BİR OKURUN GÖZÜNDEN 2021 YILINA ROMAN BAĞLAMINDA GENEL BİR BAKIŞ
Korana virüs salgınının bizleri uzunca bir süre evlere kapattığı bir döneme geldi 2021 yılı. Okumak için bolca zamanım oldu ve okuma anlamında diğer yıllardan çok daha verimli geçti benim için 2021. Teorik okumalarımın yanında bolca kurgu metin okumaya zaman ayırdım ve edebî metinlerin farklı türlerine okuma listelerimde yer verme fırsatı buldum. Okuduğum kitapları nasıl seçtiğimden bahsetmek isterim biraz. Evlerin sığınağımız olduğu bu süreçte sosyal medya üzerinden pek çok okuma grupları oluşturuldu. Nihayetinde insanoğlu sosyal bir varlık. Yüz yüze görüşme imkânı olunmayan bugünler okurlara okuduğu eserleri paylaşma, tartışma, onlar üzerinde birlikte konuşma fırsatını da verdi. Okumalarımın büyük bir bölümünü okuma gruplarıyla seçtiğimiz kitaplar oluşturdu. Kendi edebiyatımız yanında farklı ülke edebiyatlarına yer verirken hem klasik hem de çağdaş edebiyat okumaları yapmaya çalıştım aynı zamanda. Listelerimde romanın yanında öykü, şiir ve tiyatro türünde eserlere her ay mutlaka yer vermeye çalıştım. Seçici bir okur olduğumu düşünürüm. Bu nedenle okuduğum kitaplar arasında zaman kaybı olarak gördüğüm hiçbir kitap olmadı.
Sene sonuna gelindiğinde en çok hangi kitapları tavsiye edersin şeklinde bir soru çevrenizden sıkça duyarsınız. Cevabı oldukça zor bir sorudur bu aslında. Sorunun zorluğuna rağmen yine de cevap vermeye çalışacağım. 2021’de okuduğum onlarca roman, öykü ve şiir türünde eser arasında beni biraz daha fazla etkileyen beşini paylaşmak yazının daha fazla uzamaması için de roman ile öykü ve şiiri ayrı olarak değerlendirmek istiyorum. Roman türünde okuduğum eserler sayıca fazla olduğu için de bu türü Türk ve dünya edebiyatı olarak ayrı kategoride değerlendirmek isterim.
Dünya Edebiyatı:
Cennetin Doğusu- John Steinbeck / Sel Yayınları: Salinas Vadisi’ne farklı yerlerden gelip yerleşmiş Tracks ve Hamilton ailelerinin yaşamı ve bu bölge insanı, bölgenin tarımı, sanayisi, toplumsal yapısı arka plana alınarak anlatılmış eserde. Romanın özet cümlesi “Timşel!” (Hükmedebilirsin!) bana göre. Samuel Hamilton’ın karısı Liza kutsal kitaba sorgulamadan inanır. Çinli yardımcıları Lee ve Samuel “Timşel!” ifadesinin okudukları Eski Ahit’ten “Günaha hükmedebilirsin” anlamını öğrenirler. Yani günah işlemek kader değildir insana seçim hakkı verilmiştir. Roman, insanlık tarihinin en eski hikâyelerinden Habil Kabil öyküsüne bolca gönderme yapar ve Charles ve Adam Trask ile Charles’ın oğulları Caleb ve Aron Habil Kabil konumunda sunulur. Kitapta savaş karşıtlığı oldukça dikkat çekicidir. Caleb ve Lee arasında geçen şu diyaloğa yer vermek istiyorum:
“Ben annemden niçin gittiğini bildiğim için nefret ediyorum. Biliyorum o benim içimde. ” Lee ayağa fırladı. “Sakın!” dedi sertçe. “Duydun mu? Sakın bir daha görmeyeyim. Elbette içinde taşıyor olabilirsin. Herkes taşır. Ama ötekini de taşıyorsun. Bak, kaldır başını!” (S.489) Ölmeden önce okunacaklar listeleri oluşturulur ya sık sık. Bu kitap mutlaka o listede olmalı.
