BİR OKURUN GÖZÜNDEN 2021 YILINA ÖYKÜ VE ŞİİR TÜRÜ BAĞLAMINDA GENEL BİR BAKIŞ
Geçen yazımda 2001 yılında korana virüs salgınının bizleri uzunca bir süre evlere kapattığından, bu nedenle okuma anlamında diğer yıllardan çok daha verimli bir yıl geçirdiğimden, teorik okumalarımın yanında edebî metinlerin farklı türlerine okuma listelerimde yer verme fırsatı bulduğumdan bahsetmiştim. Roman türüne ağırlık veren bir okurken son yıllarda günümüz öyküsünü ve şiirini de takip etmeye başladım. Roman türünde Türk edebiyatı kadar dünya edebiyatına da okumalarımda sıkça yer verdiğim halde aynı şeyi çağdaş öykü için uygulayabildiğimi söyleyemeyeceğim. Bunun nedeni romanın uzun soluklu bir tür olması, okurken yazıldığı kültüre adapte olmamın kolaylaştırması. Damıtılmış bir tür olan öyküde karakterlerin, mekânın, zamanın sıkça değişimi çağdaş dünya edebiyatına ait öykülerle pek de bağ kuramamama neden oldu. Bu yüzden de çağdaş Türk edebiyatına ait öykü türünde epey eser okudum. Öykü şiirin kız kardeşidir, şeklinde bir söz vardır. Öykü türü yanında bu yıl oldukça iyi şiir kitapları ile tanıştığımı söyleyebilirim. Merak edenler için 2021’de öykü ve şiir türlerinde beni biraz daha fazla etkileyen beşer eserlik listem şu şekilde:
Emin Gürdamur’un Atları Uçuruma Sürmek ve Herkesten Sonra Gelen kitaplarının ardından bu yıl yayımlanan öykü kitabıdır Yasak Ağacın Altında. Güray Süngü’nün bir programda söylediği, “Her türkü herkes için söylenmez.” cümlesini Gürdamur’a uyarlamak istiyorum. Gürdamur okurunu seçen bir yazar. Okurken Kafka, Gogol, Unamuno, Sadık Hidayet, Oğuz Atay sesi alarak okudum Yasak Ağacın Altında’daki öyküleri. İnsanın karanlık dehlizlerinde ilerlemeyi, tekinsiz sularda yüzmeyi seviyorsanız, modernist, postmodernist metinlerden hoşlanıyorsanız buradaki öyküler size göre. Beş öyküden oluşuyor öykü kitabı. Ölümcül Dalgınlıklar’da bir tren vagonunda kendisi ile yüzleşmemek için uğraşan anlatıcı Metin, Sezin ve trendeki yolcular eşliğinde bize iç dünyasını sunuyor. Yazarın insan dışı varlıkları anlatıcı yaptığını önceki kitaplarından biliyorum. Kızılağaç Yaprağı öyküsündeki gibi farklı bir anlatıcı kullanmış Şeyhin Kalbi’nde Gürdamur. Bir rüyanın peşinde giden Şeyh rüyasını yaşayacak mı? Doğu anlatılarını çağrıştıran muhteşem bir öykü okuyoruz. Yazarları metnin karakteri yapan öyküleri, romanları hep sevdim. Bir yazarın hezeyanına şahit oluruz Makas Payı adlı öyküde. Kurmaca kavramının tartışılmasıyla Unamuno’nun Sis’ine, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunları’na da güzel bir selam vermiş yazar. Bu arada Gogol’ün Burun öyküsü de bir yerden buradayım demiş. Otuz iki sayfanın noktalama işareti kullanılmadan yazıldığı öykü olur mu demedim ben okurken Hesap Günü’nü. Gotik izler taşıyan öykü akıl hastası bir anlatıcı tarafından yazılmış çünkü. Yine göz hizasından eleştiri dikkat çekiyor. Kitaba adını veren elli sayfalık Yasak Ağacın Altında’ya novella demek istiyorum. Babasının metresini öldürdüğü gerekçesi ile on yıl hapis yatan anlatıcı hapishane hayatını, kader mahkûmlarını, toplumsal düzeni, insan, aile ilişkilerini ve suçsuz bir insanın sıkışmışlığını çok güzel sunuyor okura. Gürdamur, yazın serüvenini daima takip edeceğim yazarlar arasında.
