Edebiyatımızda roman türünün Tanzimat’la birlikte Batılılaşmanın bir sonucu olarak daha çok çeviriler vasıtasıyla ortaya çıktığı görüşü genel olarak kabul görmüştür. İlk yerli romanımız Şemsettin Sami’nin “1972’de fasiküller halinde, sonraları 1875’te kitap olarak yayımlanan” [1]Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseri kabul edilmektedir.
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ın başarısızlıkları üzerinde sıklıkla durulur. Özellikle roman tekniği açısından yetersiz olması ve geçmişteki anlatı geleneklerine yaslanması bu romanın eleştirilmesinin ana nedenleri arasındadır. Bütün bu eleştiriler romanın biraz da edebiyatımızdaki ilk örneği olmasına bağlanır.
Peki ne anlatılmaktadır bu romanda?
Eserin ilk bölümlerinden birinde evin dadısı Ayşe Kadın, Saliha Hanım’a Talat’ı evlendirme isteğini dile getirir, “ Heb âlem nasil yabar. Sen faraciyi al, ben de başortisi alur, bugun bir mahalle, yarun bir mahalle gazer, görür; kız bagandi, alur.”[3] der. Natüralist eserlerde rastladığımız kahramanların bulunduğu yörenin ağız özellikleriyle konuşturulması özelliğini hatırlatan bu sözler üzerine Saliha Hanım, görücü usulüne tepkisini sert bir şekilde ortaya koyar ve dadıya bu konudaki görüşlerini şu cümlelerle ifade eder: “ Âlem nasıl yapıyorsa biz de öyle yapalım, diyorsun. Fakat görmüyor musun? Bugün evlenen yarın ayrılıyor. Bin türlü rezalet oluyor. Tabii olacak. Görmedikleri, bilmedikleri bir kız alıp; hiç sormaksızın tanımadığı bir kocaya veriyorlar. Acaba çocuk o kızla uyum sağlayacak mı? Beğenecek mi? Sevecek mi? Ana babası bunları hiç düşünmüyor. (s.12-13)” .
Saliha Hanım, Ayşe Kadın’a kendi aşk hikâyesini anlatır. Leyla ile Mecnun mesnevisinde olduğu gibi beraber gittikleri okulda severler Saliha ile Rifat birbirlerini. Rifat’ın babası kötü huylu bir adamdır ve mal varlığını heba etmiştir. Annesi ise adeta bir melektir. Saliha’nın annesi, Rifat’ın annesi Kamile’nin çektikleri vesilesiyle görücü usulü evliliklerin kadını zor durumda bıraktığını şu keskin ifadelerle dile getirir:
“Zavallı biz kadınlar! Bizi hiç insan yerine koymazlar. Babalarımız istedikleri adama bizi hediye edercesine verir. O adamın huyunu suyunu soruşturmaz. O adamla geçinebilir miyiz diye hiç düşünmezler. Bize bir defa “ Seni filanca adama vereceğiz.” derler o kadar. Biz susarız ama gönlümüz ne der? “Ya Rabbi, babamın söylediği efendi genç, yakışıklı, iyi huylu olsun.” Bazen öyle de olur. Fakat bazen tam tersi… Bize koca olacak adam ya altmış yaşında, yahut bir gözü kör, burunsuz, sarhoş veya ahmak çıkar. Ah siz erkekler ne zalimsiniz! Bir kızcağızın gözü biraz şaşı olsa, yahut yürürken belli belirsiz aksasa evlenmeksizin ihtiyarlarlar. Kimse almaz. Ama sizin en fenanız, en uğursuzunuz, en sakatınız kızların en güzelini, uslusunu alır da esir eder. (s.18)”
On bir yaşına girdikten sonra okuldan alındığı için Saliha, Rifat’tan ayrılmak zorunda kalır. “ Aşkımız beşikten mezara sonsuz olup, birbirimizi alamadığımız takdirde kendimizi öldürmezsek soysuz ve aşağılık insanlarız. (s.22)” yazılı kâğıda iki genç imza atmışlardır. Aradan beş yıl geçer ve bir gün Saliha’nın annesi kızından görücü usulü ile bir evlilik gerçekleştirmesini talep eder: “ On altı yaşını geçtin. Kocaya varma vaktin geldi. Talihin de açıkmış. Seni büyük bir evden istiyorlar. Çok zengin kişizâde bir efendi. Biz babanla düşündük. Allah’ın emriyle seni ona vereceğiz. (…) Hani geçen hafta görücüler geldi ya. Senin haberin yokken onlar sana bakıp beğendiler. Kocan olacak efendi Ahmet Bey isminde…(s.26-27)” cümleleri Saliha’nın bağrına hançer gibi saplanmıştır. Yıllar sonra dünyaya gelen tek çocukları Saliha’nın intihar edeceğini anlayan ana baba görücü usulünün yanlışlığını fark ederek kızlarını Rifat Bey’e verirler. Mesnevilerimizde, halk hikâyelerimizde genelde gençlerin ölümü ile sonlanan hikâyelerin aksine bu hikâye mutlu sonla bitmiş görünür. Fakat Rifat Bey’in oğulları Talat altı yedi yaşlarındayken vefat etmesi bu mutlu sona gölge düşürmüştür.