Kayıp Zamanın İzinde- Swannların Tarafı Marcel Proust / YKY: Dünyanın en zor okunan seri kitaplarından kabul edilen Kayıp Zamanın İzinde’nin ilk kitabı Swann’ların Tarafı serinin diğer kitapları gibi otobiyografik özellikler gösteriyor. Üç bölümden oluşan eserin ilk bölümünde küçük Marcel’in çocukluğunu okuruz. Yatağında geçmişi hatırlayan Marcel Combray’deki çocukluğuna döner. Burada babaannesi, dedesi, büyük halası, hizmetçileri ile ilgili anılar vardır. Annesinin geceleri uyumadan Marcel’i yanağından öpmesi adeta bir seremoniye dönüşmüştür. Hayran olduğu Swann da bu bölümde karşımıza çıkacaktır. İlk bölümde Germantes ve Swann’ların tarafı ile ilgili bilgiler yer alır. Yüksek sosyeteden Swann, Verdurinlerin düzenlediği toplantılara katılır sık sık. Toplumun yosma kabul ettiği Odett’e aşık olacaktır. Ona aşık olduğu esnada da Vinteuil ‘ün bir parçası çalınmaktadır ve orada cümlecik diye bahsedilen bölüm çalındığı anda Swann aşık olur bu cümleciği ne zaman duysa Swann o ana döner. Odette başta Swann’a iltifat etse de sonradan hayatına giren erkekler- hatta kadınlar- Swann’ın onu saplantılı bir şekilde kıskanmasına ve müthiş bir acı çekmesine neden olacaktır. Üçüncü bölümde ise artık Marcel delikanlı olmuş Swann ve Odette çiftinin kızlarına aşık olmuştur. Bu arada Roza Hakmen çevirisinin muazzamlığından da bahsetmek isterim. Herkes mutlaka okumalı da diyemem bu eseri. Olay merkezli metinlerden ziyade duygu ağırlıklı okumayı seven, sanatlı cümlelerden sıkılmayan, sabırlı okurların seveceği bir kitap Swannların Tarafı. Okumak isteyenlere de yanında başka kitaplarla eş zamanlı okumalarını tavsiye ederim.
Bir At Bara Girmiş- David Grossman / Siren Yayınları: Emekli Bölge Mahkemesi Yargıcı Avishai Lazar bir akşam on dört yaşındayken beraber kampta eğitim aldığı arkadaşı komedyen Dovalah G. ‘den telefon alır. Dovalah G. Lazar’dan bir gece barda şovunu izlemesini istemektedir. 20 Ağustos gecesi Dovalah 57 yaşına girecektir ve prostat kanseridir. Bu gece hem onun hem de arkadaşı Lazar’ın kendileriyle geçmişleriyle yüzleşme gecesi olacaktır. Oraya eğlenmek için gelenler Dovalah’ın anlattığı bir iki müstehcen fıkra dışında umduklarını bulamazlar. Okur olarak Dovalah’ın düştüğü duruma, seyirci tepkilerine üzülürken oradaki üç beş seyirci gibi iki adamın geçmişlerini merak ederiz. Lazar, on dört yaşındaki arkadaşının ebeveyninin ölüm haberini aldığı gün yalnız bırakmanın pişmanlığı ile baş başadır. Dovalah da cenazeye giden süreç ve sonrasında anne babası ile ilişkilerini sorgular. Almanların Yahudilere yaptıkları zulüm, dönemin siyasi, sosyal anlayışı alttan alta verilir. Romanda ayrıca küçümen kadın olarak bahsedilen medyumun hayatı da ayrı bir yan hikâye olarak sunulur. Eserde “Var olmak, bütün olmak için yeterli mi?” sorusunun cevabını arar okur.
