EMİN GÜRDAMUR’UN “YASAK AĞACIN ALTINDA” ÖYKÜ KİTABININ YENİLİKÇİ BİR ARAYIŞ OLARAK SÖYLEDİKLERİ
Atları Uçuruma Sürmek, Herkesten Sonra Gelen adını taşıyan öykü kitaplarının ardından Emin Gürdamur, üçüncü öykü kitabı Yasak Ağacın Altında[1] ile okuruna geçtiğimiz aylarda yeniden merhaba dedi. En kısası on dokuz, en uzunu elli sayfadan oluşan beş öykü bulunuyor kitapta. Bu kitabında hem form hem de içerik olarak öykü türünün sınırlarını zorlamış görünüyor yazar. Adem ve Havva’ya dek uzanan “yasak” kavramının içerik olarak öykülere yansımasına ek olarak “öykü” kavramı için “yasak” diyemesek de birçok anlamda alışılmışın dışında olmasıyla dikkat çekiyor Yasak Ağacın Altında. Öyküler, gerek sayfa sayısı ile gerek öykü türünün genel tanımında belirtilen “daraltılmış, sınırlandırılmış, yoğunlaştırılmış konu, olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman ve mekân” söylemine uymaması ile gerekse biçimsel denemeleri ile bilindik öykü formunun bir hayli dışında kalıyor.
Necip Tosun, Modern Öykü Kuramı adlı inceleme kitabının Öykümüzde Yenilikçi Arayışlar başlıklı bölümünde yenilikçi yazarlar için şu tespitlerde bulunur:
Bu yazarlar, pek çok kimsenin fark etmediğini fark eder, kimsenin hissetmediğini hissederler. Açıklık, sadelik değil, dertlerini anlatmak peşindedirler. Yapıtlarını bildik, alışılageldik yapıların dışında kurarlar. Klasik yazınsal biçimleri aşmaya çalışırlar. Bu nedenle metinlerini ancak birkaç kez okuduktan sonra tadına varılabilecek bir örgüyle örerler. Bu anlamda çoğunlukla duyarlıkları incelmiş, bilinç düzeyi yüksek, nitelikli okur kitlesini önceledikleri, onları muhatap seçtikleri söylenebilir. (s.226)[2]
Necip Tosun, yukarıda bahsettiğim metin içinde “Yeniliğin failleri, gelenekten kopuşu temsil etmekle birlikte, aynı zamanda geleneği en iyi yorumlayanlardır. O bilir ki yazdığı her şey, sonunda büyük edebiyat fotoğrafına eklemlenecektir. Ancak ayrı bir ton, renk, ses olarak: kendi olarak. (s.229).” diyor. Ölümcül Dalgınlıklar, Şeyhin Kalbi, Makas Payı, Hesap Günü, Yasak Ağacın Altında adlarını taşıyan beş öyküde Emin Gürdamur kendisinden önceki yenilikçi yazarların izini hissettiriyor okurlarına. Bazen Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay öykülerinin bazen de dünya edebiyatından Gogol, Çehov, Kafka, Unamuno, Sadık Hidayet eserlerinin duygusunu yakalamış öyküler. Her bir öyküsü ayrı bir yazı konusu olabilecek kitabın dört öyküsüne kısaca değindikten sonra bir yazarın kurmaca karakter olarak yer bulduğu yirmi iki sayfadan oluşan Makas Payı adını taşıyan öyküsünden bahsetmek istiyorum bu yazıda.
Ölümcül Dalgınlıklar adlı öyküde bir tren vagonunda kendisi ile yüzleşmemek için uğraşan anlatıcı; Metin, Sezin ve trendeki yolcular eşliğinde bize iç dünyasını sunuyor.
Yazarın insan dışı varlıkları anlatıcı yaptığını önceki kitaplarından biliyorum. Atları Uçuruma Sürmek’te yer alan Kızılağaç Yaprağı öyküsündeki gibi farklı bir anlatıcı kullanmış Şeyhin Kalbi‘nde Gürdamur. Bir rüyanın peşinde giden Şeyh’in Maria ile karşılaştıktan sonra yaşadıkları ve yasak duyguların ruhunda bıraktığı izleri görürüz. Doğu anlatılarını çağrıştıran bir öykü olmuş Şeyhin Kalbi.
