Mağara Arkadaşları, [1] Ayfer Tunç’un yazdığı ikinci öykü kitabı. 1989 Yunus Nadi Ödülü’nü alan ilk öykü kitabı ise Saklı Bahçe adını taşıyor. İlk olarak 1996’da YKY etiketiyle yayımlanan Mağara Arkadaşları’nın üzerinden dile kolay yirmi dört yıl geçmiş, bu sürede Ayfer Tunç yazdığı öykü ve romanlarıyla edebiyat camiasında kendine sağlam bir yer edinmiş.
Mağara Arkadaşları, kitaba adını veren öyküyle beraber Ses Tutsağı, Cinnet Bahçesi, Gençlik Sabah Çiyidir, Küçük Kuyu, Siz ve Şakalarınız, Alafranga İhtiyar ve Ara Renkler Grubu adlarını taşıyan toplam sekiz öyküden oluşuyor. Mısır taneleri misali patlayıp birer romana evrilecek gibi duruyor kitabın birçok öyküsü. Roman olmasa bile en azından novellaya dönüşecek türden olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim öykülerin. Yazarın şu sözleri söylediklerimi destekliyor: “Ben de kısa öyküler yazmıyorum zaten, yazdığım öyküler de sıkıştırılmış romanlar aslında.” [2]
Bu öyküde kutsal metinlere Kur’ân-ı Kerim’in Kehf suresine kadar götürüyor bizleri Ayfer Tunç. Her bir katında değişik mizaçları olan yedi kişinin yaşadığı Ayyıldız Apartmanı öykünün ana kahramanıdır. “Aritmomani yani rakamlarla kafayı bozma (s.13)” hastalığına yakalanmıştır Ayyıldız Apartmanı. Bodrum katı sayılmazsa yedi katlıdır, yedi tepeli şehir İstanbul’daki en eski apartmanlardan biridir. Yedi sayısının kendisi için önemini keşfettiği günlerde yedinci katta yaşayan Ayyaş Yazar, Yedi Samuray’ı, beşinci katta oturan pis ihtiyar Yedi Kocalı Hürmüz müzikalini, ikinci kattaki yirmi bir yaşındaki hafifmeşrep genç kadın Yedi Kadın filmini izlemektedir. Ayyaş Yazar, toplumsal vurdumduymazlığa yumruk gibi inecek “Yedi Uyuyanlar” hikâyesinden hareketle ülkenin sosyal, siyasi ve kültürel durumunu ortaya koyan bir hikâye yazacaktır bu apartmanda. Ayfer Tunç, burada Ayyaş Yazar’ın hikâyesinin yazılış planını da anlatmış. “Hikâyesinin dinsel bir hikâyeden kaynaklanması, Ayyaş Yazar’ı birazcık rahatsız ediyorsa da, bunu unutmaya çalışıyor, bu güzel hikâyeyi yok saymaya gönlü el vermiyordu. Konu derin, hikâye manidardı. (s.21)” sözleriyle bence Tunç, biraz da döneminin edebiyat dünyasına küçük bir eleştiri getirmiş. Ayyıldız Apartmanı’nın tarihçesi üzerine rivayetler ve her katında yaşayanların hüzünlü hayatlarının anlatılması öyküye zenginlik katmış. Bu kısımları okurken Mağara Arkadaşları’ndan yedi yıl sonra 2003’te yayımlanmış benimde geçen yıl okuduğum Mine Söğüt’ün Beş Sevim Apartmanı’nın tarihçesini ve içinde yaşayanların hayatlarını çoğunlukla hüzünle biraz da gülümseyerek hatırladım. Öyküde modernleşmenin şehir üzerindeki olumsuz etkileri büyülü gerçeklik havasında Ayyıldız Apartmanı’nın gözüyle okuyucuya aktarılmış: “Kendinden daha uzun binaların arasından görebildiği kadarıyla şehre son bir kez sevgiyle baktı, kendini tutamadı, birkaç mozaik daha hızla döküldü yere. (s.30)”
Ses Tutsağı’nda başlangıçta bir eğlence olarak güneşin batmasıyla kendini balkona atan, göründüğü kadarıyla gökyüzünü seyredip gecenin sesleri ile oyalanan gencin üst kattan gelen tıkırtılardan yola çıkarak bir aşka yelken açmasının, zamanla kafasında kurguladıklarına inanmasının öyküsünü anlatmış Ayfer Tunç.
Cinnet Bahçesi en çok etkilendiğim öykülerden biri oldu. Müeyyet Bey’in işlediği cinayet üzerine kurgulanan otuz üç sayfalık bu öyküde biraz polisiye tarzın sınırları zorlanmış. Karısı Suna Eren’i öldürmüştür Müeyyet Bey ve cinayetle ilgili hiç konuşmamaktadır. Polis memuru Hidayet Çelebi’nin, patron Hayati Temiz’in, komşu Sabahat Avcı’nın, Uzakdoğu sporları ile ilgilenen serseri ruhlu Kerim Genç’in , kız kardeş Muazzez Güngör’ün, İl Halk Kütüphanesi memuru Sadık Yılmaz’ın, meyhaneci Pala İsmail’in soruşturma havasında anlattıkları doğrultusunda Müeyyet Bey’i cinayete sürükleyen sebepleri anlıyoruz. Modernleşmenin bireyi sürüklediği yalnızlaşma teması ele alınmış. “Asıl katil kim, cinayetin sebebi ne?” sorusunu merak eden okur cevabı da metinden bulabiliyor aslında: “Ancak hiç kimse bu cinayetin nedenini okuyamadı. Bir sürü şey anlatıldı. Hepsinde biraz katil, biraz maktul vardı. (s.71)” Yalnızlaşma temasının yanında, dürüstlük, aldatma, kabadayılık, vefa, üvey baba, üvey kardeş konularına da değinilmiş bu öyküde. Ayfer Tunç’un sonradan yazdığı birçok eserde- özellikle Aziz Bey Hadisesi- Türk sanat müziğine sıkça yer verdiğini biliyoruz. Burada da Kadri Şençalar’ın plağından “Söyleyemem derdimi kimseye derman olmasın diye, ağlayan şu kalbimin sesini ağyar duymasın diye.(s.99)” dinliyoruz adeta.