Güzellik Bir Yaradır – Eka Kurniawan / Domingo Yayınları: Endonezya edebiyatına ait bu eser yazarın dilimize çevrilmiş tek romanı. Ted_Mariedje Stampler’in, Henri_Aneu Stampler’in, Dewi Ayu’nun ve onun Alamanda, Alinda, Maya ve Güzel adlı kızlarının, bu kızların Nurul Aini, Krisan, Güzel Rengganis adlarındaki çocuklarının yani beş kuşağın birbirine geçmiş, ilginç, rahatsız edici hayatlarını okuruz bu romanda. Daha ilk sayfadan büyülü gerçekçi çizgide bir roman karşılar bizi. 52 yaşında ölen fahişe Dewi Ayu 21 yıl sonra hem kendisinin hem de güzeller güzeli üç kızı ve torunlarının başından geçenlerin intikamını almak üzere mezarından kalkar ve yirmi bir yıl önce dualarının kabulüyle dünya çirkini doğan kızının evine gider. Sonrasında geriye dönüşlerle bu beş kuşağın başından geçenleri okuruz. Romanın sonlarında romanda zaman, başlangıç anına döner ve kronolojik olarak roman kaldığı yerden devam eder. Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanında yarattığı hayali kasaba Macondo gibi bu romanda da Endonezya’da olduğu varsayılan hayali Halimunda kurgulamış yazar. Romanın arka planına Endonezya tarihini yerleştirmiş. Hollanda sömürüsünde ve 2. Dünya Savaşı yıllarında yaşananlar, sonrasında antikomünizm hareketleri okuru sıkmadan anlatılmış. Kadınların cinsel meta olarak görüldüğü için yaşadıkları çok sarsıcı anlatılmıştır. Yazar efsanelere, mistik ögelere çokça yer vermiş. Çok kültürlü, çok dinli yapı kendini hissettirmiş roman boyunca. Bu kadar trajik olayı mizahi, masalsı bir dille okuru sıkmadan anlatması yazarın büyük başarısı olmuş bence. Onlarca karakter var eserde. Bunları mutlaka not olarak okumak gerek. Başkarakterler yanında tüm karakterler çok başarılı çizilmiş. Eka Kurniawa’nın Güzellik Bir Yaradır kitabı Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ından çok büyük izler taşıyor. Yazara Yüzyıllık Yalnızlık’ı bu kadar iyi çözümleyerek bu kadar iyi bir metin yazdığı için hayran olduğumu ifade etmek isterim.
Nişanlılar- Alessandro Manzoni / İletişim Yayınları: Orhan Pamuk’un bu yıl yayımlanan Veba Geceleri büyük sansasyonlara rağmen Sedat Simavi Roman Ödülü’nü aldı yakın zamanlarda. Veba Geceleri’nin başında yer alan epigraf nedeniyle okuma listeme almıştım Nişanlılar’ı. Pamuk’un alıntıladığı epigrafta “Günümüz yazarlarından hiçbiri bu belgeleri inceleyip birbiriyle karşılaştırarak veba felaketinin gerçek bir tarihini yazmaya girişmemiştir.” diyordu Manzoni. Pamuk, gerek konu gerek anlatım tekniği ile Manzoni’nin bu eserinden postmodernce oldukça faydalanmış. Manzoni’nin eseri İtalyanca yazılmış ilk tarihi roman olma özelliğini taşıyor. Pamuk’un da sözünü emanet ettiği Mina Mengerli “Bu hem bir tarihî roman hem de roman biçiminde yazılmış bir tarihtir.” diyordu romanın girişinde. Pamuk 21. yüzyıl yazarı olarak hayalî Minger Adası’nda yayılan veba salgınını arkasına II. Abdülhamid dönemini alarak Manzoni ise 19. yüzyıl yazarı olarak 17. yüzyılda ( 1630) Avrupa’yı kasıp kavuran veba salgını nişanlı Renzo ve Lucia aşkını ve kavuşma mücadelesini arkasına alarak anlatıyor. 7 Kasım 1628’de çiftin nikâhını kıyacak olan rahip Don Abbondio haydutlarca tehdit edilir. Çünkü Don Rodrigo da kızı elde etmek istemektedir. Çift kavuşmak için birçok badire atlatır. Eser yarı feodal sistemi eleştirir. Kıtlık, 30 yıl savaşları, ekmek ayaklanmaları ve veba anlatılıyor eserde. Manzoni, elyazmasından yola çıkarak bir üstkurmaca oluşturmuş. Eserin son hâli 1840’da basılmış. Bu eser sonrası Orhan Pamuk’un Veba Geceleri’nde ne yapmak istediğini daha iyi kavradım demeliyim. Özellikle Pamuk’un Veba Geceleri’ni eleştirenlerin Nişanlılar’ı mutlaka okumalarını öneririm.