Hesap Günü adını taşıyan, otuz iki sayfadan oluşan öykü noktalama işaretleri kullanılmadan yazılmış. Gotik izler taşıyan öykü akıl hastası bir anlatıcı tarafından aktarıldığı için noktalama işaretlerinin kullanılmamasını yadırgamıyor okur. Biraz Çehov’un Altıncı Koğuşu’nu biraz Gogol’ün Bir Delinin Anı Defterini hatırlıyoruz öyküyü okurken. Karakterin karanlık tarafı ve zaman zaman öykü anlatımı Sadık Hidayet’in Kör Baykuş’unu aratmayacak türden. Hesap Günü’nde Atları Uçuruma Sürmek öykü kitabında yer alan Kahverengi Zarf öyküsündeki gibi Handan Acar Yıldız’ın ifadesiyle içeriden bir bakış açısıyla “göz hizasından eleştiri” dikkat çekiyor. [3]
Kitaba adını veren elli sayfalık öykü Yasak Ağacın Altında aslında novella özellikleri gösteriyor. Babasının metresini öldürdüğü gerekçesi ile on yıl hapis yatan anlatıcı, hapishane hayatını, kader mahkûmlarını, toplumsal düzeni, insan, aile ilişkilerini ve suçsuz bir insanın sıkışmışlığını başarılı bir şekilde sunuyor okura. Geriye dönüşlerle anlatıcının çocukluğunu öğreniyoruz. Bu öyküde Gürdamur’un Kutlu’nun Mavi Kuş’una selam gönderdiği dikkatlerden kaçmıyor.
Gelelim biraz daha detaylıca bahsetmek istediğim Makas Payı adını taşıyan öyküye:
Hâkim bakış açısı ve üçüncü tekil anlatıcıyla sunulan öyküde bir yazarın hezeyanını okuyoruz. Kronolojik bir öykü değil Makas Payı adını taşıyan öykü. Üslupçu bir yazar olarak değerlendirilen[4] Emin Gürdamur’un bu öyküsü, öykü karakterinin yazar olduğunu daha ilk cümleden okura sezdiren “Kaleminin buruşuk damarlarında kangrene kesmiş sözcükler vardı, kaldırılmayı bekleyen kokuşmuş cenazeler.” cümlesi ile başlar. Aynı sanatlı üslupla devam eden paragrafta “Hınçla indirdiği darbeler kümesten çok, göğsündeki çaresizliği parçalıyordu.” cümlesinden anladığımıza göre evlerinin çatısında güvercin kümesi inşa etmeye çalışan karakterin bir derdi vardır. Bu arada bu güvercin kümesinin kimin için hangi amaçla böyle karmakarışık bir psikoloji ile yapıldığını merak etmeye başlar okur.
Dünyanın pek çok yerinde kendisinden habersiz gizemli buluşmaların yaşandığını, kendisininse her şeyden habersiz bu kasabada sıkışıp kaldığını; bu yüzden hiç görmediği, bilmediği, hiç tatmadığı buluşmaları ve ayrılıkları, uzaktan ama güya yaşamış, güya biliyormuş gibi yazmaya çalıştığını anımsadı.
Öykü karakteri yazar âna döner ve güvercin kümesinin yapılma nedenini öğreniriz: “Bir çocuğu mutlu etmek” içindir bir an saçma olduğunu düşündüğü bütün bu çaba. Çatıda terzinin evini gözlerken yaptığı hareketleri “okurun yadırgayacağını” düşünür. Bu ifadelerden anlaşıldığına göre yazar olan karakter çatıda bir kurmaca oluşturmaktadır aslında.
Öykünün devamında sofra sahnesi vardır. Kısa ve kaçınılmaz sözcükler dışında iletişimin olmadığı bir evdir yazarın evi. Yazarın hayal gücüyle ters orantılı yirmi kelimeden ibaret bir dildir evde konuşulan dil. Eşinin sözünü keserek çocuğa kümesle ilgili birkaç şey söyler yazar. “Konuşmak istemiyordu. Elinden gelse ne şimdi ne de başka zaman ne bu evde ne de başka bir evde konuşurdu. Dahası, bugüne kadar konuştuklarını, yazdıklarını insanlardan geri almak için her şeyini vermeye hazırdı. Yaşamını anlamlı hâle getirecek cesaretten ve dürüstlükten mahrumdu.” cümleleri yazarın iç dünyasını okura yansıtan ipucu niteliğinde cümlelerdir. Geçmişin “savruk, gurursuz ve tutarsız” izlerini silmek istemektedir yazar karakteri. Sofradan karısına, sofraya, eve, kasabaya ve akşama yöneltilmiş kırgınlıkla balkona çıkar. Aslında kendine, geçmişine, okuduklarına, yazdıklarına, yazamadıklarına saplanıp kalmanın kırgınlığını yaşar.
