Edebiyat çevrelerinde postmodern romanların özgün olup olmadığı konusu sürekli tartışılır. Klasik edebiyatımıza aşina olanlar bu konu gündeme geldiğinde Şeyh Gâlip’in, Hüsn ü Aşk mesnevisinde yer alan şu beyitlere sık sık atıfta bulunurlar:
Esrârını Mesnevîden aldım
Çaldım velî mîrî malı çaldım
Fehm etmeğe sen de himmet eyle
Ol gevheri bul da sirkat eyle[1]
Yani yazarların önceden kaleme alınmış eserlerden yararlanması eskiden normal karşılanılan bir durumdur. Hatta bu durumla postmodern metinlerde sıkça karşılaşılır. Bu tür metinler üreten yazarlar, sadece kendi ülkesinin edebiyat üretimlerinden değil dünya mirası kabul edilen tüm metinlerden de yararlanırlar.
Bu değerlendirmede Eco’nun Gülün Adı ve Pamuk’un Benim Adım Kırmızı romanlarının benzerlikleri üzerinde durmaya çalışacağım. Dikkatimi çeken benzerlikleri ortaya koyarken bunu Pamuk’un bir eksikliği değil, onun roman anlayışının bir parçası olarak gördüğümü başlangıçta belirtmek isterim.
İki yazar da kurguda kullandığı malzeme ile ilgili ciddi olarak araştırma yaptığını çeşitli yerlerde beyan etmişler. Her iki eseri de okuyanlar satır aralarında bunun çok rahat farkına varıyor. Pamuk, Benim Adım Kırmızı’yı yazmadan önce Topkapı Sarayı Müdürü Filiz Çağman’dan özellikle minyatür sanatıyla ilgili çok şey öğrendiğini belirtir.[3] Eserin yazıldığı dönemle ilgili kullandığı kaynaklar yazarın kütüphanesinin geniş bir bölümünde yer alır. Eco da bir söyleşide “şimdiki zamanı yalnızca televizyon ekranı aracılığıyla biliyorum, oysa Ortaçağ’ın doğrudan bilgisine sahibim.” der. Yazarın ayrıca Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik, Ortaçağ’ı Düşlemek adlarında eserleri de vardır. [4] O, bir Ortaçağ uzmanıdır.
Öncelikle iki eser arasındaki isim benzerliğini konuşalım: Pamuk, Öteki Renkler’de kahramanların, eşyaların birinci tekil şahısla konuştuğunu, Benim Adım Kırmızı cümlesinde bu edanın olduğunu; kitabın, renklerle, görme zevkiyle ilgili olduğunun hissedildiğini söylüyor. Bir dönem eserin ismini Hüsrev ile Şirin’de yer alan resme bakıp âşık olma temasından yola çıkarak İlk Resim’de Aşk koymayı düşündüğünü belirtiyor. [5] Romanın 31.bölümü romanla aynı adı taşıyor, bu bölümün anlatıcısı olarak kırmızı renk çıkıyor karşımıza. Umberto Eco da Alfabeta dergisinin 1983 tarihli 49. sayısında eserin adını başta Suç Manastırı, Melkli Adso olarak düşündüğünü söylüyor ve sonradan şunları ekliyor: “Gülün Adı fikri hemen hemen rastgele geldi aklıma; hoşuma da gitti, çünkü gül öylesine anlam yüklü, simgesel bir nesnedir ki, neredeyse artık hiçbir anlamı yoktur; gizemli gül ve bir güllerin yaşantılarını yaşamıştır…” [6] Gül denilince akla gelen kırmızı rengi nedeniyle de Benim Adım Kırmızı ismi Gülün Adı’nı çağrıştırıyor. İki eserde de işlenen cinayetler ve açık ya da örtük cinselliğin yer bulması kırmızıyı çağrıştırdığı da ortada.
