Uzun Ruhlu Bir Cüce[1], Serkan Türk’ün Her Şeyin Güzel Olma Nedenleri ve İçimiz Çölse Biri Geçmiştir adlarını taşıyan şiir kitaplarının ardından yayımlanan üçüncü şiir kitabı. Yirmi sekiz şiirden oluşan kitap, birbirini anlamsal ve biçimsel olarak bütünleyen küçürek öykü tadında birer şiir parçası ile başlıyor ve bitiyor. Şairin diğer kitapları incelendiğinde Ausgang romanında ve Uyurgezer Bir Gölge adlı öykü kitabında da bu tarz bir başlangıç ve bitiş olduğu görülüyor.
İlk defa Attila İlhan’da dikkatimi çeken her dizeyi küçük harfle başlatma tarzını Serkan Türk de şiirlerinde uygulamış. Modern şiirimiz kafiye ve ölçü gibi biçimsel ögelerden sıyrılalı neredeyse bir asra yaklaştı. Kitapta yer alan şiirlerde bu manada geleneksel kalıplar yok. Modern şiirin imkânları dâhilinde aliterasyonlarla, asonanslarla, yer yer sözcük tekrarlarıyla sağlamış şiirinde ahengi şair. Geleneksel şiirimizde olan standart nazım birimi anlayışı da yok doğal olarak. Amacın estetik düzlemde şiir yazmak olduğu, okundukça yeni anlamlara açık, edebiyat geleneğimizde saf şiir dediğimiz şiir anlayışına yakın hissettim kitapta yer alan şiirleri.
“aşk gelsin bir defter daha doldururuz” demiş “sarmaşık” adını taşıyan şiirde, anlatmaya bağlı metinlerdeki “anlatıcı”nın yerini tutan “lirik ben” olarak da adlandırdığımız “söyleyici”. Kitapta yer alan çok sayıda şiir, aşk teması ve buna bağlı ayrılık acısı, yalnızlık, geçmişi hatırlama etrafında şekillenmiş. Zamanın geçişi, yaşlılık, ölüm, savaşlar, sınırlar şiirin diğer temalarından.
İmge gücü yüksek, aşk temalı şiirlerden biri de “bumerang” adını taşıyor. “uçurumdan düşen akşam güneşi/ geç kalan boynunu büker bir çiçeğin” dizelerinde güneşin batışının uçurumdan düşme olarak nitelendirilmesi, terk eden aşığı temsili, ardından sevgiliyi temsil eden “çiçek”, güzel istiare örneklerinden. Şairin Ausgang[2] romanında yer alan “sen sarıl diye de gelinir dünyaya/boynunu bükük bırakmam çiçeklerin” dizelerindeki “çiçek”in aynı istiareli kullanımı dikkat çekici. “bazıları kendi kayıplarına kederlenirken/ beni içinden atan sığamadığım odalar” dizelerinde “sığılamayan oda”, hem kalp hem de bunalımlı aşığın hiçbir yere sığamadığı gibi odasına sığamaması anlamıyla kinaye sanatının başarılı örneklerinden.
Şiirlerde yalnızlık da çoğu kez sevgilinin gidişi ile ilişkilidir. Kapılar kapalıdır ve en güzel içeriden açılacağı düşünülen kapıyı(kalbi) düşünen âşık, akşamla birlikte yalnızlaşır. Gelişigüzel şiirinde yer alan “bir kapı en güzel içeriden açılır” dizesindeki kapı- kalp ilişkisi “içeriye açılan kapılar vardır” dizesiyle “çöl ve kir” şiirinin de imgelerinden biridir.
Aşk acısının en lirik anlatıldığı şiirlerden biri de “yokluğunun kuşları” adını taşıyor. “kambur” sözcüğü imgesel olarak bu şiirde de yer buluyor. “ben kalbimin kamburuyla/ doğuruyorum bir kez daha seni gelen yeni güne”, “kalbim yokluğunda da senin kuşlarını sayıklıyor/ hoşça kal köprüsünün üzerinde” dizeleri aşk acısının en iyi anlatıldığı dizelerden.
