Son dönem Türk edebiyatında haklı olarak geniş bir okur kitlesi yakalayan Barış Bıçakçı’nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz, Sinek Isırıklarının Müellifi ve Seyrek Yağmur’dan sonra okuduğum dördüncü kitabı oldu Aramızdaki En Kısa Mesafe. İlk basımı 2003’te yapılan eserde arka kapak yazısında da belirtildiği gibi bir çocuğun gözünden aynı soyadı etrafında toplanmış beş kişilik bir aile öyküsü anlatılıyor.
Sımsıcacık yirmi dört öyküden adeta kısa bir romana evrilen bu esere hemen kaptırıveriyor kendini okur. Özellikle 1980’lerde çocukluğunu, 1990’larda gençliğini yaşamış okur bir nostalji yaşıyor adeta. Pul koleksiyonu yaptığımız, marketlerin olmadığı dönemlerde bakkaldan ekmek, yoğurt aldığımız, radyo oyunlarını ertesi gün ne olacak diyerek merakla beklediğimiz, sokakta, parkta kaybolduğumuzda hiç tereddütsüz etrafındaki birine güvenebildiğimiz, soğuk kış gecelerinde “Boza!” nidalarını işittiğimiz, yaz tatillerinde akrabalarımızın yanında tatilimizi geçirebildiğimiz, anneannelerimizin babaannelerimizin huzurevlerinde değil de bizlerin yanında olduğu, ölen civcivlerimiz için gözyaşı döktüğümüz, yaralı köpeğimize çareler aradığımız, meltem sakızının kokusunu içimizde duyduğumuz, akraba düğünlerinde ailecek gelin odasına doluştuğumuz, ilk aşklarımızı masumca yaşadığımız, seyrettiğimiz film yıldızlarına âşık olduğumuz o seksenli doksanlı yıllara, geçmişimize götürüyor bizi Bıçakçı.
Sonraki bölümlerde 12 Eylül sürecinde işine uzun süre dönemeyen babanın anlatıcı çocuk ile yaşadığı çatışmalar da ele alınmıştır. Baba işsizliğin ve yaşadıklarının verdiği bir gerginlik yaşamaktadır. Ailenin geçimini sağlamak için aile bireyleri anahtarlık, köfte, boza ve gazete satarlar. Baba bir dönem küçük bir bakkal işletilir. Anlatıcı çocuk babasından çekinmektedir. Babası siyasi nedenlerden dolayı eve gelen arkadaşına yumruk atar, sürekli evde gergin bir ortam oluşturur. Eserde çocuk ve baba arasında birkaç diyalog dışında olumlu pek bir anıya rastlayamayız. “Seyirci” öyküsünde mahkemeyi kazanarak görevine döndüğünü sonradan öğrendiğimiz babanın yazar olmayı amaçlayan çocuğuna tiyatroda rol alma fırsatı oluşturduğunu görürüz. Baba oğul arasındaki gerginlik en çok “Pazar Arabası” adlı öyküde hissedilir. İşsiz olduğu dönemde eski bisikletten bozma bir pazar arabası yapmak isteyen baba, oğlunu bisikletçiye kaynak yapması için gönderir. Anlatıcı çocuk, babasının gerginliğinden kaynak yapılacak yeri bile doğru düzgün anlayamaz ve tamirciye yanlış yeri kaynak yaptırır. “Babam sonunda konuşmasını bitirdi. Elini kaldırıp omzuma koydu ama ben vuracak sanıp irkildim. Birden o da ben de utandık. Çok utandık. Birbirimize bakamadan, başlarımızı eğip öylece kaldık. (s.55)” cümleleri baba oğul ilişkisinin boyutunu gözler önüne serer.
Eserde en güzel öykülerden biri de “Hala Kızları Radyosu” adlı öykü. Hala kızları Nazlı ve Zeynep’in anlatıcı çocukla bir oyunudur aslında radyoculuk oyunu. Kızlar kuzenlerinin burnuna dokunur radyo açılır, kulağını büker radyoda kanal değişir. Zeynep’in İskete Kuşu hikayesi isteği üzerine anlatıcı çocuk daha küçük yaşlarda uçan iskete kuşuna bir öykü kurgular. Öyküye göre iskete kuşu Sinop’tan an Edirne’den yolculuğunu ve doğayı anlatan mektuplar yazar ve bu mektupları bir güvercinle çocuğa gönderir. Ama Balıkesir’de sağ kanadındaki ağrı üzerine gittiği veteriner, mektup yazmayı bırakmasını yoksa yakında kanadını hiç kullanamayacağını söyler iskete kuşuna. Uzun zaman isketesinden mektup alamaz öykü kahramanı. Epey zaman sonra gelen bir mektuptan öğrenir tutsak olduğunu isketesinin. Çocuk gözyaşları içinde mektubunu yastığının altına koyar ve böylece “İskete” hikayesini bitirir anlatıcı çocuk.
Okuyucu sonraki öykülerde büyük zaman sıçramalarını sezmeden çocukların büyüdüğüne şahit olur. Ağabey evlenir, anlatıcı üniversite bitirir, bir ara küçük kardeş evden kaçar, felsefe profesörlüğüne mahkeme kararıyla dönen baba bir gün şubat ayının fırtınalı yağmurlu bir gününde üniversitesindeki odasında ölü bulunur. Kitaba adını veren Aramızdaki En Kısa Mesafe öyküsünde üç kardeş buluşup çocukluklarının geçtiği Keçiören’e gidip geçmişi yâd ederler ve sonrasında akşam yemeği için söz verdikleri annelerine gitmeye karar verirler.
Öyle büyük büyük hikâyelerle heyecandan heyecana sürüklenmediğimiz bu mütevazı eseri özellikle çocukluğuna bir yolculuk yapmayı isteyenlere öneririm.