Yaz yaklaşıyor. İçinde kitapların da yer bulduğu tatil planları yapılmaya başlanıyor ufaktan. İnsanlar, yazın tatilde biraz daha tüketmeye dönük, kendilerini çok da yormayan eserler okumaya yönelirler genelde. Kışın yoğunluğunu, yorgunluğunu atmak içindir belki de bunun sebebi. Bir de kafalarında ülkemizin gözde mekânlarından Bodrum’a gitme isteği varsa bir kitapçıda kapağında Her Gece Bodrum[1] yazılı eseri görünce alıverir hemen. Her Gece Bodrum, her ne kadar tatile Bodrum’a giden bir avuç genci anlatsa da öyle eğlencelik, bir iki oturuşta bitecek türden bir roman değil. Yani tamamıyla Bodrum’un güzellikleri anlatılmıyor bu romanda. 1970’li yılların beyaz kireç sıvalı pansiyonları ile dolu, tatilin belli zamanından sonra kalabalık yüzünden kokudan geçilmeyen bir denizi olan, yabancı turistlerin köpekleri nedeniyle cinsleri bozulan ne idiği belirsiz köpeklerin kol gezdiği bir Bodrum çıkıyor karşımıza. Tarihî mekânlarının güzelliğinden hiç bahsedilmiyor da değil tabii.
“Her şey benim” diyordu boyuna Betigül, tekneyi göstererek, lambasını göstererek, Haydar’ın saçlarını okşayarak, “benim malım. (s.70)” sözleriyle okur, Betigül’ün baskın kişiliğini hissediyor. Kolejlerde eğitim almış, başarısız bir evlilik geçirmiş Kerem tarafından reddedilmiş Betigül, roman boyunca Haydar dışında, Cem ve Murat ile de birliktelik yaşıyor. Onun geçmişi, zengin hayatı gözler önüne seriliyor.
Haydar, genelde Bodrum’un tarihi özellikleri ve denizkızları ile ilgili bilgiler veriyor. Hayatı tek taraflı cinsel yaşam olarak algıladığı için de Betügül tarafından terk ediliveriyor. Genel toplum kabullerinin dışında belki de ortamın kaldırabildiği şekilde kalabalık içinde çok rahatça tuvalet ihtiyacını giderebiliyor. Sonlara doğru “artık bir efsaneyim ben esrardan ve bir hiçlikten oluşan (s.219)” sözleriyle de terk edilmişliği kabul ediyor Haydar.
Cem, arkadaşlarına pek de uyum sağlayamamış yirmi yedi yaşında hayatı sorgulayan bir gençtir. Siyasi düşünsel yapısını oluşturmak için başarısız okumalarını, on dokuz yaşındayken otuzlu yaşlarda dul bir kadınla yaşadığı aşkı hatırlıyor Bodrum’da. Murat ve Tarık ile aynı pansiyonda kalan Cem, iletişimsizliği nedeniyle arkadaşları tarafından istenmiyor. Yine de mecburen birbirlerinden de kopamıyorlar. Bodrum’a beraber geldikleri gibi buradan beraber ayrılmak durumunda kalıyorlar.
Eserin en dokunaklı bölümlerinden biri de sürekli geriye dönüşlerle geçmişi anlatılan otuz iki yaşına sıkça vurgu yapılan Ahmet’in ablası Emine’nin anlatıldığı bölümlerdir. Deniz kenarında tanıştığı Kerem’e görür görmez âşık olan, Kerem’in de bir gece yemekte dans edip gönül eğlendirdiği, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi davranılan, sevgisizliği kanıksamış Emine’nin anlatıldığı bölümler. “İşte, yine her zamanki yaşlı kızdı, asık suratlı, elinde örgüsü, öğle yemeği yemeyen. Yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Kerem onu sevmemişti. Kerem kabalık etmemek için ilgilenmişti kendisiyle lokanta yanına oturarak, çünkü yaşıttılar(…)s. 162 Fethi Naci, Selim İleri’yi güneşli alanların değil yağmurlu sokakların yazarı; hüzünlerin, acıların, ayrılıkların, karşılıksız sevgilerin yazarı olarak nitelendirmiştir.[3] Betigül, Haydar, Cem ve Murat ilişkisi tenselliğin ön planda olduğu bir yaz macerası olduğu halde, Emine’nin duyguları karşılıksız aşk olarak nitelendirilebilecek cinstendir. “Kerem de gerçekçi davranmıştı belki… Emine’yle yalnızca evlenilebilirdi. Emine Betigül değildi ki… Evlenecekler, çocukları olacak ve âşık olmuş kadın şişmanlayacak, ev işlerine dalacak, çocukların ardından koşturup … haklıydı Kerem, serüven başlamadan bitmeliydi.(s.237)” Bu serüvene layık görülmemiştir Emine… Bu yüzden de önemsenmemeyi gururuna yediremeyip hemen Bodrum’dan ayrılıp işinin, daktilosunun başına döner.
1971’de ilk basımı yapılan Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar[6] romanı hiç kuşkusuz okumuştur Selim İleri. Roman karakterlerinden Günseli’nin iç dünyasının iç monolog tekniği ile yansıtıldığı hiç bir noktalama kullanılmadan yazılan 74 sayfa vardır Tutunamayanlar’da. İleri de buna benzer bir teknikle bilinç akışına kayan bir yöntemle noktalama işaretlerini kullanmadan “o hep öyle/ ıslak yarı kaygan ve gül kokusuydu pembe renkli bunu sevmiyordu kendine söylediğini ona da tekrarlayacaktı ne gereği vardı ıslak güllerin çiğ damlaları sabahladır/ Cem Cem Cem/ seslerdi…(s.188)” diye başlayan dokuz sayfalık 10. bölümü yazmıştır.
Eserde dikkati çeken bir nokta da Hegel, Turganyev, Emile Zola, Sade, Shakespeare gibi pek çok yazarın eserlerinden bahsedilmesi. Ayrıca mitolojik ve az da olsa verilen tarihî bilgiler de yazarın donanımını gösteriyor okura.
Özünde küçük burjuva dünyasının eleştirildiği bu romanla 1977’de Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü almış yazar. “ Selim İleri Her Gece Bodrum’un yazarı…”[7] olarak da haklı bir üne kavuşmuştur.
[1] Selim İleri, Her Gece Bodrum, Everest Yayınları, İstanbul 2016.
[2] Selim İleri, eserin sonunda “Adsız Yazı” başlığı bölümünde “Bu Gece ve Her Gece” ismini verdiği romanını Attila İlhan’ın Her Gece Bodrum’a dönüştürdüğünü söyler. A.g.e s.258
[3] Gürhan Yazıcı, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Akademi Basın Yayın, İstanbul, 2017. s. 291.
[4] Dr. Hasan Boynukara, Modern Eleştiri Terimleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1997, s. 27.
[5] Ö. Faruk Huyugüzel, Eleştiri Terimleri Sözlüğü, Dergâh Yayınları, İstanbul 2018, s.89
[6] Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, İstanbul 1999, s.468-542.
[7] Selim İleri, a.g.e., s.258