ZİRA- ETHEM BARAN / İLETİŞİM YAYINLARI:
Döngel Dünya adlı öykü kitabıyla geçtiğimiz yıl Sait Faik Hikâye Ödülü alan Ethem Baran’ın bu yıl Güzelliğini Gördükçe Ağlayasım Geliyor adında yine güzel bir kitabı raflarda yerini aldı. O öykü kitabı hakkında detaylı bir yazım yayımlandığı için bu yıl içerisinde severek okuduğum “Zira” kitabından bahsetmek istiyorum. Yazarlık sanırım insana bahşedilen bir yetenek. Bu yeteneğin yanında yine her satırında yazarın birikimini hissediyorsunuz. Müthiş tasvirler, gözlem gücü, söz ahengi, imgeler, benzetmeler… Bazen günlük hayatta dert olmayacağını düşündüğümüz meselelerin bazıları için büyük dert olması( Gözleri Fettan Güzel), bazen bir insanın geçim kaynağının hayat memat meselesi olması( Ulus Pastanesi), Ethem Baran’ı sahiplenen üç köyün muhteşem üç öyküsü, bazen müthiş siyasi göndermeler ( Öteki İlgililer)… Benim için Kıymet ve Bir At Bindim Başı Yok öyküleri bir adım öne çıkan öykülerden. Ethem Baran, Şükrü Erbaş’ın Genelev Mektupları şiirinden yola çıkarak yazmış öyküsünü. Yazar, hem şair Şükrü Erbaş’ı öykü karakteri yapmış hem de kurgunun oluşma sürecini anlatmış. Bir At Bindim Başı Yok öyküsünde Baran, “Ali Ağa öldükten sonra tüm ölenler gibi ölülerin arasına karışacaktı. Atı da unutulup gidecekti tabii. Oysa onun da bir hikâyesi vardı. O da her hikâye gibi anlatılmayı hak ediyordu.” (s. 9) cümlelerine yer verir. Ali Ağa yaşlı atına biner ve bozkırlarda atın son koşuşunda fırtına gibi eser. Kafka’nın Kızılderili Olma İsteği öyküsünden alıntı ile başlar öykü.
Bu yıl bir okuma grubu ile Faruk Duman’ın öykü kitaplarının yer aldığı Zeytin Taneleri Birbirine Çarpıyor’u okuduk. Okurların “Benim yazarım” dediği bazı yazarlar olur. Bazılarını okuma anında seversiniz, eser bittikten sonra eserin de yazarın da etkisi silinmeye başlar. Faruk Duman benim için ilk grupta olan yazarlardan. Altı öykü kitabının her biri ayrı güzel. Bu yazıda 2013’te basılan Baykuş Virane Sever öykü kitabına değinmek istiyorum. Halk şiirine tutkunluğunu bildiğim yazar, Yunus Emre’nin “ El kuşu elden ele, gül kuşu gülden güle/ Baykuş virane sever, şahinler pervaz ile” dizeleri ile başlamış kitabına. Sekiz öyküden oluşan kitapta bazı karakterler öyküler arasında dolaşıyor, bazı karakterleri de yazarın önceki öykülerinden tanıyoruz. Benim için en büyük sürpriz Zürafa öyküsünde Sus Barbatus! 2’den tanıdığım kalbimde nerelere koyacağımı bilemediğim Jilet’e rastlamam oldu. Keder Atlası kitabından itibaren artık netleşen, benim Faruk Duman’a has bir teknik olarak düşündüğüm kesik cümle yapısı artık iyice oturmuş bu öykü kitabında. Bazı öyküler -Emanet ve Zürafa- Sus Barbatus!’ların adeta prototipi gibi. Hem 1980 darbesi öncesi ortam, doğanın karın kışın bir karaktere dönüşmesi, büyülü gerçeklik havası Barbatuslardaki atmosferi çağrıştırıyor. Adım adım Sus Barbatus!ların ayak sesleri hissediliyor. Öykülerdeki metinler arasılıkla dünya klasikleri de size göz kırpıyor. Sus Barbatus!1 beni Sefiller’e; Sus Barbatus!2, Mauppassant’ın Horla’sına götürmüştü. Baykuş Virane Sever’in ilk öyküsü olan Kayıp İnci, yolumu Steinbeck’in “İnci”siyle kesiştirdi. Teyzem O Burhanlı Günleri Nasıl Atlattı? öyküsü gibi duygu yoğunluğu yüksek öyküler de var eserde. Barbatusların mekânı A. Çevresine rastlıyoruz Zürafa öyküsünde. İlk öykülerdeki imgeli, sisli, puslu, dumanlı anlatımın Baykuş Virane Sever’de biraz seyrelmiş olduğunu söyleyebilirim.
