muhittin Bey saatleri hiç sevmezler.”
“Biz çok güzel şarkı söyleriz. Gittiğimiz ülkelerden güzel şeyler alırız. Pazarlığı oranın diliyle yaparız. Maceracı gezginleriz biz, tembel hayalperestleriz. Çılgın mucitleriz, dalgın ehlikeyifler…”
“Koşmak yerine beklemek gerek bazen.”
“ Zaman ışık gibidir tutamazsınız. (…) Ama hayallerinizi geri getirir.”
“Zaman acımasızdır çocuğum. Başa çıkmak için onun gibi olmak gerekir. Boşuna onun önünden koşmayın. Peşinden gitmeyi bilin.”
“O ânı sevdi. Ben de sevdim.(…)Ve saatleri sevmeyiz biz. Eskiden de sevmezdik. Bakın hiç saat yok burada. İçimizin tik takları susana kadar bekleyebiliriz.”
Kısacası biz, içeride kim var diye girdiğimiz kapıdan, öykü koridorlarında gemi yanığı Ali ile karşılaştık, her kadının beğendiği yönlerini birleştirerek hayal kuran fakat gerçek hayatta gözünün önünde olduğu hâlde rüyalarının kadınını göremeyen adamla rastlaştık. Vedat’ın Sevim’i yan yana iken bile yıllar sonra görmesine şahit olduk. Cafer’le tanıştık, yazar ve editörle buluştuk, rüyalarına kızan adamın uykuyu olduğu için uyumamayı seçtiğini gördük. Nehir’de soğuğu iliklerine kadar hissederken tek kalmış eldivenini de vererek ailesine kavuşmak isteyen çocuğu gördük, çirkin adamın hayatının aşkını bulmasına tanıklık ettik. Sözcüklerin tortusunda geçmişin izlerini aradık, akşamları ışığı yanan, mutlu evlere imrendik. Doktor Meral ile tanıştık. Basit bir öğle yemeğinde, dostluğumuzu pekiştirdik. Zamanı durdurup Nefise Hanımla güzel anlar yaşadık. Saatleri susturduk, içimizdeki saate kulak verdik.