“Eğer öykü tohumsa, biz onun toprağıyız. Öyküyü dinlemek bizim de kendimizi, öykünün sonunda başarısız olan ya da mutluluğa ulaşan kahraman gibi hissetmemizi sağlar. Eğer bir kurt öyküsü duyarsak o andan itibaren bir süre bir kurt gibi dolaşıp durur ve dünyayı onun gibi görürüz.”
Clarissa P. Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar, Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2019, s.424
Geçtiğimiz günlerde Birgül Yangın Aslanoğlu, ilk öykü kitabı Debbağ ile okuruyla buluştu. [1] Kitabın ön kapak resmi çağdaş Türk öykücülüğünün usta yazarlarından Ethem Baran’a ait. Arka kapağında ise şair, yazar Serkan Türk ile birlikte bana ait kısa bir tanıtım yazısı mevcut.
Debbağ’da, tüm küçümsemelere rağmen tutkuyla bağlandığı debbağlık mesleğinden vazgeçemeyen sabır timsali Sabri’ye; Dublaj Aşkına Foley’de adeta hayatının anlamını dublaj sanatçılarının seslendirmelerinde bulan Sesini Arayan Adam’a, Korkunun Kokusu’nda babaannesinin geceleri söylediği tekerlemeler yüzünden travma yaşamış marangozhanede babasıyla tabut yapan Ahmet’e; Zeki Müren Göbeği’nde evlere temizliğe giden ve eve döndüğünde gizli dünyasında kaybolan Necmiye’ye; Barak Dansı’nda ortak kaderlerin birleştirdiği bazen Barak cinsi bir av köpeğine bazen de sahibi Kadıköy sokaklarında müzik yapan Münir’e; toplumcu gerçekçi öykü çizgisindeki Sen Bu O-yun-dan Çık! öyküsünde tarım işçiliğinin acımasız dünyasında çocukluklarını yaşayamayan Recep ile Iraz’a; Devrik Cümlelerin Mahkûmu’nda yazma büyüsünün teorisini sorgulayan yazar Aynur Güner’e; Çakır Yeşili Gözler’de hayatın sillesini yedikten sonra hastane köşelerinde ölümü bekleyen Alamancı Bekir’e; Norveçli ressam Edvard Munch’un ünlü Çığlık tablosundan yola çıkılarak yazılan Çığlık’taki Muamma’nın varoluşçu sorgulamalar yapan karakterine; Türk öykücülük geleneğinin ana damarlarından Sait Faik Abasıyanık’ın anısına yazılmış Adanın Sevdalıları’nda adayı gözlemleyerek Sait Faik’in izlerini süren sürpriz anlatıcılara; günlük şeklinde yazılmış Tanıdık Bir Acı’da benzer acılarla birbirine bağlanan kasiyer ile acılı bir anneye; son öykü Kerzik’te ise yıllarca ismi yüzünden zorluklar yaşamış yetmiş yaşındaki teyzeye dönüşüveriyor okur.
Debbağ’ın arka kapak tanıtım yazısında şöyle diyor şair yazar Serkan Türk:
Birgül Yangın Aslanoğlu’nun yazı evreni gizemli renklerle örülü. Edebiyat geleneğimizin içinden doğan bu hikâyelerle modern dünyanın bilindik sesleri yan yana akıp gidiyor. Kokuların ve hafızanın iz bıraktığı yaşamlar arasında sabırla bir dünya resmediyor. İnsana aşina bir yazardan içe işleyen samimi öyküler.
Serkan Türk, neredeyse her öyküde yer alan “koku” leitmotifine dikkat çekmiş. Tabakhane, bıttım sabunu, tandır ekmeği, naftalin, lavanta, fesleğen, hacı misi, naneli tereyağı, sümbül, zambak, yasemin, sandal ağacı kokusu; vernik, tutkal, çam, reçine, talaş; çamaşır suyu, sirke, arap sabunu, kireç sökücü, ter kokusu; şeker pancarı ile patates cipsi karışımı ayak kokusu, idrar, keder kokusu; kitap, kahve kokusu; hastane, tarhana kokusu; ada, muşamba, yosun, kurabiye kokusu; jambon, sucuk, ten kokusu öykülerde yer alan kokular arasında.
Kitabın son öyküsü Kerzik’te halası sarıhummadan vefat ettiği için kendisine onun adı konulan bir humma gibi üzerine yapışan bu isminden rahatsız olan yetmiş yaşındaki Kerzik Teyze’nin Konya ağzıyla anlattığı mizahi hikâyesi ile Bilge Karasu’nun Susanlar adlı kitabından alınan şu epigraf ne kadar çok örtüşür: Kendi ismimiz bir kene gibi yapışır bize, onu bir türlü atamaz, başka bir insan olamayız. Başka bir nüfus cüzdanı, ölümler, yüzlerce ağız onu yapıştığı yerden çıkarıp atamaz.(s.76)
Yazar Birgül Yangın Aslanoğlu’nun ayrıca Çağdaş Türk Ozanı Barış Manço adlı bir biyografi ve Geçmişten Günümüze 41 Türk Sinemasında Folklor İzleri adında bir inceleme kitabı mevcut.
