İlk basımı 1973 yılında yapılan Adalet Ağaoğlu’nun ilk romanı, aynı zamanda Dar Zamanlar üçlemesinin ilki Ölmeye Yatmak,[1] her ne kadar Doçent Aysel’in Ankara’da bir otel odasında ölmek için yattığı kısa süredeki iç hesaplaşmasını anlatsa da panoramik özellikler gösteriyor. Eserin dörtte birinde Aysel’in bir saat yirmi yedi dakikada yakın geçmişine dönerek yaşadığı duygusal değişimler, dörtte üçünde ise Türkiye’nin Atatürk’ün yaşamının son yıllarından 1960’lı yıllarına kadar olan süreç çeşitli karakterler eşliğinde anlatılmış. Başkarakter Aysel’in dışında Ali, Ertürk, Aydın, Dündar Öğretmen, İlhan, Semiha, Engin gibi karakterlerin hayatları da bu panoramada geniş ölçüde yer buluyor.
Ölmeye Yatmak’ı okurken yazarın neyi anlattığı kadar nasıl anlattığı üzerinde de kafa yorması gerekir okurun. İnci Enginün’ün ifadesiyle “geniş kültürü ile romanda yeni yollar ve anlatım şekilleri denemiştir.” Adalet Ağaoğlu. [2] İşte bu noktada “postmodernizm” düşüyor aklımıza. Ağaoğlu bir röportajında “ODTÜ’de mimarlıktan mezun genç bir erkek arkadaş, mimaride postmodernlik tezini bana getirdi. Ben postmodern lafını ilk defa o zaman duydum. Yavaş yavaş mesela “Galiba ben Ölmeye Yatmak’ta da postmodernmişim” demeye başladım.”[3] diyor. Anlaşılan yazar da o dönemde eserinin postmodern ögeler içerdiğinin farkında değil.
1980 öncesi toplumcu çizgide gelişen romanlarda yazarların eserlerinin sanat yönünü ikinci plana attıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. [4] Adalet Ağaoğlu’nun bu romanı bir yönüyle toplumcu çizgiye yaklaşsa da anlatış biçimiyle onlardan ayrılıyor. “Benim en büyük azabı çekme sebebim şudur: Başlarken hangi biçimle yazacağım? Bütün yürüyüşlerimde hep o biçimi bulmak için dolaşırım.” diyor aynı röportajda yazar. Ölmeye Yatmak’ta kullandığı yöntem ve tekniklerle yeni bir roman yazma arayışını ortaya koyuyor Ağaoğlu.
Postmodern romanlar, kurgusu gereği tek tip anlatı tekniği ile yazılmaz. “Metinler kolajı” biçiminde oluşturulmuş metinlerden meydana gelir bu romanlar. Böylece postmodern romanlarda birden fazla anlatım türünün yer almaya başladığını, bazı yerlerde gazete haberlerinin, gazete köşe yazılarının romana aynen taşındığını görürüz. Hatta James Joyce bir müzik parçasının notası ile birlikte, bir alış veriş listesini aynen Ulysses romanına taşımıştır. Çağdaş resim sanatında da bulunan bu tekniğe Collage adının verildiğini görmekteyiz.[5]
On üç bölümden oluşan romanın bölüm başları Aysel’in ölmeye yattığı ana odaklanmış. Bu anların ardından romanın birkaç bölümü dışında ara başlıklar var. Bu bölüm ve başlıklarda yazar, postmodern romanlarda yukarıda bahsettiğimiz gibi değişik metin türlerini denemiş. Şiir, marş, türkü, haber/ gazete yazısı, mektup, günlük, anı, göze ilk çarpan türlerden. Doğal olarak da türlere uygun bir dil sergilemiş.
Daha ilk bölümde “Doğdu Gün Işıkları Ülkü’nün” başlığı altında geriye dönüş tekniği ile Aysel’in ilkokul anılarında yer bulan bir müsamerede “Hayda karanlıklar savaşı var, atıl ileri/ Türk’ten ulu yok bir millet/ Türk’e açık şan yolu/ Işık yolu Cumhuriyet! (s.15)” marşının ardından “Volga Volga!.. Volga Volga!.. / Arkadaşlar çıktık yola/ Zaferimiz şen olsun/ Gönüller neşe dolsun/ Hayda da hayda, hayda da hayda/ Arkadaşlar çıktık yola (s.15)” marşını söyler Dündar öğretmenin öğrencileri. Marşların ardından bando eşliğinde Atatürk’ün 20 Ekim 1927 günü Cumhuriyet Halk Fırkasının II. Büyük Kongresi’nde okuduğu Nutuk adlı eserinin sonunda yer alan “Gençliğe Hitabe” okunur. Bu romandan önce tiyatro oyunları yazdığını bildiğimiz yazar, gösterme tekniğini başarıyla kullanarak hitabeyi yer yer keserek müsamerede sahne arkasını ve salonu gözümüzün önünde canlandırmış. “Es ey rüzgâr es/ Savur samanı/ Sen bize nefes/ Hasat zamanı. Başındayım bak/ Ekinim ben/ İşim duracak/ Sen de esmezsem(s.26)” dizeleri çiftçi bir ailenin çocuğu olan, okuması için ileride Dündar öğretmenin başkente gönderdiği Ali tarafından okunur.
