Nalân Tuntaş’la Yeni Romanı “Zümrüt” Üzerine Söyleşi
Söyleşi: Merve A.
Nalân Tuntaş’ın son kitabı Zümrüt 2025 yılının ilk ayında Yitik Ülke Yayınları’ndan çıktı. Henüz küçük bir kızken yaşadığı yangın faciasının başlattığı zorlu yaşam serüveni içinde pek çok farklı kişiyi ve yaşamı ruhuna sığdıran güzeller güzeli Zümrüt’ün hikâyesi bizi karşılayan. Başına gelen yangının geride bıraktığı küllerden bir Anka kuşu gibi yeniden doğmayı başaran ve yaşamının her evresinde kendine hayran bırakan bir kadının hikâyesi… Yitirilenlerin karşısında her zaman dik durmayı başarabilen, kendi hesaplaşmaları, vedaları ve küçük mutlulukları arasında sıkışıp kalmış bir kadın…
Birbirinden farklı görünen, ancak bir o kadar da benzer hikâyelerin ruhunda bıraktığı yaraları bir şekilde sarmayı başaran Zümrüt, bütün toplumsal normlara sırt çeviriyor. Yılları hızla arkasında bıraktığını fark edip geçen onca zamanın acımasızlığı karşısında derin bir iç çekerken, durmadan zihnini kurcalayan ve hep unutmak istediği, ancak bir türlü unutamadığı hatıraları ile kendi geçmişine götürüyor bizi.
Öncelikle, romanımla ilgilendiğiniz için teşekkür ediyorum. Zümrüt’ün çocukluğu 50’li yıllara dayanıyor. Benim annemle babam da Cumhuriyet kuşağının çocuklarıydılar. Devrimlerle birlikte büyümüşlerdi. Şimdiki muhafazakârlık akımının tam tersi bir tutuculuk anlayışları vardı. Çocukların aile içindeki eğitimi ciddiye alınırdı. Örneğin, giyimde çok özgürdük. Kotlarımıza, etek boylarımıza, çiçek çocuklarına özenen giyim tarzımıza bir itirazları olmazdı. Ben İzmir Amerikan Kız Lisesi’ni bitirdim. Okulumuzun ortamı da özgürdü. Zümrüt travmalı ve yaralıydı. Ailesini ondan alan bir yangından sağ salim çıkmıştı. Kuşağının adabını, normlarını ona belletecek bir anne ve babası olmadı. Pek de ciddiye almadığı, yaşlı ve cahil bir kadın olan anneannesiyle baş başa kalmıştı. Konuşmayan, diyalog kuramayan, ona hiçbir şey öğretmeyen, yalnızca geç kaldığı zamanlar sinirlenen bir kadın. Zümrüt evin dışında çoğu kız çocuğunun olamayacağı denli özgürdü. Okul sonraları, çoğu ailelerin çocuklarına yasakladığı kasaba dışına çıkar, tarlalar boyunca koşar, çıplak ayaklarıyla dere boyunda yürürdü. Semih onun bir parçasıydı sanki. Birlikte büyümüşler, ne zaman sevgili olduklarını bile anlayamamışlardı. Anneannesi onu izleyemezdi. İşinde gücünde, namazında bir kadındı. Yalnızca hafta sonları onu tutabilmek için ev işlerine boğardı.
Klasik bir soru olacak, fakat böyle bir tür yazmaya sizi iten şey neydi? Eserinizin türünü nasıl adlandırırsınız? Daha önce kaleme aldığınız eserleriniz ile kurduğunuz bir bağ var mı ya da hangi yönleri ile diğer eserlerinizden ayırırsınız Zümrüt’ü?
Bu kurgusal bir roman. Diğer, biri hariç, tüm kitaplarım gibi… Zor Yıllar adlı romanımı dedemin yaşamından yola çıkarak yazmıştım. Kurtuluş Savaşı yıllarında geçiyordu. Ben okuyarak beslenen biriyim. Hayal gücüm de çok geniş. Dolayısıyla bir romanı kurgulamakta çok zorlanmıyorum. Öteki romanlarımla arada bir bağ var: Kasaba yaşantısı. Çocukluğum kasabada geçti. Bir önceki kitabımın adı da Kasabanın Pençeleri’ydi. Küçük yerlerde hayat çocukken güzeldir ama yetişkin, özellikle de geniş bir vizyona sahip bir insan orada yaşamakta zorlanabilir zira dedikodusu boldur. Öteki romanlarımda olduğu gibi ‘Zümrüt’ benden izler taşıyor ama bir otobiyografi değil.
İlk bakışta kitabınıza bir kadın ismini vermenizden yola çıkarak ve ana kahramanınızın kendisi için çizilen sınırları kabul etmeyen ruhunu hissedince toplumsal cinsiyete ilişkin bize söyleyeceklerinizi merak ediyorum. Toplumsal cinsiyetin etkileri çerçevesinde Zümrüt ile bizlere özellikle göstermek istedikleriniz var mı? Varsa nasıl açıklarsınız?