SUSMAK DERDİ- ABDULLAH ATAŞÇI/ EVEREST YAYINLARI
Abdullah Ataşçı bence öykü kabına sığamayan bir yazar. Neredeyse kitapta yer alan her öykü benden roman olurmuş diye fısıldıyor okur kulağına. Bazı öykülerde daha da belirgin bu durum. On bir öyküden oluşan eserde Ataşçı, kabuk bağlayan ama bir hesaplaşma yaşamadan bir türlü iyileşmeyecek ülke meselelerini merkeze almış. Her ana karakterin ismi öyküye ad olmuş “Rukiye, Sarkis, Mıhmığ, Lena, Mazlum, Meryem, Kutay ile Aykut, Emin, İhsan, Fatma, Samirra” olarak. Değişik zamanlarda yurdumuzun dört bir yanında insanımızın yaşadığı büyük dertlerini anlatıyor öyküler bize. Savaşlar, tehcir, darbeler, anadil meselesi, ülkemizde hâkim millet dışında başka bir kökene sahip olmak, mülteci sorunu öykülerin ana temaları arasında. Hangi ulustan olduğunun önemi yok, herkes çekmiş bu topraklarda. Yer yer büyülü gerçeklik havasında çarpıcı bir dille yazılmış öyküler. Samirra öyküsündeki “Samirra biliyor, bazen coğrafya değişir ama insanın kaderi asla değişmezdi.” sözleri aslında öykülerin ana sorunsalı diyebiliriz.
BİR FASİT DAİRE- BERNA DURMAZ / CAN YAYINLARI
Berna Durmaz, 2014 yılında Haldun Taner Öykü Ödülü’nü almış Bir Fasit Daire adlı öykü kitabıyla. Kırklareli doğumlu yazar, yedi ana başlıktan oluşan ve birbirine bazen olaylarla çoğu zaman ortak karakterle bağlı olan öykülerde aslında bölge olarak yabancı olmadığı insanlara, Romanların hayatına götürüyor okurunu. Bazen onların neşeli dünyalarına bazen de hüzünlerine ortak oluyoruz. Bir üstkurmaca ile Sedef’e aşkı yüzünden Kel Şehri’ne gelen Kasım Emin’e anlattırıyor öyküleri aslında. Zurna çalmayı dedesinden el alarak öğrenen Cemafer, ölüm döşeğinde el vereceği kişi gelene dek ruhunu teslim edemez. Şehrin yarı delisi Zarif ve titiz Melahat’in kızı Hasret yanına gelince Zarif’e zurnayı teslim ettikten sonra vefat eder. Davulcu Topuz zurnanın kendisine verilmemesine içerler. İstemediği adamla evlendirilmek istenen Sevgül, tasavvuf ehli Ayni Baba, meyhaneci Tatar, aşırı titiz Melahat ve onun görünmez olmak için içkiye sığınan kocası, akıl danışılan Arif, tarihçi Hasan Hoca, Sevgül’e yarı teyze olmuş Rasiyan abla öykülerin karakterlerinden bazıları. Masalsı, gizemli, lirik bir anlatımı var öykülerin. Bazı bölümleri çok sevdiğim yazarlardan Faruk Duman ruhunu üflemiş Berna Hanım’ın kalemine diyerek, tebessüm ederek okudum. Yazarlarla özdeşleştirdiğim sözcükler vardır. “Nasıl bir çalıştı bu “koygun” ” cümlesini görünce Berna Hanım’ın Faruk Duman’a gönderdiği selamı aldım. Zarif’in çaldığı zurna sesinin yanıklığını, Kırmızı Gülün Alı Var, Neyleyim Yârsız Döşeği şarkılarında hissettim. Fasit Daire , “kısırdöngü” demekmiş bu arada. Novella tadında okuduğum bu öykü kitabıyla ilgili üzüldüğüm bir nokta kitabın baskısının olmaması.