Eserde dönemin sosyal, siyasi ve kültürel olayları çoğu bölümde bir gazete yazısı, haber yazısı havasında verilmiş. İkinci bölümün “Dündar Öğretmen Ulus Gazetesi Okuyor” başlığı altında Dündar öğretmenin okuduğu Ulus gazetesinde dönem, haber yazıları tarzında resmî bir dille sunulmuştur. “Hatay hür olmuştur. (s.32)” ifadesinden gazetenin 1938’e ait olduğu düşünülebilir. Yazarın iyi bir araştırma yaptığı ortada. Bu başlıkta Ulus’un “Yankılar” sütununda yer alan bir yazıya bile yer verilmiş(s.36). Üçüncü bölümün başlıklarından “Işık Yolu Cumhuriyet”te yine tüm roman boyunca leitmotif halinde Atatürkçü kimliği vurgulanan Dündar öğretmen, Ulus gazetesinde resmî bir tebliğ okur. Montaj tekniği dediğimiz yöntemle yazar, Atatürk’ün doktorlarının sunduğu “Yapılan muayene ve müşavere neticesinde tesbit ve tatbik edilen müdavattan sonra umumi ahvalde hafif bir salah görülmekle beraber vaziyet ciddiyetini muhafaza etmektedir. (s.62)” maddesinin de yer aldığı üç maddeyi alıntılamış. Dördüncü bölümdeki “Ankara Ankara Güzel Ankara…” başlığında Ankara nezdinde Türkiye değişirken yine gazete haberleri yer buluyor. Hüseyin Cahit Yalçın’ın Yeni Sabah’ta yazdığı makalesinden alıntı yapıldığı gibi, Nadir Nadi’nin “İsa’nın Gözyaşları” makalesi hakkında da bilgiler mevcut. Ankara Paktı dolayısıyla Londra’da çıkan Daily Express’teki “Yasha Dost Turkiye! Bravo, Well Done, Turkey!(s.93)” manşetinin de eserde yer bulması dikkat çekici. Beşinci bölümde “Geri Çekilmek İçin Artık Yerimiz Kalmadı”, “Her Köye Bir Orkestra”, “İç Rahatlığı” başlıkları yine haber yazısı üslubuyla kaleme alınmış. Sekizinci bölümün alt başlıklarından “Artık Savaş Bitti Ey Şen Arkadaş” başlığı geneli haber yazısı tarzında dönemin özeti şeklindedir. Bu başlıkta Ulus gazetesinde çıkan “İsteyenlere anasız babasız iki yaşında bir erkek çocuğun evlatlık olarak verileceği haberi(s.249)” verilir. Bu çocuğun Aysel’in birlikte olduğu öğrencisi Engin olduğunu öğreniriz sonradan. Yine sekizinci bölümde yer alan “Machiavelli” başlığında Mussolini’nin ölüm haberinin detayları haber yazılarının 5 N 1K mantığı ile anlatılır. On birinci bölümde yer alan “Rainbow Kayışları ve “Zarfla Mazruf”” başlığında o dönemde okunanlar sekiz madde halinde yanında açıklamalar yapılarak sıralanmış. Sinemada yer alan filmler de fiyatlarıyla belirtilmiş. On ikinci bölümde “Ek Bilgi” başlığı ile 1960 darbesi dönemi hakkında kısa bilgiler verilmiş.