TÜRK EDEBİYATI:
Sus Barbatus!2- Faruk Duman / YKY: Temeli Yaşar Kemal’in diline ve romancılık anlayışına yaslanan ama aynı zamanda dünya edebiyatıyla harmanlanıp onu aşan bir seri Barbatus serisi bence. Muhteşem doğa betimlemeleri ile başlıyor Sus Barbatus!2. Buzul çağını andıran kar kış manzarası buzların çözülmesi görünümüne bırakıyor, romandaki atmosferle eşgüdümlü ilerleyen yağmurun ritmiyle “çağşak” sular roman boyunca akıp duruyor. Biz de o suyun sesini duyuyoruz roman boyunca. Yine kırmızı kartal ortaya çıkıyor. Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti’nde ceylanın gözünü oyup onu bataklığa götüren kartalın bu romanda sevgisi içime işleyen GÖKYÜZÜ’nü yok etmeye gücü yetmiyor. Bir de DİLBER var. Roman boyunca acıma, kızma sonunda sevme ile noktalanan Jilet’le bağı… Peygamber kıssalarına yeni farklı boyutlarla can veriş… Yine destansı, halk hikâyelerine özgü bir dil, kısa ve tekrarlı cümleler. Hiç duymadığımız bitki isimleri… Köroğlu’nun soyundan gelen at, âşık Kerem, yine halk edebiyatında çokça karşımıza çıkan Elif. Romanda bir yandan Yusuf ve Elif’in aşk öyküsü anlatırken diğer yandan ilk ciltten aşina olduğumuz Mustafa Öğretmen ve ailesi, onlara eklenen yeni devrimci gençleri tanırız. Toplumcu gerçekçi meseleleri ele alan eserlere hep mesafeliyimdir aslında. Çoğu eseri kuru ideolojik anlatımları nedeniyle estetik bulmam. Bu noktada okuduklarım arasında ilk defa Burhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’u ile Sus Barbatus!’ları günümüz edebiyatı içinde farklı bir yerde gördüğümü belirtmek isterim. Çok beğenmeme rağmen Burhan Sönmez’in eserini Batılı Decameron hikâyelerine dayandırması Faruk Duman’ın ise eserini geleneğimize yaslanması ve üzerine Dünya edebiyatı mirasını eklemesi benim gözümde Sus Barbatus!’u daha da değerli kılıyor. Kitaplar benim için farklı kitaplara kapı aralar. Kitaptan not aldığım birçok kitap ismi oldu yine. Başta Orhan’ı o kadar etkileyen devrim düşüncesi ile denkleşen Mauppassant’ın Horla’sını da okuma listeme ekledim.
Gölgesinde- Irmak Zileli / Everest Yayınları: Tanımadığım, hayatımda hiç görmediğim kişilerin acısını duyabilmeyi bana edebiyat öğretti. ” diyor Gölgesi’ndenin ana karakteri Leylâ. Bana da öyle… Leylâ, ismiyle müsemma bir karakter. Mecnun’un Leylâ’sı gibi, Şebnem İşigüzel’in Çöplük’ünün Leylâ’sı gibi daha nice Leylâlar gibi hep bir yanı karanlık, hüzünlü. Irmak Zileli’nin üstkurmaca yöntemi ile kurgulamış olduğu Gölgesinde, hem toplumsal hem bireysel özellikleri olan bir roman. Karısını evde bulamayan psikiyatr Fikret’in polis sorgulamasına şahit oluruz ilk bölümde. Ama polis mi psikiyatr _hatta Freud – Fikret mi? Sık sık roller değişir romanda. Gerilim dozu yüksek ve tekinsiz(güvenilmez) bir anlatıcının öne çıktığı bir bölüm olmuş Arayış bölümü. Natüralistlerin genetik kabulüne uygun saptamalar konusunda okuru ikna çabası var bu bölümde Leylâ ile ilgili. Ben anlatıcı ile yazılmış Yürüyüş bölümü ise hayatı, evlilik kurumunu, kadın erkek ilişkilerini, cinsel tercihleri, hayvan haklarının yetersizliğini sorgulama imkânı sunuyor okura. En aydın dediğimiz insanların evlilikleri dahi erkek baskınlığı ile mi şekilleniyor? Kızlar babaları gibi biriyle evlenip annelerinin kaderini mi yaşıyor? Yine bu sorulara cevap arıyorsunuz. Özellikle kocasının tren kazasında öldüğünü öğrenip gözyaşı döken kadının kocasının kurtulduğunu gördüğünde özgürlüğü kısa sürdüğü için kalp krizinden ölmesi, doksanlık ninenin yetmiş sekiz yıl sonra kocasını kaybetmesi ile beraber sokağa çıkması evlilik kurumunun kadını ne kadar baskıladığını düşündürten bölümler. Yürüyüşte Leylâ’nın yoluna çıkan insanlar hayatın farklı yönlerini temsil ediyor. Felsefe, psikoloji, sosyoloji alt yapısı güçlü bir yazar Irmak Zileli. İnsanın gözüne sokmadan ince ince işlemiş roman byunca derdini.