Geçtiğimiz ay okuduğum Macar yazar Magda Szabo’nun Iza’nın Şarkısı romanı beni “yaşlılık” ve buna bağlı olarak “sevilen kişinin ölümünün ardından duyulan yalnızlık” üzerine epey düşündürmüştü. Mağara Arkadaşları’nda da benzer temanın işlendiği Gençlik Sabah Çiyidir ile Siz ve Şakalarınız öyküleri beni yine aynı atmosfere götürdü.
Gençlik Sabah Çiyidir öyküsünde eşi de dahil bütün dostlarını teker teker kaybeden, bir derviş sabrıyla değil büyük bir sabırsızlıkla ölümü arzulayan adam aynı apartmanın ikinci katında yaşayan kendisi gibi yaşlı kadın komşusundan yeni yılı beraber karşılama daveti alır. Her fırsatta Ahmet Hamdi Tanpınar sevgisinden bahseden Ayfer Tunç, Tanpınar’ın etkisi altında kaldığı hocası Yahya Kemal’i de es geçmemiş bu sefer. Kahramanı yaşlı adama davet öncesi Yahya Kemal’in “Fani ömür biter bir uzun sonbahar olur/ Yaprak, çiçek ve kuş dağılır tarumar olur” dizelerini hatırlattırır Tunç. Konusunun hüznü kelimelere hatta seslere bile yansımış bu öykü gerçekten yüreklere dokunan türden olmuş.
Küçük Kuyu biraz gençlik öyküsü gibi. Arkadaşlarıyla olmaktan bunalan bir gencin otobüse binerek rastgele bir tatil köyünde inmesi, yerleştiği otelde Leyla adında genç bir kadınla yaşadığı gecenin ardından kadının hülyalı bakışlarının kendine has olmadığını öğrenince köyü terk edişi, kadının bakışlarını unutamayıp duyguları ile hesaplaşması anlatıyor bu öyküde.
Alafranga İhtiyar benim en ilginç bulduğum ve en beğendiğim öykülerden biri oldu. Ulvi Efendi’nin konservatuarda hademelik yaparken Hande adında bir kıza tutulmasıyla başlayan klasik Batı müziği aşkını anlattığı için değil asıl beğenme nedenim. Öykünün anlatma yöntemi ve Tanzimat yazarlarını aratmayacak bir dil kullanımı. Ayrıca Ulvi Efendi’nin öyküsünü çevreleyen muharririn de öyküsünü okuyoruz Alafranga İhtiyar’da. Kahramanımız olan muharrir, eski dili kullanma nedenini şöyle açıklıyor: “Bu satırları eski bir lisanla yazmamın iki sebebi var. Birincisi çok basit hoşuma gidiyor da ondan. Gidemez mi? Refik Halid’in, Halid Ziya’nın. M.Ş.E’nin, Reşad Nuri’nin Hüseyin Rahmi’nin, Peyami Safa’nın ve bilhassa Tanpınar’ın kullandığı zengin lisânın dilimin ucunda ve hafızamın tozlanmış hatıralarında aramak, onların eserlerindeki şiirin hasretini çekerek, o şiirin seneler sonra bize kalan kıymetli tortusunu; şiirden gittikçe uzaklaşan, kalınlaşan, kabalaşan, zamana göre yeniden şekillenmiş hayatımızın yeni lisanına bir cila gibi sürüp parlatmak; o şiire ve vukufa ulaşmanın mümkün görünmediğini bile bile taklit etmek, çok hoşuma gidiyor. (s. 155)” Bu öyküde biraz Ataç tarzı dil dışında kullanılan dili beğenmeyenlere de eleştiri hissettim. Ayrıca Ayfer Tunç öyküsünde Tanzimat ve Cumhuriyet dönemi yazarlarını ve eserlerini zikrederek onlara anlamlı bir de selam göndermiş.
Ara Renkler Grubu’nun Camgöbeği adını taşıyan alt öyküsünde yazdan yaza iş yapan eski bir pansiyon sahibi Behiç’in; Gülkurusu’nda Özsevim marka iç çamaşırı satan Bektaş’ın, Limonküfü’nde karısının ölümüyle kendisini de yaşayan bir ölüye dönen bir adamın iç dünyalarına şahit oluyoruz.
Ayfer Tunç, Mağara Arkadaşları’nın ilk basımının ardından eserinin pek ciddiye alınmadığını düşündüğü için “Tamam yazmıyorum artık, ne oluyor ki yazıyorum da.”[4] diyerek ümitsizliğe düşmüş bir dönem. Sonradan aldığı olumlu dönütler yazarı tekrar yazmaya yönlendirmiş. İyi ki bırakmamış Ayfer Tunç yazmayı ve iyi ki bunca güzel eser yazmış.
[1] Ayfer Tunç, Mağara Arkadaşları, Can Yayınları, İstanbul, 2019.
[2] Handan İnci, Ayfer Tunç’la Karanlıkta Kelimeler, Can Yayınları, İstanbul, 2014, s.169
[3] Handan İnci, a.g.e, s.170.
[4] Handan İnci, a.g.e, s.135,136.