Mektup bir tür adı olduğu gibi aynı zamanda bir teknik adıdır da. Bu tür romanda en çok kullanılan türlerden. Üçüncü bölümdeki “Yasta ve Kıvançta” başlığında yer alan mektup, türünün güzel örneklerinden birisi. Semiha, arkadaşı Aysel’e yazdığı mektubun sonunda kısa not anlamına gelen hamiş notuyla Ali’ye selam söyler. Dördüncü bölümdeki “Pasif Koruma”da, “Ankara Ankara Güzel Ankara…” başlığı altında Aysel’den Semiha’ya yazılmış bir mektup daha okuruz. Ankara Paktı ve Erzincan depremine varana kadar gündemle ilgili bilgiler verilmiş mektupta. Anlatılanlardan yola çıkarsak mektubun 1939 yılına ait olduğu anlaşılır. “Ne Mutlu Sana!” başlığının sonlarında Aysel’in Semiha’ya yazdığı bir mektup daha karşımıza çıkıyor. Romanın altıncı bölümünde bulunan “Hatıralarımı ve Hislerimi Yazdığım Defter” başlığında Aysel’in bu kez Kütahya’da hemşirelik eğitimi alan arkadaşı Behire’ye yazdığı mektuba yer verilmiş. Ünlü denemecimiz Nurullah Ataç’ın aksiliği mektuba konu olmuş. Ağabeyi İlhan’ın kendisine Ekrem Koçu’nun Esirci Başı’sını, Hüseyin Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü’nü okumasını tavsiye ettiğini de söyler mektubunda Aysel. Oysa Aysel Shekespeare’in Romeo ve Juliette’sini seçmiştir okumak için. Mektupta tam da lise öğrencisine uygun bir dil kullanıldığı dikkatten kaçmıyor. Sekizinci bölümde “Şaşkın ve Şen” başlığı altında Aysel’in Behire’ye yazdığı bir mektubunu daha okuruz. Mektupta Semiha’nın, Aysel’in mektuplarını neden karşılıksız bıraktığını da öğreniriz. Daha çok Aysel’in arkadaşlarına mektup yazması, onların ise az cevap vermesi dikkat çekici. Dokuzuncu bölümde yer alan “İlkbahardan Sonbahara” başlığında ardı ardına altı mektup sıralanmış. İlki Behire’den Aysel’e yazılmış bir mektup. Namus konusunda uyarı niteliğindeki Ankara giden bir tanıdıkla gönderilen bu mektup “ İstikbalde sana da namuslu bir hayat temenni eder, selamlarımı bildiririm Aysel.” ifadeleriyle son buluyor. Neden Aysel’e cevabın daha az yazıldığı ortada. Semiha, Aysel’i Ali’den kıskanıyor, Behire de Aysel’in erkeklerle samimiyetini hoş karşılamıyor. Bu başlık altında ikinci olarak askerî eğitim alan Ertürk’ten ailesini boşlayan Ali’ye uyarı niteliğinde bir mektup daha okuyoruz. Mektup sonuna konulan kısa not anlamına gelen hamiş yazısı yerine bu defa doğrudan “not” ifadesi getirilmiş. Üçüncü mektup, Ertürk’ün babası Emin Efendi’den Aysel’in babası Salim Efendi’ye yazılmış. Emin Efendi liseyi bitiren Aysel’i oğlu Remzi’ye istemektedir. Dördüncü mektup ise Emin Efendi’ye cevaben yazılmış. Salim Bey kaplıcalarda kararın verilmesi yolunda görüş bildirmiş mektupta. Beşinci mektup Aysel’den Ali’ye buluşma isteği mektubu. Altıncı mektup ise Namık Şeker’in Günay’a yazdığı CHP’nin İstanbul’daki talebe yurduna yerleştirilme ricasını dile getiren bir mektuptur.
Adalet Ağaoğlu yukarıda detaylıca anlattığımız türlerin dışında ilginç metinler yerleştirir romanına. Bölüm başlarında Aysel’in otel odasında ölmeye yattığı anı anlattığını söylemiştim. Dördüncü bölümde Aysel yatağında çocukluğuna döner, babasının bütün değerli şeylerini koyduğu teneke bisküvi kutusundaki yazıyı hatırlar. Georges Kindinopoulo yazınının altında şunları görür:
(Petit-Beurre)
Small
————-
1922
Biscuits
Tam bunların altında, daire çizgisinin iç yüzünü boydan boya izleyen: CONSTANTINOPLE yazısı vardır, kutunun arka yüzünde ise H.C. GEUICKNAVORIAN, sonrasında Biscuits (Constantinople) yazmaktadır.(s.73) Edebiyatımızda daha postmodernizmin yaygın olmadığı bir dönemde bisküvi kutusundaki yazının edebî metinde yer bulması oldukça dikkat çekici. Aynı James Joyce’un bir müzik parçasının notası ile birlikte bir alış veriş listesini aynen Ulysses romanına yerleştirmesi gibi. Sekizinci bölümde yer alan “Machiavelli” başlığında “İngiltere’den ithali sabırsızlıkla beklenen en kaliteli Ganyer-Dormöy, Fişer vb. gibi en mükemmel elbiselik kumaş markaları. Kuponu(3 metresi) 70 TL’den mağazamızda.(s. 276)” yazısı da ayrıca ilgi çekicidir.