Yanlış Tercihler Mahallesi- Mario Levi / Everest Yayınları: Oldum olası sokak, mahalle, apartman romanlarını sevmişimdir. Başkalarının hayatlarını merak ediyorsan roman oku, cümlesini kimden duyduğumu hatırlamıyorum. Gerçek hayatta insanların yaşamını çok merak etmesem de kurgu metinler için aynı şeyi söyleyemem. Sokak, mahalle, apartman, otel romanları merak duygusunu bolca körükleyen, birbirinden değişik insanların hayatlarına uzanan eserler olur. Herkesin vardır sırları. İşte Yanlış Tercihler Mahallesi’ndeki sırlara ortak oluyoruz roman boyunca. Üstkurmaca yöntemi ile yazmış Mario Levi romanını. Yanlış Tercihler Mahallesi’nden ayrılan anlatıcı yıllar sonra mahalleye uğrar. Farklı farklı milletten, dinden, anlayıştan insanların hayatlarının en mahrem sırlarını öğreniriz onun sayesinde. Bazen üst anlatıcı hikâye anlatıcısının doğru bildiklerini düzeltir. Dokuz bölümden oluşan kitabın ikinci bölümünden itibaren birkaç kişinin hayatı merkeze alınarak anlatılmaya başlanır hikâye. Yasak aşklar, derin aşklar, platonik aşklar, farklı fiziksel kusurlar, sahtekârlıklar, sapkınlıklar, arayışlar, cinayetler, susmalar neler neler öğreniriz karakterlerin hayatları ile ilgili… Süslü Niko, Anet, Mösyö Aldo, Kuaför Fikret, Şişko Nuri, Pertev, Nedret, Kamil Baba, Saadet, Emel, Beter Fehmi, Muammer Amca, Tamar, Muhis, Gülten… Benim eserde en çok etkilendiğim karakterlerden birisi Ermeni Vahe Amca namıdiğer Vahit Amca. Bazen bir romandan çok şey öğrenirsin. Bu romanın bana kazandırdıklarından biri de 2. Dünya Savaşı sırasında askere alınarak askerlik eğitimi dışında yol, köprü, tünel inşaatlarında çalıştırılan gayrimüslimlerden oluşan Yirmi Kur’a Nafia Askerlerinin varlığı oldu.
Yeşil Peri Gecesi- Ayfer Tunç / Can Yayınları: “İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine “İçinizde kim günahsızsa ilk taşı o atsın!” dedi. (Kutsal Kitap, Yuhanna 8:7 Zinada Yakalanan Kadın) Yeşil Peri Gecesi bu epigrafla başlıyor. Kitabın anafikri bu epigrafta gizli. Serinin ilk kitabı Kapak Kızı’nı okuyanlar Ersin (Şebnem’in amcasının oğlu) ve Selda’nın (Şebnem’in anne tarafından akrabası) bakış açısıyla Şebnem’i tanır. Acaba Ayfer Tunç bir antikahraman mı yaratmış diye başlıyorsunuz serinin ikinci kitabı Yeşil Peri Gecesi’ni okumaya. Şebnem’in on dokuz yaşındayken Phoenix adındaki pornografik dergiye verdiği pozlar üzerinden yirmi üç yıl geçmiş, Osman ile evlenmiştir Şebnem. Mevcut zamanda ânı anlatmaya başlayan Şebnem, kronolojik olmayan geriye dönüşlerle yaşadıklarını anlatır. Yapboz misali taşları yerine oturur roman bittiğinde. Leitmotif hâlinde sunulan “kurdun saati_film adı_” zaman dilimi romanın sonlarında açıklanıyor ve okur olarak saatlerce kendinize gelemiyorsunuz, nefesiniz daralıyor. “Uzaklarda aramaya gerek yok, cehennem yeryüzündedir.(395)”. İnsanoğlu bu kadar kötü olabilir mi? Tüm roman boyunca bunu sorguluyorsunuz. Güzelliğin bu kadar başa bela olabileceğini… “Beni hiç mi sevmiyorsun Allah’ım?” diyen Şebnem’e dönüşüyorsunuz kitabı okurken. İsyan… Kitapta geçtiği gibi Donna Kişot oluyor Şebnem. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Ve korkuyorum yaşamaktan ki çok güzel.” dizesi leitmotif olarak defalarca geçiyor. Çünkü Şebnem yaşamak ve ölmek arasında gelgitler yaşıyor. Romanda Cemal Süreya, Edip Cansever, Behçet Necatigil, İsmet Özel gibi birçok şairin dizesi yer alıyor, çünkü Şebnem şiiri çok seviyor. Necip Fazıl’ın Çile şiirinde yer alan “Kustum öz ağzımdan kafatasımı” dizesi bir bölüme ad olmuş ve romanın en sarsıcı bölümlerinden biri bu bölüm. Şarkılar, filmler… Dolu dolu çok sarsıcı bir roman yazmış Ayfer Tunç. Bu arada üçlemenin üçüncü kitabı Osman. Her ne kadar yazar da dahil üçlemenin bağımsız okunabileceğini söylese de bence sıralı okunmalı. Sıra ile okunmasa bile üçü de okunmalı ki yapbozun parçaları tamamlansın. Üçlemenin en çarpıcı kitabı ise bence Yeşil Peri Gecesi.