İlk başta şunu belirteyim: Kadına şiddeti şiddetle kınıyorum. Neyse ki gençler, bizim gençliğimizde olduğundan daha çok özgürler. Kadınların çoğu ekonomik özgürlüğe sahip. Erkeğe bağımlı değiller. Ben her şeyin kadında başlayıp yine onda bittiğine inanıyorum. Erkeği yetiştirip onu ilk eğiten, aklına kötülüğü ya da iyiliği sokan anne olduğuna göre kadının eğitimi çok önemlidir. Zümrüt’ün hiç annesi olmadı. Aile bağları nedir, nasıldır, bilmiyor. Yolları, yordam bilmeden aldı. Kaybedecek şeyi yoktu. En yakınında olması gereken kızını bile bir evlilik uğruna gözden çıkardı. İyi bir anne, iyi bir eş olamadı. Hayattan öcünü alırcasına yaşadı. Güçlü ama bir o denli de bencil bir kadın.
Bir çırpıda, soluksuz bir şekilde okuyoruz Zümrüt’ün hikayesini. Pek çok farklı ilişkiye, kişiye ve mekâna götürüyorsunuz bizi. Başta ana kahramanımız olmak üzere gerçek hayatta yaşadığınız olaylar, tanıştığınız kişiler ya da bulunduğunuz mekânların bu hikâyelerdeki etkisi nedir? Doğrudan ilham aldığınız olay(lar) ya da kişi(ler) var mı?
Doğrudan beni etkileyen olaylar okul yıllarımın da aynı dönemlere denk gelişidir. Biz darbeler çağının gençleriydik.
Zümrüt’ün hayatına giren kişiler ve yaşadığı olaylar zincirinde pek çok farklı duyguya sürüklüyorsunuz okuyucuyu. Fakat Zümrüt’ü de her seferinde aynı noktaya döndüren, kendisinde açtığı derin yaraya sıkı sıkı sarılmasına sebep olan ve bütün bunlara rağmen kalbini ısıtan tek bir kişi var: Semih. Semih ve Zümrüt ilişkisinin bütün esere yayıldığını görüyoruz ancak bu ilişkiyi çevreleyen bir dönem var ki, en çok o sayfaları okurken acıyor kalbimiz belki de. Bir önceki sorumla bağlantılı olacak ama mitingler, polisler ve kovalamalarla dolu siyasi olaylar… İki genç insanın siyasi olaylar zinciri içinde bir anlamda hayattan ve hatta hayallerinden kopuşlarını okumak bunların bizzat tecrübe ettiğiniz şeyler olup olmadığını düşündürdü bana. Kendi yaşadığınız ya da çok yakınınızdan duyup, şahit olduğunuz olaylar var mı bu sayfalarda? Çünkü okurken hissettirdikleri çok gerçek.
Zümrüt henüz çiçeği burnunda bir roman olsa da okurlardan gelen yorumlar nasıl? Kitabınızın en çok kadınlara dokunduğunu ve belki de kitaba verdiğiniz isimden dolayı kadın okuyucularınızın çoğunlukta olduğunu/ olacağını düşünüyorum. Erkek bir okuyucunuz da oldu mu sizle düşüncelerini paylaşan?
Şimdilik olumlu yorumlar aldım. Birkaç kadın ve bir de erkek, romandan etkilendiklerini söylediler. Özellikle benim kuşağımdan olanlar… Dilimin çok akıcı olduğunu, konudan, daha çok da Zümrüt’ten çok etkilendiklerini dile getiriyorlar.
Türk ve dünya edebiyatından, yazmaya yaklaşımınızı geliştiren ve size ilham olduğunu düşündüğünüz yazarlar var mı?
Okumayı çok seviyorum. Beni etkileyen onlarca yazar var, ki yazsam sığdıramam, ama ben yine de birkaç isim vereyim: Türk edebiyatından Sabahattin Ali, Oğuz Atay, Yaşar Kemal, Vedat Türkali; dünya edebiyatından ise Dostoyevski, William Faulkner, Vladimir Nabokov, Thomas Mann, Franz Kafka gibi ustalar favorilerim arasında.
Son olarak, halihazırda yazdığınız yeni bir eser var mı? ya da başka bir deyişle edebiyata dair yeni projeleriniz var mı? Nalân Tuntaş bu başarılı romanın ardından neler yapmayı planlıyor?
Şu anda yazdığım bir kitap yok ama zihnimde beliren birtakım konular var. Şimdilik okuma ve biriktirme sürecindeyim.
Zümrüt, Nalân Tuntaş, Yitik Ülke Yayınları, 2025, Roman, 286 sf.