Postmodern romanlarda sıkça karşılaştığımız bilinç akışı tekniğini romanında yazar Adalet Ağaoğlu da kullanmış. Onuncu bölümde iç monologdan başlayıp bilinç akışı tekniğine kayan bir anlatımla yaklaşık iki sayfa boyunca Aysel’in zihinsel karmaşasına tanık oluyoruz. Tekniğin başarılı kullanımını göstermek adına küçük bir bölüm paylaşmak istiyorum: “(…) Hasip… Hasip kendini kurtarmış diyorlar… Ertürk. Albayken emekli olmuş… Eşitlik daha… Daha ahlak… Kural… Yönetmelik… Yön… Ant… 1.75 miyopmuşum… Gözlük tak… Geçen seçimler… Gelecek seçimler…Halk… Kızılcıklar oldu mu, selelere doldu mu?.. Rapor… Hizmetçi gitti… Mali porte. Hâlâ “portre diyorlar, koskoca milletvekilleri bile… Yıllık gelir… Parti… Kurul… Vietnam… Russel… Sartre… Kemal Tahir… Boris Vian… Tekin Erer… Miting… Georges Brassens… İyi oldu gitti de. Çok konuşuyordu o hizmetçi zaten… Kıbrıs… Türk…lük… Ortak Pazar… NATO… CENTO… Tiyatro… Peynirin kilosu… (…)(s.307)” On birinci bölümde içinde Atatürk’ün de yer aldığı Aysel’in doçentlikten profesörlüğe geçiş sınavıyla başlayan üç sayfayı geçen kabusta da bilinç akışına kayan kısımlar var.
Çok sayıda yazar ve esere yer verilmesi romanı ayrıca zengin kılmış. Beşinci bölümde “Dar Kapı” başlığı ile 1947’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Andre Gide’in “aşk ve aşk yüzünden çekilen acıyı merkeze alarak, insan ruhunun en derinlerine inmeyi başardığı” meşhur romanına gönderme yapılmış. İnce Memed, 835 Satır, Zübük, Dikmen Yıldızı, Sesini Kaybeden Şehir, Dava, Vatan İçin Dövüştüler, Ekmeğimi Kazanırken, Ölüm Gemisi, Dorian Gray, İtiraflar, Tek Bir Dünya, Topal Karganın Hatıralar, Bir Eşeğin Hatıraları, Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Kodin, Anna Karanina, Madam Bovary romanda ismi geçen eserlerden sadece bir kısmı.
Yukarıda bahsettiğimiz röportajında “Ölmeye Yatmak tamamen değiştirdi klasik roman anlatımını; her türlü fiil çekimini, anlatımın bütün boyutlarını kullandım orada: Mektup var, rüya var, şiir var. Onun okur çekmesi tabii bana yeni bir sorumluluk olarak, her yazacağım hikâyenin veya romanın içeriğine göre biçim bulma sorumluluğu olarak yansıdı.” diyen Adalet Ağaoğlu, üçlemenin devamı olan Bir Düğün Gecesi, Hayır ve diğer eserlerinde biçim ve içeriği kaynaştırma hususuna çok fazla özen göstermiş. Yazarın bu ilk romanı edebiyatımızda kült romanlar arasında yerini almış şimdiden çoğu romanında olduğu gibi.
[1] Adalet Ağaoğlu, Ölmeye Yatmak, Everest Yayınları, İstanbul, 2019.
[2] İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergah Yayınları, İstanbul, 2001, s.343.
[3] https://t24.com.tr/k24/yazi/adalet-agaoglu,329
[4] Bu konuda bakınız Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3, 12 Mart Romanının Amacı ve Yapısı İletişim Yayınları, İstanbul 1994, s. 17.
Ölmeye Yatmak, sadece bir intihar hikayesi değil, aynı zamanda Türkiye’nin modernleşme sürecini ve bu süreçte yaşanan toplumsal değişimleri anlatan bir roman. Özellikle Cumhuriyet döneminde bir kadın olarak var olma mücadelesini anlatan Aysel’in hikayesi üzerinden okura derin bir mesaj vermekte.