Serkan Parlak: Nazan Hanım; ilk öykü kitabınız “Şarkılarını Söylemeyi Unutan Kadınlar” Ayrıkotu Kitap etiketiyle okurla buluştu. Her ne kadar okuma ve yazma deneyimleri, işçilik ve gözlem gücü önemli olsa da öykülerinize başlarken ilham kaynaklarınız neler oldu? Bu soruyla ilişkili olarak şunu da sormak isterim, öykülerinizin ilk taslaklarını nasıl oluşturuyorsunuz?
Nazan Çinko: Benim ilham kaynaklarım dert edindiklerim. Rahatsız olduklarım. O zaman yazma isteği doğuyor içimde. Yaşadığım dönem, toplum, ülkem bu kadar çok sorunla boğuşurken etkilenmemem ve bunları yazmıyor olmam mümkün değildi. Bir film, bir şiir, bir haber derdimi depreştirebilir. Taslaklar beynimde oluşuverir. Kısa notlar alırım. Sonra unuturum. Bir gün aklıma gelir, oturur yazarım. Bazen öyküye dönerler, bazen ısrarla not olarak kalırlar bir köşede.
Serkan Parlak: Öykülerinizin merkez izlekleri: kadınlık- erkeklik durumları, kadın-erkek ilişkileri, ev, çalışma hayatı, dostluk, aşk, aile, evlilik, aldatma, geçmişe özlem ve çocukluk… Bu izleklerin içerdiği etik meseleler-ahlaki çatışmalar- hakkında neler söylemek istersiniz, günümüzün temel yakıcı dertlerini öykü türü aracılığıyla görünür kılmaya çalışırken ne gibi hassasiyetler gözetiyorsunuz?
Nazan Çinko: Günümüzün en temel yakıcı dertleri bir yerlerde hep kadınların, çocukların, hayvanların ve engellilerin şiddete uğruyor olması. Öykülerimde yer alan kahramanlar seslerini duyurmaya çalışan kadınlar çoğunlukla. Yaptığımız ise onların çığlıklarını kurmacalarla duyulur hale getirmek. Bu kadınları görünür hale getirirken kışkırtma yapmak, didaktik olmak uzak durduğum kısımlar, ille de mutlu son yazmak hiç istemem. İrkiltsin öyküler. Huzursuz etsin. Gözettiğim bu. Yan dairedeki komşumuzun çığlığını duyurmalı edebiyat. Dünyanın öbür ucundaki çocuğun açlığını yazmalı roman. İnsanın psikolojik savaşını, iç dünyasını anlatmalı öyküler. Mutlu bir dünyada yaşamıyoruz biz. Sadece mutlu olmak için çabalıyoruz. Öyle olmasaydı kişisel gelişim kitapları bu kadar çok satar mıydı?
Serkan Parlak: Nazan Hanım, hikâyeler iç evrenimizin, kozmik yapımızın yansımaları olarak dünyayı daha katlanılabilir hale getiriyor. Hikâyeler ötekilere yazılıyor, öznel alana hitap ediyor, okurları etkilemeleri gerekiyor. Günlük hayatta katlanamayacağımız gerçekler hikâyede, romanda katlanılır hale geliyor. Deneme türünde yazılar yazdığınızı da biliyorum. Farklı türler arasında gidip gelmek ve karar vermek nasıl bir deneyim sizin için? Ek olarak şunu da sormak istiyorum, odaklandığınız temalardan hareketle özellikle öykü türünü seçmenizin nedeni nedir?
Deneme türünü bahsettiğim gibi sosyal medyada Pazar Yazıları’nda kullanıyorum. Önceden yazıp hazırlamıyorum. Cumartesi gecesi geç vakit oturuyorum bilgisayarın başına. Tamamen o andaki durumuma göre çıkıyor ortaya bir şeyler. Bazen gündemi meşgul eden bir olay, bazen özel bir konu. O anki ruh halimi yansıttığım için samimi oluyor yazılar, okuyucularım seviyor bu tür yazılarımı. Türler arasında gidip gelmenin bir mahsuru var mı ki? İnanın, bilmiyorum.
Genelde konunun özüne, temasına odaklanan bir okurum. Yazarın dili, metnin akıcı olması etkiler beni. Öykü türünü seçmemde odaklandığım konuyu çok kelime sarf etmeden, nokta atışlar yaparak ifade etmek cazip gelmiş olabilir bana. Çok da bilinçli bir seçim değil belki de. Gelişmeler o yola yönlendirdi de diyebiliriz.
Serkan Parlak: Nitelikli kurmaca okurları metni okurken aslında sadece anlatıcı ilgilendirir. Yazar ilgilendirmez, yazarın yaşam öyküsü özellikle. Değerlendirmeler anlatıcı üzerinden yapılır. Kurmaca metinlerde çözülmesi en zor konulardan olan anlatıcı meselesi hakkında öykülerinizde ne gibi problemlerle uğraştınız?
Nazan Çinko: Öykücü olayım diye çıkmamıştım yola. Hatta yazar olmak gibi bir düşüncem de hiç olmamıştı. Ben bir Kimya öğretmeniydim ve emekli olmuştum. Hayatımın en rahat edeceği döneminde kendime iş çıkardım gibi bir durum söz konusu oldu aslında. Bu soruya niye böyle bir cevapla başladım, derseniz, anlatıcı meselesi karabasan gibi benim için. O yüzden içimden nasıl geliyorsa öyle yazıyorum. Tek isteğim yazıyor olmanın büyüsünü yaşamak. Kahramanlarımın sürpriz gelişimini izlemek. Ortaya bir öykü çıkınca şaşırmak, mutlu olmak… Nitelikli kurmaca okurundan özür dilerim.
Serkan Parlak: Dünya ve Türkiye özelinde salgın, iklim krizi, savaşlar, ırkçılık, şiddet, göçler ve temel eşitsizlikler üzerinden düşündüğümüzde bu zorlu günleri yazı aracılığıyla daha az hasarla atlatabilmemiz mümkün mü sizce?
Nazan Çinko: Keşke ve de umarım. Yazan biri olarak yazmanın bir terapi gibi geldiğini söyleyebilirim. Çalışma masam sığınılacak bir limandır benim için. Okur olarak ise şöyle cevaplasam bu soruyu. Kitap okumak rahatlatır beni. Hafifletir, iyi hissettirir. Kötünün içindeki iyiyi, iyinin içindeki kötüyü ayırt etmemi sağlar. Aynı dertlerle kavrulduğumuzu, aynı yolun yolcusu olduğunu gösterir. Farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda, farklı kimliklerde olsak da insan olarak birbirimizden farkımız olmadığımızı anlarım. Bu da bana dünyayı daha katlanır hale getirir.
Serkan Parlak: Nazan Hanım, son günlerde neler okudunuz?
Serkan Parlak: Öykü türünde başucu yazarlarınız kimler, başucu kitaplarınız hangileri?
Nazan Çinko: İlk sırada Trevor diyebilirim. Onun sakin ilerleyen öykülerine bayılıyorum. Selçuk Baran. Sık sık okurum. İlham veriyor bana. Selim İleri. Onun geçmişe ait kurmaca ile otobiyografi arasında gidip gelen öyküleri esin kaynağım.