Nurhan Suerdem’in, 2019 yılında İletişim’den yayımlanan “Maruzatım Var”[1] adlı ilk öykü kitabı 2020’de Haldun Taner Öykü Ödülü’ne layık görüldü. Ödülün veriliş gerekçesi olarak da eserin “içtenlikli anlatımı, ironik yaklaşımıyla anlatıcının iç sesini toplumdaki ‘öteki’ kadınların sesiyle örtüştürmesindeki başarısı”[2] gösterildi. Yine de bu gerekçe tam olarak eserin anlattıklarını karşılıyor diyemiyorum. Bilindiği gibi Haldun Taner’in öykülerinde gözlemin, mizahın ve yerginin önemli yeri vardır ve Taner, Necip Tosun’un dediği gibi, “entelektüel hikâye tarzı”nı hem de sosyal gerçekçileri tasvip etmez. Çünkü o kendi deyimiyle “herkesin anlayabileceği halkçı bir üslup” peşindedir. Sanatını gruplaşmanın, grup dayanışmalarının dışında tutmak ister. Batı özentili gruplaşmalar olarak nitelediği edebî grupları eleştirir. Taner, modern öykünün geldiği yeri, imkânlarını iyi bilmesine karşın geleneksel anlayışa sıkı sıkıya bağlıdır. Ne biçimsel anlamda yenilik arayışı içerisinde ne de dilde bir gerilim, şiirsellik peşindedir. Çoğunlukla düz, sade bir anlatımı yeğler.”[3] Haldun Taner adına verilen ödülü almış bu eserde Taner’in izlerini belli oranda görmek mümkündür. Gözlem gücü, mizah, yergi, geleneksel anlayış ve herkesin anlayabileceği üslup Nurhan Suerdem’in “Maruzatım Var”daki öyküleri için de geçerlidir.
Maruzatım Var, okuyucuyu daha ilk cümleden metnin içine çeken on öyküden oluşuyor.
Kitap, ismini Asliye Hukuk Hâkimliği’ne adlı ikinci öykünün ilk cümlesinden alıyor. Öykü “Hâkim Bey, anlatmaya çekindiğim çok önemli bir maruzatım var. (s.27)” cümlesi ile başlıyor. Bazı yazarlar, kitabına öykülerden birinin adını vermeyi tercih ederken bazıları da kitabının genelinin temasına uygun bir adı tercih ediyor. Nurhan Suerdem de bu öyküde yer alan TDK’ de “mevki, makam veya yaş bakımından büyük birine sunulan, bildirilen dilek veya bilgi, sunuş” anlamına gelen bu söz grubunu eserine vermeyi uygun bulmuş. Sözcüğün istek, dilek anlamı göz önüne alındığında öykülerin genelinde aslında yazarın toplumdan istekleri olduğu da düşünülebilir. Öyküde babaannesi tarafından adı konulan ve kendisinden adının anlamına uygun bir hayat sürmesi beklenen genç kadının adını değiştirmek istemesi süreci mizahi bir dille aktarılmış. Yazarın sonlarda öykü karakterinin ismine yer vermesinin öykünün büyüsünü zedelediğini söyleyebiliriz.
Tenes’in Baltası adını mitolojik bir öyküden almış. Mitolojiye göre, “Denizlerin efendisi Poseidon’un kimbilir kaç çocuğundan biri, Kyknos adında bir kralmış. Lapseki bölgesindeki Miletos Kolonisi, Kolonai kentine hükmedermiş. Tenes adında bir oğlu varmış. Tenes’in annesi ölünce babası tekrar evlenmiş. Fakat üvey anne Philomene, Tenes’e iftira etmiş. Üstelik kendine yalancı tanık olarak bir kavalcı bulmuş. Kral Kyknos bu iftiraya kanmış ve oğlunu bir sandığa koyarak denize attırmış. Sandık, Tenes’in büyükbabası Poseidon’un yardımı ile boğazdan geçerek Leukophrys kıyılarına ulaşmış. Ada halkı Tenes’i alıp kral yapmışlar ve adanın ismi Tenes’in adası anlamına gelen Tenedos olmuş. Kyknos kısa süre sonra oğluna atılan iftirayı anlamış ve oğlundan özür dilemek için Leukophrys’e hareket etmiş. Tenes babasının gemilerinin limana yanaştığını görünce elindeki balta ile gemilerin halatlarını kesmiş. Yunanistan’da kullanılan “Tenes’in baltası ile kesmek” deyimi buradan gelmektedir. Bir kişi biriyle görüşmek istemediği zaman Tenes’in baltası ile kesti denilmektedir.”[4] Haluk, kendisini ve ağabeyini çocukken evde bir hiç muamelesi gördüğü için terk edip Fransa’ya giden ve orada evlenen annesinin bu davranışını unutamaz. Evlenip aile kurmuş olsa bile psikolojisi bu olay üzerine şekillenir. Bir gün ölüm döşeğindeki annesinden aldığı şu mektup üzerine karar verme aşamasına gelir: “Haluk, Ölümden değil, seni göremeden ölmekten korkuyorum. Bu isteğimi Tenes’in baltasıyla kesme.(s.48)”. Haluk her şeye rağmen annesinin izlerini taşır. Ruhunun karanlığı yaptığı resimlerde bile kendini göstermiştir. Yine de her zaman bir umut vardır.
