İçimdeki burukluk, “beni asla bırakma” şarkısıyla dans eden kızın, sımsıkı sarıldığı iyi dünyadan koparılmak istenmesindendir.
“Tamamen farklı bir nedenden dolayı ağlıyordum. O gün senin dansını izlediğimde, başka bir şey daha gördüm. Yepyeni bir dünyanın hızla yaklaştığını gördüm. Daha bilimsel, daha verimli bir dünya, evet. Eskiden beri var olan hastalıklara çareler bulunan bir dünya. Çok iyi. Ama aynı zamanda katı, zalim bir dünya. Sonra gözlerini sıkıca kapatmış küçük bir kız gördüm, eski iyi yürekli dünyayı göğsüne yaslanmış, artık kalamayacağını yüreğinde hissettiği bu dünyayı tutuyor ve ona yalvarıyor, onu asla bırakmasın istiyordu. Ben bunu gördüm. Karşımdaki sen değildin aslında, senin dansın değildi bunu biliyorum. Ama seni gördüm ve yüreğim sızladı. Bunu asla unutmadım. “ s.256
Japon asıllı İngiliz romancı Kazuo Ishiguro, 8 Kasım 1954’de Japonyanın Nagazaki kentinde doğdu.
İshiguro 1960 yılında ailesiyle birlikte İngiltere’ye göçtü. Ünivesiyeyi İngiltere’de bitirdikten sonra yaratıcı yazarlık dalında yüksek lisansı yaptı.
1982 yılında İngiliz vatandaşlığına geçti
İngilizce edebiyatın çok sevilen yazarları arasında bulunan Ishiguro, 1989 yılında ise Günden Kalanlar romanıyla Man Booker Prize ödülüne layık görüldü. 2015 yılında ise ” Gömülü Dev ” adlı romanıyla ve “Büyük bir duygusal güce sahip romanlarında, dünyayla bir bağlantımız olduğu yanılsamasının altında yatan dipsiz uçurumu açığa çıkardığı” gerekçesiyle 2017 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.
ESERLERİ
- (1982) (Uzak Tepeler, Can Yayınları, 1992)
- (1986) (Değişen Dünyada Bir Sanatçı, Turkuvaz Y., 2008)
- (1989) (Günden Kalanlar, Can Yayınları, 1993)
- (1995) (Avunamayanlar, YKY, 2009)
- (2000) (Türkçesi: Çocukluğumu Ararken, Epsilon, 2002)
- (2005) Beni Asla Bırakma, YKY, 2007)
- (2015) (Türkçesi: Gömülü Dev, YKY, 2015)
Çeşitli Senaryolar ve Öyküler
Romanlarını tamamı Türkçeye çevrilmiş olan yazarın bir çok öykü kitabı da vardır. Bunlardan sadece Noktrünler Türkçede yayınlanmıştır.
Sinemaya uyarlanan iki ünlü yapıtı ise
- Günden Kalanlar (The Remains of the Day), (Yönetmen: James Ivory, 1993) ve
- Ben Asla Unutma (Never Let Me Go), (Yönetmen: Mark Romanek, 2010) dır.
Romanın Yorumuna gelirsek;
Kitabı kapattığımda şu soruları sordum;
-Dünyaya bir amaç için mi getirildik ya da geldik?
-Kendi İrademizle hayatımızı ne kadar değiştirebiliyoruz?
-Ne kadar ÖZGÜRÜZ?
Ve düşündüm;
Gözümüzün önünde hayatımız, sanki başkasının ellerinde çizilmiş gibi kayıyor!
Bir kukla gibi iple bağlı kollarımız. Kessek, yere yuvarlanmaktan korkuyoruz. Yukarıya bakıyoruz, ipleri yöneteni göremiyoruz. İplerini kesmiş Özgür insanları bulmaya çalışıyoruz, çoğumuz bulamıyoruz! Yöneten olamasak da özgür bir insan olabilir miyiz?
“Hiçbiriniz Amerika’ya gitmeyeceksiniz, hiçbiriniz film yıldızı olmayacaksınız…Hayatlarınız sizin için önceden kararlaştırıldı. Yetişkin olacaksınız ve sizler yaşlanmadan, hatta orta yaşa bile gelmeden, hayati organlarınızı bağışlamaya başlayacaksınız. Her biriniz bu nedenle yaratıldınız. Filmlerini seyrettiğiniz aktörler gibi değilsiniz, benim gibi bile değilsiniz. Bu dünyaya belli bir amaçla getirildiniz ve geleceğiniz, hepinizin geleceği önceden belirlendi… Yakında Hailsham’dan ayrılacaksınız, çok zaman geçmeden organlarınızı bağışlamaya başlayacaksınız. Bunu unutmayın. Doğru düzgün yaşayacaksanız kim olduğunuzu ve sizi nelerin beklediğini bilmeniz gerekir.” (s.83)
Öğretmen Lucy, Hailsham okulunda organ bağışı için klonlanmış öğrencileri bu sözlerle aydınlatırken bir distopya okuduğumuzu algılıyoruz. Yazar sadece organ mafyası ve rantı üzerinden ilerlemiş olsaydı, belki yine kapitalist düzenin o vahşi ve acımasız yönüne tanık olacaktık ama metin bu kadar etkili olmayacaktı. Distopyaların tipik özelliği olan bazı duyguların yoksunluğu, yaşanan alanın kısıtlanması, köle insanlar, bu romanda da yer alıyor. Ama bir şey eksik o da direnen ve özgürlük arayan insanlar. Halbuki 1984, Cesur Yeni Dünya, Biz, Mülksüzler gibi önemli distopyalarda düzene boyun eğmiş kölelerin yanı sıra hep özgürlükleri için savaşan ve bedel ödeyen kahramanlar da vardır.
Modern köleleriz biz!
Romandaki vahşi kapitalizm vurgusu, ezilen insanın işinin zor olduğunu anlatıyor. Bir umut, bir ışık yok yani. Hayatı şekillendiren tüm imkanlardan yararlanan ayrıcalıklı bir sınıf ve çizilen sınırlı distopik dünyada yaşayan kölelerden oluşan, çoğumuzun da içinde bir geniş sınıf.
Buradan bir başkaldırı duygusu çıkar mı, yoksa metin, okuyan kişiyi bir çözümsüz duyguya sürükler mi, bilemiyorum. Bu etkiyi arttırmak için yazarın bir tercihi de olabilir.
Bende uyandırdığı duyguları sorarsanız, düşündüm!
Kendi hayatımı, baş kaldırışlarımı, isyanlarımı.
Kaybetmekten çok daha önemli olan, yeniden kazanmayı umut etmek ve bunun için çalışmak, mücadele etmek, asla vazgeçmemek değil midir?
Kaybetme riski ile susmak ya da özgürlük için savaşmak!
İşte yazarın birçok romanında cevaplamakta güçlük çektiği soru da bu.
Çok ustaca kurgulanmış, gerçekle iç içe geçmiş bir düzen eleştirisi, farklı bir distopya okudum. Duygu düzeyi çok yüksek, çözümsüz bir aşk hikâyesi, sevdiğine sımsıkı sarılmak ve onu asla bırakmamak isteyen bir kız çocuğu. Sanki romana hüzünlü bir keman sesi bana hep eşlik ediyordu. “İçimdeki burukluk, “beni asla bırakma” şarkısıyla dans eden kızın, sımsıkı sarıldığı iyi dünyadan koparılmak istenmesindendir. “Onun için roman bitse de o burukluk bitmiyor.
22 Kasım 2019
Ruhi Türkyılmaz Sanatevi
THKSD Kitaplı Film Günleri Önsözü