Saliha Hanım’ın geriye dönüş tekniği ile anlattığı aşk hikâyesi bitmiş, 10. bölümden itibaren Talat ve Fitnat’ın aşkı anlatılmaya başlanmıştır. Devlet dairesinde bir kalemde çalışan Talat Bey, tütün almak için girdiği Hacı Mustafa’nın Aksaray’dan Bayezit’e çıkan caddede bulunan dükkânının karşısındaki cumbalı evde Fitnat’ı görür. Fitnat Hacı Mustafa’nın ölen eşinin ilk evliliğinden olan kızıdır. İki genç birbirine âşık olur. Fitnat babalığının baskıları nedeniyle evden hiç çıkmamaktadır. Evde gergef ve dikişle meşgul olur. Talat, Şerife Kadın vasıtasıyla kız kılığına bürünerek Ragibe kimliği ile Fitnat’a dikiş nakış öğrenmek için gider.
Halk hikâyelerini tarzında “Şimdi Talat Beyle Fitnat Hanımı mutlu olarak bırakıp Üsküdar’a geçelim.” diye başlayan 23. bölümde Üsküdar’da Topbaşı’nda oturan kırk kırk beş yaşlarındaki Ali Bey anlatılmıştır. Geriye dönüş tekniği ile Ali Bey’in evliliğinde yaptığı hata üzerinde durulur. Ali Bey karısını evden kovmuştur. Evden kovulunca annesine sığınan Ali Bey’in karısı evlilikte kadına verilen değeri ilk bölümlerde Saliha Hanım’ın sözlerini çağrıştırır şekilde şu cümlelerle gözler önüne serer: “Zavallı biz kadınlar! Evlendiğimizde zannediyoruz ki bir koca, bir arkadaş alıyoruz. Fakat erkekler bize o gözle bakmıyorlar. Onların evlendikleri karılarına verdikleri önem, satın alacakları beygir ya da arabaya verdiklerinden daha az. Hakları var! Çünkü aldıkları beygir iyi çıkmazsa satın aldıklarından daha ucuza sattıkları için zarar ederler. Fakat karıları iyi çıkmaz, huyları uyuşmazsa hiçbir zarar etmeden onları bırakıp daha iyisini alabilirler. Bizi hayvan değerinde bile görmezler ne yapalım? Hüküm onların elinde. (s. 67) Annesi ise kızını sonradan başkası ile evlendirir.
Geleneksel anlatılarda olabilecek tesadüfler, geleneksel türleri çağrıştıran anlatım tarzı her ne kadar romanı başarısız kılsa da sonuçta edebiyatımızsa öncesi olmayan bir türü denediği düşünüldüğünde Şemsettin Sami’nin başarısı anlaşılacaktır.
[1] Robert P.Finn, Tük Romanı, Bilgi Yayınevi, Ankara 1984, s.17
[2] Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış1, İstanbul, 1994, s. 32
[3] Şemsettin Sami, Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, Timaş Yayınları, İstanbul, 2005, s. 12