Fiziksel değişiminin aksine ruhu genç elli beş yaşında bir kadının bir dükkânın camından içeriye bakarken orada gördükleriyle başlar Eşik öyküsü. Camdaki yansımada karşı kaldırıma park eden genç ve yakışıklı adam görür ve o adamla tanışmasıyla başlayan hayaller kurar kadın. Hayallerinde dükkânda gördüğü Fransız dantelinden tuvalet de yer bulur. Hayal ve gerçeğin sınırlarının zorlandığı, diğer öykülere nazaran kapalı bir öykü olduğu söylenebilir Eşik’in.
Kitabın en sarsıcı öykülerinden birisi Aziz Bey’dir. Öykü hazin bir yaşlılık hikâyesidir. Aziz Bey’in kendisinden önce bu dünyayı terk-i diyar eylemiş eşi Ferhunde’ye olan duygularına şahit oluruz. Eski bir dostun acılarına ortak olmanın hüznüyle “Artık senden sonraki yalnızlığımın ilk gününe dönmekten başka çarem kalmadı.(s. 68)” der anlatıcı eşine. Duygu yoğunluğunun yüksek olduğu öykü, evlenen ve belli bir yaşa gelen çocukların ailesine olan ilgisinin azalması, semtlerin ruhunun belediyelerce talan edilmesi gibi konulardan da beslenir.
Murat, karısının gözbebeklerine indirdiği “son” yazılı perdeyi gördüğünde taşınma kararını verdi(s.69), cümlesiyle başlayan Bir Sokak adlı öykü Murat’ın yeni kurulan mahallede salonunun penceresinden yaptığı gözlemleri anlatır. Başkalarının dramı Murat’a kendi yaşadıklarını unutturacak türdendir.
Talih kuşu, yine belli bir yaşa gelip de evlenmemiş genç bir kadının hastanenin nöroloji bölümünde sırasını beklerken yaşadıklarını ve gözlemlerini anlatır. Evlenmek, bir kadının başına talih kuşu konması olarak mı değerlendirilmelidir sorusu yine mizahi bir dille irdelenir. Toplu alanlarda insanların gereksiz merakı öyküde ayrıca eleştirilen konulardandır.
Okul çağına yaklaşmış, hayal dünyasında kendini Kızılderili kabilesinden gören ve çevresinde yaşayanları da bu minvalde değişik adlarla tanımlayan çocuğun gözünden okuduğumuz Oturan Mavi Bulut’un Eksik Listesi adlı öykü anne babalığı, komşuluk ilişkilerini ve yaşlılıkta yalnızlığı sorgular. Çocuk gözünden anlatılan, bolca diyaloğun yer aldığı siyasi göndermelerin de olduğu bu öykü manevi duygulara seslenir.
Kitabın son öyküsü Yetişkin Oyunları’nda, kendisinin ödül alacağı bir törene otobüsle giden emekli bir gazeteci, bir genç kızla delikanlının oynadığı “adam asmaca” oyunuyla geçmişe yol alır. Tarihin kara sayfalarına yazılan siyasi idam kararlarının verildiği ana çektiği fotoğraflarla tanıklık yapan gazeteci otobüste oyun oynayan delikanlı kadar olamamıştır. Bir oyun, emekli gazeteciyi geçmiş pişmanlıklarına götürmüştür.
Emekli olana kadar edebiyatla ilişkisini sadece okur olarak sürdüren Nurhan Suerdem, “Bir haber, bir olay olduğunda öfkelenip kızdığımda, mutsuz olduğumda duygularımı satırlara döküyor, ya da bir anım aklıma geldiğinde bunlarla ilgili yaşadıklarım anlatılmak için beni zorluyordu. O zamanlar yazdım ve paylaştım. Arkadaşlarım beğenmeye, teşvik etmeye başladılar. Nurhan niye bir yerlerde yazmıyorsun; mesela bir gazetede haftalık köşe yazısı yazsan, bunları herkes okusa fena mı olur, dediler.” [5] diyor bir söyleşide ve Murat Gülsoy’un Yaratıcı Yazarlık Atölyesi ile yazma serüveninin başladığını ekliyor. Birçok yazarın yazma serüveni ile karşılaştırıldığında ilginç bir hikâye ile karşımıza çıkan yazar Nurhan Suerdem, öykülerindeki konu çeşitliliğiyle, üslubundaki samimiyetiyle dikkat çekiyor. Biraz da kendimizi bulduğumuz bu öyküler okunmaya değer.
[1] Nurhan Suerdem, Maruzatım Var, İletişim Yayınları, İstanbul, 2019.
[2] https://edebiyatburada.com/haldun-taner-odulu-maruzatim-varin/
[3] https://tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/03/20150323.pdf
[4] http://bozcaadamuzesi.net/tarihce/
[5] https://parsomenfanzin.com/2020/06/08/nasil-yazar-oldum-nurhan-suerdem/
Tebrikler. Yine başarılı bir inceleme olmuş.