ŞİİR:
TALAN ŞİİRLERİ- HİLMİ YAVUZ / EVEREST YAYINLARI:
Hilmi Yavuz’un Talan Şiirleri, 2021 yılında yayımlanan şiir kitaplarından. Kitabın adından da anlaşılacağı gibi yağmalanmış, yıkıma uğramış çok “şey” yer alıyor kitapta. Neler yıkıma uğramamış ki! Koca bir mazi, şimdi, zaman, hüzün, hatıralar, aşklar, çocukluk, çocukluğun geçtiği şehir, şiir… Bir söyleşide “Bir sözcüğü şiirsel kılan onun geçmişidir yani o sözcüğün daha önce başka şairler tarafından kullanılmış olmasıdır.” der Hilmi Yavuz. Şiir geleneğimizde yer alan birçok sözcüğe yer vermiş Talan Şiirleri’nde Yavuz. Onun şiir dünyasını, sevdiği şairleri bilen okurlar “estetik” kavramını ne kadar önemsediğini, bu noktada öz (saf)şiire yakın durduğunu bilirler. Özellikle kitabın ikinci bölümünde Yahya Kemal, Rilke, Şeyh Galip isimlerinin şiirlerde yer alması, “talan ve Hoca” şiirinde Necatigil göndermesi- ev ve en/cam- bu düşüncemi desteklemeye yeter sanırım. “Talan ve Eurydike” şiirinde Yunan mitolojisinde yer alan Eurydike ve Orpheus’un hüzünlü ve dönülmesi/ kavuşulması imkânsız aşkından yola çıkarak şiirimizin bir çıkmaza girdiğine vurgu yapar şair: şiirler bir talana/ gidiyor; / kendini yağmalata/ yağmalata; ( s.14). “talan ve kalbin” şiirinde Tevfik Fikret’e ve Han-ı Yağma şiirine gönderilen selam gözden kaçmıyor. “talan ve Sümbül Sinan” şairin Sümbül ile Kuyu şiirine bir göndermesi olarak düşünülebilir. Bir “tayy-ı zaman” şiiri bu şiir. Hüzünsüz bir Hilmi Yavuz şiiri düşünülemez. “Hüzün, itibardan düştü…/ böyle bir şey olabilir mi? / diyor, herkes… / -olamaz!(s.12)” dizeleri bunu doğrular nitelikte dizeler. “talan ve Yahya Kemal” adlı şiirinde “ diyorsun ki, şairim, /ey hilmi yavuz /artık sus… ve şiir yazma!.. (s.49)” dese de Hilmi Yavuz, okurlar olarak yeni şiirlerini bekliyor olacağız.
YANILGILAR EVİ- OKAN ALAY/ KLOROS YAYINLARI:
Edebiyat Burada kanalının “Sesinden” serisinde “Serencam ah!” şiiri ile tanıştım Okan Alay’ın şiir dünyasıyla. Şiirlerinin yanında çeviri kitapları ve bir de öykü kitabı mevcut şairin. Gelenek ve moderni birleştiren tarzı dikkat çekici. İlk şiir kitabı “Suyun Gölgeye Karıştığı”nda “ah” sözcüğü geniş bir yer tutar. Ah, divan şiirinde şairin acısını ifade için bir araçtır. Bu sözcüğü kullanarak anlam yoğunluğu oluşturur şairler. Söylenemeyenler gizlidir ahta. Ah, Allah sözcüğünün ilk ve son harfi olmasıyla da derin anlamlar içerir. Şairin Yanılgılar Evi adını taşıyan ikinci şiir kitabında da “ah”ın izleri devam eder. Kitaba adını veren ilk şiir olan Yanılgılar Evi’ndeki “ah, hiçbir şey kalmamış bize/ yalnızlığımızdan özge (s.17)” ve Saklı adını taşıyan son şiirindeki “Ah, herkesin tabutu kendi içinde saklı/ Kalmak için hayat, gitmek için ölüm mü gerek?” son dizeleri ile ah’lar kitabın çerçevesini çizer. Yıllar önce Hilmi Yavuz’un Sümbül ile Kuyu şiirini araştırırken “yaşantı şiiri” ifadesi ile karşılaşmıştım. Şiirin ruhunu anlamak için şairlerin çocukluk dönemine uzanmak gerekir bu durumda. Yanılgılar Evi şiir kitabının içinde yer alan bazı şiirlerin ruhunu anlamak için de şairin çocukluğunu bilmek gerek sanırım. Özellikle Dengbêj Filit şiirini anlamak için. Bu konu ile ilgili Okan Alay şunları söylemiş:
Dengbêj Filit” artık şiir dilimde kökleri mazide olan dalları şimdiye sarkan ve meyvesi atide billurlaşacak olan bir kültür ağacının adı olmuştur. Biraz gerçek biraz kurgu, biraz masal biraz hakikat ve en çok da modernizme inat bir Doğulu natür bir sestir o: (…) Yıllar önce anneannemin anlattığı meselleri Filit’in diliyle kurgulayıp zamanımıza akıtmak istedim. Ki anneannemden duymuştum ilk, klasik aşk destanı Mem ile Zin’i ve tabii ki Siyabent ile Xece’yi de, Süleyman Peygamber’i, Belkıs’ı, Hühhüd’ü, Mezopotamya’nın büyülü beldeleri Botan’ı, Darahênî’yi, klamları-ezgilerini de… Bu ruh dünyası bende çocukluğumdan itibaren şekillenerek serpildi ve nihayetinde 2008’de doğup büyüdüğüm kentte, Bingöl’de bir salkım saçak söğüt gölgesinde kendini yazdırttı bana. Sonrasında ikinci şiir kitabımda, Yanılgılar Evi’nde “Dengbêj Filit” adıyla okurların karşısına çıkıverdi.