İki yazar da yaşadıkları dönemden epeyce uzak yüzyıllarda kurgulamışlar romanlarını. Benim Adım Kırmızı, 1591 yılında İstanbul’da dokuz karlı kış gününde geçiyor. Nakkaşhanenin baş ustalarından Zarif Efendi ile padişah tarafından gizli bir kitap hazırlamakla görevlendirilen Enişte Bey cinayete kurban gidiyor. Gülün Adı romanı 14. yüzyıl İtalya’sında yüksek bir tepenin üzerinde kurulmuş büyük bir manastırda yedi günde yedi esrarengiz cinayeti anlatıyor. Eco eserinin bölümlenmesinde yedi günü Tansökümü, Sabah, Öğle, İkindi, Akşamüzeri, Günbatımı, Akşam olmak üzere yedi zaman dilimine ayırarak bölümler oluştururken Pamuk gün bölümlemesi yerine her bölüme ayrı isimlendirme yapmış. Ele aldıkları yüzyılların sosyal, siyasi ve dinî yapısı hakkında oldukça detaylı bilgiler var iki eserde de.
Yıldız Ecevit, postmodern oluşumları anlatırken Kafka/ Joyce çizgisinde ilerleyen, öncü biçim denemelerinin belirlediği seçkinci bir eğilimden ve sıradan okura yakın bir çizgide popülist/ trivial eğilimlerden bahseder. Benim Adım Kırmızı’da iki eğilimin birlikte var olduğunu belirtir ve sözlerini şöyle sürdürür:
“Benim Adım Kırmızı”da seçkinci bir yaklaşımla resim sanatını odak alarak biçimsel düzlemde deneysel ağırlıklı bir roman oluşturan Orhan Pamuk’un, metnini motif düzleminde cinayet ya da aşk üçgeni türünden sürükleyici / trivial özelliklerle doldurması örneğinde gördüğümüz durumdur bu. [7]
Her ne kadar yazar Pamuk, “Kitabı bitirirken bir “polisiye plot”un, dedektif hikâyesinin zorlama ve boşuna olduğunu hissettim ama iş işten geçmişti. Kimsenin ilgilenmeyeceğini düşündüğüm sevgili nakkaşlarıma böyle ilgi çekebileceğimi düşünmüştüm: Ama bu kurgu (İslam ve yasak sanat konusu) onların âlemine ve mantığına, onların kırılgan işine bir çeşit saldırı oldu. Öte yandan İslam’ın sanata, kendini içtenlikle ve derin bir şekilde sanat ile -yaratıcılıkla-musavvir gibi ifade etmeye karşı tarihsel bir hoşgörüsüzlüğü var ki, ona da çağdaş okurların önünde gözlerimi kapayamam. Böylece romanımı kolay okunur ve sürükleyici yapan bir polisiye-siyasi mantık, zavallı nakkaşlarımın kırılgan hayatlarına zorla sokulmuş oldu. Kendilerinden özür dilerim.”[8] dese de aslında Eco gibi rastlantısal olmayacak şekilde sonuna dek polisiye çizgiyi koruyarak saf okuyucuyu kandırmayı sürdürüyor Pamuk da. [9]
İki metinde dikkati çeken benzer bir nokta da aşk ve aşkın ele alınışı. Gülün Adı’nda Melkli Adso ile romanda adı belirtilmeyen ve trajik bir ölüme giden köylü kızı arasında yaşanan cinsel birliktelik detaylıca anlatılmış. Ayrıca detaya inilmese de başkütüphaneci Malachi ve yardımcısı Berengar, Berengar ile ressam Adelmo arasında yaşanan eşcinsel bir aşk üçgeni dikkat çekiyor. Benim Adım Kırmızı’da minyatürlerde Şirin’in Hüsrev’in resmine bakarak ona âşık olmasının anlatılması dışında iki erkek çocuğu annesi güzeller güzeli kocası dört yıldır savaştan dönmemiş Şeküre, onun çocukluk aşkı yeğeni Kara ile kocasının kardeşi Hasan arasında yaşanan aşk üçgeni de geniş yer tutar. Benim Adım Kırmızı’da da Eco’nun eserindeki kadar yer bulmasa da eşcinsel dokunuşlar olduğunu söylemem gerekir.
Gülün Adı’nda Rahip Jorge’nin gizlediği Aristo’nun kitabı nedeniyle cinayetler işlenir. Kitapta yer alan bilgiler nedeniyle manastırın otoritesinin sarsılacağından korkulmaktadır. Benim Adım Kırmızı’da da İslam dininin yasakladığı düşünülen portre resim üzerine gizlenen bir kitap vardır.