Barak Dansı’nın Münir’inin kurduğu “Barış Manço ile özdeşleşen Moda’da çocukluğumdan kalan bir adres hep zihnimde, “Barış Manço moda 81300” artık müze olan bu evin bahçesi, domates, biber, patlıcan ve eşek heykelleri ile karşılıyor barışseverleri. Uzun saçlarım, etnik kıyafetlerim ve takılarım, biraz da müziğimle bir Barış esintisi taşımam ona olan hayranlığımın etkisi belki kim bilir? Belki de baba sıcaklığını, Adam Olacak Çocuk programını izlerken onda bulmamın uzantısı bilemiyorum. (S.36)” cümlelerini yazarın Barış Manço biyografisinin ve sanatçıya duyduğu sevgisinin bir yansıması olarak da düşünülebiliriz.
Hüznün ve mizahın harmanlandığı öykülerden biri olan Dublaj Aşkına Foley’de yazarın yerli ve yabancı sinema sanatçıları ile onları seslendiren dublaj sanatçılarından “Cüneyt Arkın, Türkan Şoray, Ali Şen, Kadir İnanır, Erol Taş, Polat Alemdar, Haluk Bilginer, Hulusi Kentmen, Tuncer Kurtiz, Cihan Ünal, Çetin Tekindor; Bruce Willis ”; “Abdurrrahman Palay, Adalet Cimcoz, Rıza Tüzün, Pekcan Koşar, Saadettin Erbil, Umut Tabak, Alev Sezer, Nur Subaşı, Müşfik Kenter, Tijen Par, Jeyan Mahfi Tözüm, Rüştü Asyalı, Kemal Ergüvenç, Elif Acehan, Sezai Aydın, Naci Taşdöğen, Mazlum Kiper, İstemi Betil, Okan Bayülgen, Yekta Kopan, Gökhan Akçakara” isimlerini yad etmesi özellikle Türk ve dünya sinemasına saygı duruşu niteliğindedir. Bununla birlikte birkaç öyküde daha yazarın sinema ile ilgili altyapısının izleri dikkat çekmekte.
Birgül Yangın Aslanoğlu’nun öykülerinde kullandığı güçlü metinlerarasılık bağlarına değinmek gerekir. Barak Dansı adlı öykünün bir bölümünde yazar, yakın dönem önce dünyamızı derinden sarsan korona virüs salgını sırasında yakınlarımızın kaybında dahi yanlarında olamamanın bireyler üzerindeki psikolojik etkisini anlatmak için şair Kadir Aydemir’in Rüzgârla Saklı kitabında yer alan dizeleri kurduğu cümleye şu şekilde dahil etmiştir: “Ölüm: Kapının önünde ne çok ayakkabı!” demiş ya şair oysa kapı önüne yığılan ayakkabılara hasret kalınmıştı. (s.35)”.
Metinlerarasılığın en yoğun kullanıldığı öykülerden biri de Çakır Yeşili Gözler adlı öyküdür. Yazar bu öyküde gençlik romanı olarak kaleme aldığı Dedemin Köstekli Saati adlı kitabına, Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanına, Mehmet Akif’in Hasta, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bir Gün İcadiye’de, Didem Madak’ın Ah’lar Ağacı adlı şiirine gönderme yapmıştır.
Adeta bir yazma poetikası olarak okunabilecek Devrik Cümlelerin Mahkûmu’nda kurmaca yazar Aynur Güner, Dublaj Aşkına Foley adındaki öykü kitabını yazdığını söyleyerek üstkurmaca ile asıl yazar rolüne bürünür. Öykü mülakat tekniği ile oluşturulmuştur. Metinlerarasılık bağlamında yer verilen yazarların sözleri yazma üzerinedir. Truman Capote’nin, “Bir yazarın yazdıkları bir şekilde otobiyografiktir.” cümlesini kendisi ile mülakata gelen kurmaca karakterle tartışır Aynur Güner. Orhan Pamuk’un şu cümleleri üzerinden de ilk roman yazma üzerine kuramsal bir tartışma okuruz: İlk romanı yazmak, insanın kendi hikâyesini, bir başkasının hikâyesi gibi anlatmayı öğrenmesi değildir yalnızca. Aynı zamanda insanın kendini, bir romanı baştan sona tutarlı bir şekilde hayal edebilecek ve bu hayal ettiği şeyi kelimelere, cümlelere geçirebilecek bir kişiye dönüştürmesidir.(s.48)
Birgül Yangın Aslanoğlu, Debbağ’da yer alan on iki öyküsünü de anlatıcı çeşitliliğiyle, karakterlerinin ruhuna bürünerek sıcak, samimi bir dille, yapaylığa kaçmadan “içeri”den anlatmış. Kitap gibi samimi okurunu bulsun dilerim.
[1] Birgül Yangın Aslanoğlu, Debbağ, Hece Yayınları, Ankara, 2022.
” Kitap gibi samimi okurunu bulsun dilerim.” Sadece bu cümle bile yetmiş, okurun ilgisini uyandırmaya. Emeğinize sağlık.