Şiirde geçen ah’lı kısmı alıntılamak isterim bu kadar “ah” söylemi üzerine:
Ah, söze can veren dengbêjdi Filit / Sessizliğin geniş zamanın da yavaş aktığı/ Dura Heni’de, Bingöl’de. /Ne kadar ezber ettiysek kıssaları/Klamlarına nişan olup/Cem olduysak da hürmet ocağına/ Revan olamadık/ Murad’ın delişmen sularında/ Salınan bir yaprak kadar
Şiirde zaman, anılar, barış arzusu, yalnızlık, aşk, hayat, doğa, modernite gibi temalar yer alıyor. Geleneksel şiirimizi modernle birleştiren şairleri seven okurlar Okan Alay şiirleriyle mutlaka tanışmalı.
BİLDİĞİM BÜTÜN KIRMIZILAR- BEŞİR SEVİM/ EVEREST YAYINLARI
bildiğim bütün kırmızılar, şair Beşir Sevim ‘in ikinci şiir kitabı. İlk kitabı yalancı kehribar’da geleneksel şiirimizin -divan ve halk şiiri- etkisi çok daha yoğun hissedilirken bildiğim bütün kırmızılar’da bu etki biraz daha azalmış. Kırmızı, ateş ve kan rengidir. Savaşı, tehlikeyi, ölümü, aşk ve ihtirası çağrıştırır ayrıca kırmızı renk. Şair, kırmızının tüm çağrışımlarını kullanmış şiirlerde. Ön söz ve son söz adlarını taşıyan iki şiir dışında üç bölümde yer verilen şiirler “masal” olarak adlandırılmış ama bu masal mutluluk masalları değil. Acıyla yoğrulmuş her biri bu masalların. Toplumumuzu etkileyen ayrıştırmalar, acılar ön planda. Biraz da karamsarlık hâkim şiirlere. Bu arada şiirlerde yer alan benzer sorunları öykü ve roman formunda dile getiren Abdullah Ataşçı’ya da iki yerde selam gönderilmesi dikkatimden kaçmadı. Şiir seyrini heyecanla takip edeceğim şairlerden Beşir Sevim.
BİLE İSTEYE- GONCA ÖZMEN / KIRMIZI KEDİ YAYINLARI
Gonca Özmen’in kuytumda ve belki sessiz’den sonra okuduğum üçüncü şiir kitabı bile isteye. Bu şiir kitabıyla 2020 Yunus Nadi Şiir Ödülü’ne layık görüldü şair. “bile isteye” bir şeyin getirisi kadar götürüsünü de göze alma anlamları içerir. Yazılanlardan emin, bile isteye bazı şeylere karşı çıkış hissediliyor şiirlerde. Şiir kültürüne hâkim bir kadın şair var karşımızda. Özmen’in akademik yönü bu dolulukta etkili bence. Edip Cansever’in “Zamana zamanla bakmak ne idi ki/ Baktım” epigrafı ile başlıyor bile isteye. On bir yıl aradan sonra basılan kitapta şairin hayat deneyimleri de hissediliyor. Şiirlerde kadın sesinin dozunda çığlığı var. Ev, kadın için aslında bir sıkışmışlığı da simgeler. Evde zehir var diye başlayıp bitiriyor şair Dünyaya Baktığım şiirini. Sevgilisinden onu eve götürmemesini istiyor şiirin söyleyicisi. Şiirlerin yüksek bir ritme sahip olması oldukça dikkat çekici. Dize başı ve sonu tekrarlar, tekerlemeler bunda çok etkili. İkinci Yeni Şiirinin bir sloganı vardır folklor şiire düşman, diye. Çok ilginç ki Gonca Özmen’de söyleyişle İkinci Yeni havası sezmeme rağmen tekerleme ve türkülere göndermelerle halk şiirine de yeşil ışık yakmış bolca. Dikkatimi çeken bir özellik de Mehmet, Mustafa, Koray, Zeynep, Ömer, Gamze, Sebastian gibi isimlere hitap edilmesi. Derida ve Dante de yer bulmuş şiirlerde. Boş anma şiirindeki Necatigilvari kelime oyunu ise oldukça anlamlı. “Düğmenin çözülüşüdür anlam / Sözdür, kime vursa öldürür.”, “Bu gökleri yıkmalı Mustafa bu gökleri yıkmalı/ İnsanın dibinde dipsizliği var” dizeleri anlam ve var oluş kavramını düşündüren dizelerden.