Körlük kavramı da iki eserde benzer olarak dikkat çeker. Gülün Adı’nda kendini kütüphanede yer alan kitapları okumaya adamış Rahip Jorge kırklı yaşlarında bu uğurda kör olmuştur. Benim Adım Kırmızı’da uzun yıllar minyatür yapmaktan dolayı usta nakkaşlar kör olur. Bu yüce bir mertebedir. Hatta ileri yaşlarda hâlâ kör olmayan nakkaşlar sorguç denen iğneyi gözlerine batırmak suretiyle kör olurlar.
İki eserde de olayların geçtiği mekânlardan biri kütüphanelerdir ve içinde bulunan kitapların sayısı ve içeriği bakımından kütüphaneler oldukça zengindir. İki eserde de kütüphanedeki eserler detaylıca anlatılır. Manastır kütüphanesi labirent şeklinde tasarlanmıştır ve kütüphaneye izinsiz giren kişinin çıkması imkânsızdır. Manastır kütüphanesindeki bazı kitaplar korunmaktan ziyade içindeki bilgiler nedeniyle saklanır. Padişahın koruma amacıyla herkesin ulaşamayacağı kitapları muhafaza etmekle görevlendirdiği biri vardır. O kitaplar da herkese açık değildir.
Benim Adım Kırmızı’da Gülün Adı’ndaki gibi mezhepsel çatışmalar çok derinden anlatılmasa da koyu bir taassup içinde olan Erzurumlu Hoca Efendi ve taraftarlarından bahsedilir. Nakkaşlar ve hattatlar geceleri kahveye toplanır, Erzurumlu Hoca karşıtı sivri dilli bir meddahın yer yer gerçek yer yer hayalî resimlere bakarak anlattığı hikâyeler onun sonunu getirir. Manastırda da romanın sonlarında kilerci Remigio ve kilerci yardımcısı Salvatore sapkın ilan edilir ve yakılarak öldürülme gibi büyük bir cezaya çarptırılır.
İki eser arasında dikkatimi çeken bir benzerlik de atlarla ilgili verilen bilgidir. Benim Adım Kırmızı’da sayfalarca güzel atlarla ile ilgili bilgiler verilir. Minyatürcülerin at çizimi de büyük önem taşır hatta cinayeti çözmede ipucudur at çizimleri. 34. bölüm “Ben At” başlığını taşır. Gülün Adı’nda da manastıra çömezi Adso ile ilk geldiklerinde eski bir sorgucu rahip olan William ve manastırın kilercibaşısı Remigio arasında başrahipin atı Brunellus üzerine uzun bir konuşma geçer. Benim Adım Kırmızı’daki kadar olmasa da güzel atın özellikleri ile ilgili bilgi verilir burada da.
Her okunduğunda iki eser arasındaki anıştırmalara yenilerini ekleyebiliriz. Şu bir gerçek ki Umberto Eco da Orhan Pamuk da çok katmanlı okumaya açık metinler yazmışlardır. İki metnin yazılış sürecindeki emek kadar olmasa da okuyucuların da iki romanı okuması emek ister. Ama karşılığında elde edilen mutluluğa değer.
[1] (Hüsn ü Aşk’ı kaleme alırken) sırlarını (Mevlâna’nın) Mesnevî’sinden aldım; evet çaldım ama, mirî malı çaldım. (Gücün yetiyorsa), sen de onu anlamaya çalış; o hazineyi bul ve inciyi sen de çalıver! Şeyh Galip, Hüsn ü Aşk, Metin, Düz yazıya çeviri: Mehmet Nur Doğan, Yelkenli Yayınları, İstanbul 2017, s. 456-457.
[2] Umberto Eco, Gülün Adı, Çeviri: Şadan Karadeniz, Can Yayınları, İstanbul, 2018, s. 15.
[3] Orhan Pamuk, Öteki Renkler, Benim Adım Kırmızı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s.153.
[4] Umberto Eco, age, s. 698.
[5] Orhan Pamuk, Öteki Renkler, Benim Adım Kırmızı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s.155.
[6] Umberto Eco, age, s. 693.
[7] Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodern Açılımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s. 168.
[8] Orhan Pamuk, Manzaradan Parçalar, Benim Adım Kırmızı Üzerine, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010, s.349.
[9] Umberto Eco, age, s. 718.