Bir cenaze töreni. Molly Lane’ı son yolculuğunda yalnız bırakmayan birisi The Judge gazetesinin genel yayın yönetmeni Vernon Halliday, birisi Milenyum için kendisine bir senfoni yazma görevi verilmiş Clive Linley, bir diğeri Dışişleri Bakanı Julian Garmony adlarında eski üç sevgili. Töreni düzenleyen ise Molly Lane’ın eşi, The Judge gazetesinde küçük bir hissesi olan yazar George Lane.
Ian McEwan’ın Man Booker ödüllü Amsterdam’da Düello[1]’su, cenaze töreninde bu ilginç bir tablo ile başlıyor. Karakterler orta ve alt sınıfın dışında elit tabakadan seçilmiş. Romanda yer alan bu ana karakterlerin hepsinin ortak noktası hayatlarının bir döneminde Molly Lane’ın sevgilisi olmaları ama bir şekilde birbirleri ile görüşmeye devam etmeleri. Roman bu kesimin yaşamından izler taşıyor.
Evet, bir anma töreni. Tören, St. James yerine St. Martin’de yapılmalıydı, çünkü burası kendi yayımladığı türde kitapları okuyan o saf tiplerin sevdiği bir yerdi. O zaman St. Martin’de yapılacaktı tören ve konuşmayı da yalnızca kendisi yapacaktı. Birbirlerini süzen eski sevgililer olmayacaktı bu törende. Gülümsedi, kapı zilini çalmak için elini kaldırdı; şimdiden büyük bir keyifle davetli listesi gibi çekici bir konu üzerine kafa yormaya başlamıştı. (s. 140)
Alıntıdan da anlaşılacağı gibi aslında romanın kilit karakteri Molly Lane’ın eşi George Lane. Romanın sonunda yaşananların hepsinin sebebi ebediyete uğurladığı karısının cenazesinde içinde yaşadığı kıskançlık tohumlarıdır. “Basit bir his gibi görünse de, kıskançlık insan duygularının belki de en güçlüsüdür. Çünkü kıskançlık içinde hem nefreti hem de aşkı barındıran bir yapıya sahiptir ve öfkenin tüm katmanlarında yan etki olarak ortaya çıkar. Ardından intikam ve yok etme duygusuna dönüşebilir.” [2]
Romanda ayrıca The Judge gazetesinin genel yayın yönetmeni Vernon Halliday ve müzisyen Clive Linley arasındaki yıllardır devam eden dostlukları üzerinden insanlık, meslekî ahlak, ikiyüzlülük, cinsel tercihlere saygı, adalet sistemi, siyaset, sanatta özgünlük, ikili ilişkilerde kırgınlık gibi konular da masaya yatırılıyor. Okur inceden inceden, keskin mesajlar verilmeden bu konularda düşünmeye davet ediliyor.
İki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silahlı vuruşma ya da sözlü atışma anlamlarına gelen düello denilince aklıma Rus edebiyatının önemli yazarlarından Aleksandr Puşkin’in bir aşk uğruna yapılan düelloda hayatını kaybetmesi geliyor. Amsterdam’da Düello’da ise sonunda kazananın olmadığı bir düello söz konusu. Vernon Holliday’ın çalıştığı gazetede çıkan “Hollanda’da tıp diploması almış bazı ahlaksızların yaşlı insanları para karşılığında imza taklidi ile öldürme (s.113)” haberi iki dostun sonunu hazırlıyor. Buradaki düellonun ana nedeni geçmiş sevgiliye duyulan aşk değil, iki dostun karşılıklı yaptıklarının eleştirilmesinden doğan kırgınlıkları oluyor. Vernon Holliday, dostu Clive’in uyarılarına rağmen George Lane’in karısının geçmişte çektiği, Dışişleri Bakanı Garmony’ın cinsel tercihine dönük fotoğrafları basar. Clive ise beste yapmak için gittiği dağlık bölgede ilham geldiği sırada seri katilin kadının birini darp etmesini görmezden gelmiştir. Clive de Vernon’un istemesine rağmen polise bu bilgiyi vermez. İki arkadaş arasında geçen şu diyalog oldukça çarpıcıdır:
“Hayatta yapmam.”
“Bu adamın kimliğini belirleyebilirsin.”
“Ben bir senfoniyi bitirmeye çalışıyorum…”
(…)”Polise git Clive. Bu senin ahlaki görevin.”
“Bana ahlaki görevden mi söz ediyorsun? Sen mi? Dünyada bu kadar insan varken sen?” dedi Clive.
“Ne demek istiyorsun?”
“Fotoğraflar demek istiyorum. Molly’nin mezarında kemiklerini sızlatman demek istiyorum.” (…)
“Sen hiçbir şey bilmiyorsun Clive. Senin ayrıcalıklı bir yaşantın var, hiçbir şeyle ilgili bir bok bilmiyorsun.”
“Sen biliyorsun demek! Bir adamı işinden etmek. Ucuz gazetecilik yapmak.Kendinle nasıl yaşıyorsun sen? (…)
“ Bazı şeyler senfonilerden önemlidir. Bunlara insan denir.”
“Bu insanlar tirajlar kadar önemli midir Vernon?(s. 96-97)
Her ne kadar Clive, “kendi adına karar alıp onu uygulayamayacak duruma geldiğinde(s.45)” hayatını sonlandırmasına yardımcı olmasını arkadaşından istese de düellonun asıl kaynağı iki dostun arasında yaşanan yukarıdaki diyalog. Peki neden Amsterdam’da oluyor bu düello? Bunun cevabı da romanın içinde saklı.
Romanda irdelenen noktalardan biri de “sanatın özgünlüğü” konusudur. Klasik edebiyatımızda Şeyh Gâlip, Hüsn ü Aşk’ında Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden yararlandığını “Esrârını Mesnevîden aldım /Çaldım velî mîrî malı çaldım (2019. beyit)”[3] dizeleriyle açıkça ifade eder. Postmodern edebiyatın gelenekten yararlanma konusu gündeme geldiğinde de bu beyit sıkça örnek olarak verilir edebiyat çevrelerinde. Amsterdam’da Düello’da eski tip eleştirmenlerden Lanark, Milenyum bestesinin özgün olmadığını anlatmaya çalışır:
“Çok şey duyuyorum. Beethoven’den çaldıklarınla berbat bir şey çıkardığını söylüyorlar ortaya.” (…)
“Sanırım buna örnekleme diyorsun. Ya da postmodern alıntılama. Ama senin modernizmin öncesinde olman gerekmez miydi? (s.129)
Yazar biraz araştırıldığında zaman zaman intihal suçlamalarıyla karşılaştığı görülecektir. Ian McEwan belki de bu konunun cevabını kurmaca yarattığı eleştirmen Lanark’ın ağzından okura söylemiştir.
Amsterdam’da Düello ile tanıştığım yazar Ian McEwan’ın diğer kitaplarını da okuma listeme ekledim bile. Yazarla henüz tanışmadıysanız güzel bir başlangıç kitabı diyebilirim Amsterdam’da Düello için.
[1] Ian McEwan, Amsterdam’da Düello, Çeviren: Ülkem Çorapçı, YKY, İstanbul 2020.
[2] https://www.gnoxis.com/kiskancligin-anatomisi-58889.html
[3] Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk, Metin, Düz yazıya çeviri: Mehmet Nur Doğan, Yelkenli Yayınları, İstanbul 2017, s. 456.