KÜÇÜK ŞEYLER MEVSİMİ- ÇİĞDEM SEZER / ÖTEKİ YAYINLARI
Atmosferini çok beğendiğim şiir kitaplarından biri oldu Küçük Şeyler Mevsimi. Çoğu bütüncül şiirlerden oluşuyor kitap. Birçok şiir parçası bir başlık altında toplanmış. Bağlamdan kopmadan okuyorsunuz şiirleri. Bağımsız şiirler de var tabii. Zaman kavramı, hayatın geçişi, mazi, nostalji, kadın, kadının toplumdaki yeri, şairimizin memleketi Trabzon ve oranın belli mekânları, geçmişte anılarıyla kalmış anne baba, çocukluk, gençlik, tarih, dünya kitapta yer alan temalardan bazıları. “kulakları çınlasın virginia / kendine ait bir oda, dediğinde sandık ki duvar kapı menteşe… ( s.33)” dizelerinde Virginia Woolf’e gönderilen selam oldukça anlamlı ve iki medeniyetin anlayış farkını ifade eden dizeler. Ev bağlamında Behçet Necatigil de anılan şairlerden. Bir şahsa söylenen şiirlerden olan Dina başlıklı bölüm şiirleri kitabın dikkat çekici şiirlerinden. “dünya dediğin kerbelâ(s.11), anne öğüttür baba susmak(s.21), ben dalımı suladım ince dalımı incinmiş dalımı/ giyotine uzatırken başımı kalbimi onda sınadım ( s.28), necatigil’den bu yana bütün evler akrabam ( s.31),orasından burasından okunup bırakılmış/ kitaplar biriktiriyoruz/ kalın ve parlak ciltler/ içine kağıt doldurulmuş/kelimeler/ ve uzun çizgiler başucumuzda/ dünyanın el yazısı okunmuyor Dina (s. 82) greenwıch’den kalkan tren/yükünü boşalta boşalta/ geçiyor ömrümüzden ( s. 105)” dizeleri kitapta altını çizdiğim dizelerden bazıları.
Listemi beş sayısı ile sınırlandırdığım için adını söylemekle yetinmek zorunda olacağım öykü ve şiir kitapları olacak. 2021 yılında bu beşer eserin yanında Deniz Poyraz’ın Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler, Mehmet Fırat Pürselim’in Sakarmeke, Serkan Türk’ün Rüzgârlı Camlar, Engin Türkgeldi’nin Orada Bir Yerde, Hakan Sarıpolat’ın Cıs, Nurhan Suerdem’in Maruzatım Var, Feryal Tilmaç’ın Sen Yabancı Değilsin, Recep Kayalı’nın Kamburuma Üç Sebep, Mevsim Yenice’nin Tekme Tokatlı Şehir Rehberi, Halil İbrahim Çelik’in Korkunç Beyaz, Elif Hümeyra Aydın’ın Doğum Lekesi Ömer Arslan’ın Avuntular gibi severek okuduğum pek çok öykü kitabı oldu.Ayfer Ferha Nujen’in ey arş sıkıştır!, Betül Dündar’ın Unutmanın Kısa Tarihi, Ömer Turan’ın Atların Gücü, Yasemin Uzun’un düş izi bu yıl okuyup da beğendiğim şiir kitapları arasında.
Ülkemiz açısından birçok açıdan zor bir yıl olan 2021’in son günlerinde “Edebiyat sığınaktır!” sloganıyla yeni yılın güzellikler getirmesini diliyorum.
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.