Bu arada öyküde gözler yazarın karısına çevrilir. Karısı hiçbir şey olmamışçasına duvara bakmayı tercih eder tıpkı absürd edebiyatın öncülerinden ve Amerikan edebiyatının kült yapıtlarından Herman Melville’in meşhur roman karakteri Katip Bartleby’nin “Yapmamayı tercih ederim.” demesi gibi. Bu arada gözyaşlarına direnerek tekerlekli sandalyeye bağlı olduğunu öğrendiğimiz çocuğuna sığınır kadın. Kadının iç dünyası sergilenir bu sefer. Bir yazar karısı olarak kocasının yazma süreci, roman dosyasının yayınevine gitmesiyle başlayan bekleyiş sürecindeki tavırları karşısında hisleri iç çözümleme yöntemiyle sunulur. Kadın, milyonlarca hemcinsi gibi bir dizi alışkanlığa tutunarak hayatını sürdürüp gider.
Yazarın “romanda duyguların izini sürme” ile ilgili önceki ve mevcut andaki düşünceleri yine incelikli bir üslupla sunulur. Ardından yine kadına döner anlatı. “Onu tanımasa, kitabı yeni çıkan ve haksız bir ilgiye mazhar olan başka bir yazarı kıskançlıkla düşünüp dengesini kaybettiğini zannedebilirdi.” cümlesi kadının yazarın iç dünyasındaki buhranın nedenleri hakkında fikir sahibi olduğunu gösterir. Ayrıca kocasının kendisine bir okur olarak bile değer vermediğini ifade eden cümleler yer alır.
Zamanla yazar iyice yalnızlaşmıştır. Çünkü romanlarında çevresindeki insanları anlatması dostlarını kaybetmesine neden olmuştur. Ona göre ise “Çevresindeki hayatlar, sadece bu ruhlar için kullandığı önemsiz, fani bedenlerdi ve bunun için alınganlık göstermenin, çocukça kaprislere kapılmanın anlamı yoktu”r. Sadece yaşamını tüm çıplaklığı ile ifşa ettiği karısı yanında kalmıştır. Kadın geçmişini roman konusu yapan kocası yüzünden ailesinden, yaşadığı çevreden kopmak zorunda kalmıştır. Öykünün bu bölümünde kadın ve yazarın nasıl tanıştığını, üniversitede sevgili iken ayrılmalarının nedenlerini, kadının başka bir adamla evlenip engelli bir çocuk dünyaya getirdiğini ve kocasının bu sarsılmanın etkisiyle yaptığı kazada öldüğünü, yazarın aslında yazmak için mecra aradığını, bu yüzden de eski sevgiliyle evlendiğini öğreniriz. Evlenme teklifi sırasında karısının çantasına attığı yüzük yazarın travmalarını oluşturan bir başka neden olmuştur. Aslında kadının yazarla sığınak olarak evlendiğinin kanıtıdır bu yüzük.
Burada Emin Gürdamur’un öyküsünün İspanyol edebiyatının önemli yazarlarından Miguel de Unamuno’nun Sis romanı ile adeta roman kuramına ait postmodernce bir şölen olduğunu düşündüğüm bir bölümü arasındaki benzerliğinden söz etmek istiyorum: Romanının otuz birinci bölümünde roman karakteri Agusto ile roman yazarı Miguel karşı karşıya gelir. Agusto yazara intihar fikrini açar. Aralarında geçen konuşmanın bir kısmı şöyledir:
“Pekâlâ sevgili Agusto, gerçek şu ki, yaşamadığın için kendini öldüremezsin, ne dirisin ne de ölü çünkü mevcut değilsin sen.”
“Neden mevcut değilmişim?” diye bağırdı.