Tehlikeli Oyunlar- Oğuz Atay / İletişim Yayınları: Kendimle ilgili şunu biliyorum ki üniversite yıllarımdan beri modern ve postmodern edebiyatı çok seviyorum ve birçok kıymetli edebiyat eleştirmeni gibi ben de ülkemizin geçirdiği zor dönemlerden dolayı toplumcu gerçekçi edebiyatın öne çıkmasının edebiyatımızı estetik düzlemde geriye ittiğini düşünüyorum. Oğuz Atay çağının çok ilerisinde bir yazar olmasına rağmen döneminde anlaşılmamasının ve bir öyküsünde karakterine dile getirtecek kadar okuyucusunu aramaya çıkmasının nedeni de budur. Gelelim Tehlikeli Oyunlar’a. Sayfa 101’de “Kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” diyor Hikmet Benol. Postmodern edebiyatın en çok kullandığı “oyun, üstkurmaca ve bölünmüş gerçeklik anlayışı” eserin temelini oluşturuyor. Eserin adından başlıyor postmodern atıflar. Berna Moran Tutunamayanlar’ın Selim’i, Turgut’u ve tüm tutunamayanları ile Hz İsa arasında bir koşutluk kurar. İsa’yı tutunamayanların arketipi olarak görür. O da içinde yaşadığı toplumun içinde yaşadığı topluma her alanda ters düşmüştür. Tehlikeli Oyunlar’ın sonlarında “Son Yemek” bölümünde romandaki karakterleri toplar Hikmet. Romanda yer alan iki sevdiği kadın arasında olan Bilge gelmez. ( Diğeri Sevgi’dir.) Hz İsa’nın Hıristiyan dünyasındaki inanca göre çarmıha gerilme olayından önceki son yemeğidir. Yine bir koşutluk söz konusudur. Yazar Türk ve dünya edebiyatına hem metinlerarasılık düzleminde hem de parodi pastiş tekniği ile geniş yer vermiş. Tehlikeli Oyunlar her anlamda postmodern edebiyatın manifestosudur.
Yazımın başlarında çok seçici bir okuma yaptığımı söylemiştim. Sınırlı bir sayıda karar kılmam aslında bu yıl okuyup da burada yer veremediğim eserlere haksızlık ettiğimi düşündürttü bana. Bu eserler hakkında detay vermesem de en azından isimlerini zikretmek isterim: Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı, Jack London’ın Martin Eden’ı, Miguel de Unamuno’nun Sis’i, Per Petterson’un At Çalmaya Gidiyoruz’u, Ian McEwan’ın Çocuk Yasası romanı, Kazuo Ishiguro’nun Öksüzlüğümüz’ü, Herman Menvile’in Katip Bartleby’isi, Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi, Kobo Abe’nin Kumların Kadını romanı, bana onlarca kitap aldırtan Enrique Vila Matas’ın Bartleby ve Şürekası adlı eseri, Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar’ı, Elias Canetti’nin Körleşme’si ve Gabrial Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ı bende bana bu yıl pek çok şey katan dünya edebiyatına ait eserlerdendi. Türk edebiyatında ise Güray Süngü’nün Kış Bahçesi, Sevinç Çokum’un Gece Rüzgârları, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam, Orhan Pamuk’un Veba Geceleri, İlhami Algör’ün Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku bu yıl okuyup sevdiğim Türk edebiyatına ait romanlardan bazıları. Böyle bir seçmenin ne kadar zor olduğunu tekrar hatırlatarak yazımı sonlandırmak istiyorum. Yeni yıl, yeni umutlara yeni okuma serüvenlerine yelken açsın diliyorum.
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.