“Yalnızca kurmaca bir mevcudiyetin var senin. Benim hayal dünyamın, senin hakkında uydurduğum saadet ve felaket hikâyesini okuyan okurların hayal dünyasının ürünü olmaktan öte bir şey değilsin zavallı Agusto. Bir roman ya da nivola karakteri olmaktan öte bir şey değilsin. Şimdi öğrendin işte sırrını.”[5]
Makas Payı öyküsünde de yazar, zaman zaman gerçek ile kurgunun birbirine karıştığı bölümde yarattığı karakterlerden çaycı çırağı ile konuşur. Terzinin evine giden yazarın, kırmızı ceketli makas ve terzi arasında geçen konuşmaları Unamuno’nun Sis’indeki yazar ve yarattığı karakteri arasında geçen konuşmaları anıştıran türdendir:
Ellerini iki yana açan yazar, “Beni dışlamaya hakkınız yok,” dedi, yutkunduktan sonra da “ikinizi de…” diyecek oldu ama diyemedi. Terzi, hareketsizlikten semirmiş yüzünü buruşturup dinç ve saldırgan bir ifadeyle donattı: “Sana kalsa değil bizi, bu kasabayı, bu dağları, şu denizi, dünkü fırtınayı da sen yarattın, değil mi?”
Yazar diğerleriyle arasındaki statü farkını yeni idrak etmişçesine ayağa kalktı ve buyurgan bir sesle, “Evet,” dedi, “sizin sönük, silik, hayalî varlıklarınızı kelimelerle çerçeveledim. Yoksa başka terzilere, başka makaslara karışıp giderdiniz.” Terzi, “Bizi mahkûm ettin,” dedi, teslim olmamaya kararlı bir sesle. Diğeri üsteledi: “Hayır size hayat verdim.” (s.67)
Yazar ve karakterleri arasında geçen birkaç sayfa süren bu konuşmalardan terzisini terk edip giden makasının öyküsünü öğreniriz. Kurmaca içinde kurmacanın olduğu bölümler öykünün en başarılı bölümlerindendir.
Yazar, kendisini balkonda zihnen yazmakta olduğu öyküsüne öyle kaptırır ki gece yarısı parmağında eski eşinden kalma yüzüğü görmenin dehşetiyle balkona gelen karısının sesiyle kendine gelir. Karısı yazarı terk etmek istemektedir. Yazarın yüzük ile ilgili saplantılı davranışı ortaya çıkmıştır. Güzel bir fikir bulduğunda âdeti olduğu üzere kalemlerini balkondan fırlatan yazar, karısıyla aynı çatıda hâlâ yaşayabilir miyim fikriyle -bunu da bir kurgu konusu olarak düşündüğü için- yine benzer bir tavır sergiler. Ya da kalemleri fırlatıp atması yazmayı bıraktığı şeklinde de yorumlanabilir.
Emin Gürdamur, Yasak Ağacın Altında kitabında her okunduğunda yeniden anlamlandırmaya müsait, insana karanlık dehlizlerde ilerlemeyi, tekinsiz sularda yüzmeyi vadeden öykülere imza atmış. Daha “Atları Uçuruma Sürmek” adını taşıyan ilk öykü kitabında öykünün kuramsal boyutuna da hakimiyetini hissettiren Emin Gürdamur, Herkesten Sonra Gelen’le edebiyat dünyasında sağlam bir yer edinmiş görünüyor. Yasak Ağacın Altında ile de kendisini tekrarlamayan, günümüz öykücülüğünü zenginleştiren bir öykü yaklaşımına ulaşmış. Yasak Ağacın Altında’nın hak ettiği değeri görmesini diliyorum.
[1] Emin Gürdamur, Yasak Ağacın Altında, Ketebe Yayınları, İstanbul 2021.
[2] Necip Tosun, Modern Öykü Kuramı, Öykümüzde Yenilikçi Arayışlar, Ankara, 2018, s. 226.
[3] Bkz https://edebiyatburada.com/handan-acar-yildiz-yazdi-elestiride-goz-hizasi/
[4] Mehmet Doğan, Edebiyat Ortamı, Mayıs/Haziran 2021, s.130.
[5] Miguel de Unamuno, Sis, Çeviren: Gökhan Aksay, Olvido Yay., İstanbul, 2018, s. 184.