Zamanın geçişinin, yaşlılığın, ölümün şiirlerde yer bulan diğer temalardan olduğunu söylemiştim. Kum saati şiirinde yer alan “kum saatini çeviriyor kız/ geçen kuşkusuz rüzgâr değil” dizeleri zamanın akışını, kitaba adını veren “uzun ruhlu bir cüce”deki “nasıl hızla yaşlanıyorsun bedenim/eğilip kalktığımda geçiyor bir mevsim (…)/ saçlara düşense ödünç bir beyaz leke” dizeleri zamanın geçiş hızının sonucu yaşlanmayı zengin imgelerle anlatılmış. Mevsim geçişinin eğilip kalkma anı kadar kısa olması şiirin orijinal imgelerinden biri olmuş. Ölüm başlı başına tema olarak “uzun uyku” şiirinde yer bulmuş. “bazı dostların ağabeyleri ölür/sessizlikle tanışır evin ve sokağın/ boyunu ölçtüğün kapı duvar” dizeleri Kadir Aydemir’in “Ölüm; kapının önünde ne çok ayakkabı!”[3] dizelerinin duygusunu çağrıştırıyor. “elimdeki kavanozda solgun kelebekler/bir boşluğa dökülüyor ömür” dizelerindeki insan ömrü ile kelebeğin ömrü arasında kurulan bağlantı da ölümü dolaylı da olsa güzel anlatıyor.
Serkan Türk, “sınırlar” konusuna kafa yoran bir şair. Ausgang romanının ana karakterlerinden Hami Pazarlı, gittiği “Park” adındaki oyunda âşık iki genci ayıran sınırların yeryüzündeki en büyük yara olduğunu idrak eder.[4] Uzun Ruhlu Bir Cüce’de “bulanık deniz” şiirinde dillerin sınır olması üzerinden ilerleyen şiir “sınırlar değil mi savaşlardan kalan en büyük yara” dizesi ile anlamını genişletiyor. Ausgang romanının çıkış noktalarından birinin bu dize olduğunu düşünebilir okur.
Kitabın bence üzerinde durulması gereken şiirlerinden biri de “kış bahçesi”. Bu şiir, adını Güray Süngü’nün aynı adı taşıyan romanından almış. Süngü de bu güzel metinler arasılığı karşılıksız bırakmamış ve Sayıklar Bir Dilde adlı şiirimsi öykü kitabında Serkan Türk’ün Kış Bahçesi şiirinin “söyle derler güz geride kaldı şimdi kış” ikinci dizesini başlık yaparak Harun’u yeniden kurgulamış.[5]
Divan şiirimizde kolayca ezberlenen, söyleyiş güzelliği olan, derin bir anlam taşıyan, sanatsal yönden estetik bir değer taşıyan bu dizelere mısra-ı berceste deniliyor. Uzun Ruhlu Bir Cüce’de bu özellikleri taşıyan, neredeyse her şiirde hafızaya kazınan pek çok dize mevcut.
bizi yol ve gönül yorgunu diye ikiye ayırdılar (s.11)
zulümse ummaktır bir kalpten nicesini (s.12)
kendime ettiğim yeminler bumerang (s.13)
aşk karışık bir şey, yürekkıran oluyor insan (s.17)
yokluk denildiğinde de insan bakmaz mı ölüme (s.26)
insan insana, bütün denizler birbirine dökülür (s.44)
karıncaların, böceklerin adımladığı bir evrende/ bu yalnızlıklar, savaşlar hepimize fazla (s.27)
kirazlar hevesle, papatyalar iki ihtimale açar (s.46)
Romanı ve öyküleriyle edebiyat serüvenini takip ettiğim Serkan Türk, şiir kitaplarını da takip edeceğim şairler arasında yerini aldı. Okuru bol olsun.
[1] Serkan Türk, Uzun Ruhlu Bir Cüce, Yitik Ülke Yayınları, İstanbul, 2016.
[2] Serkan Türk, Ausgang, Yitik Ülke Yayınları, İstanbul 2020, s.172.
[3] Kadir Aydemir, Rüzgârla Saklı, Yitik Ülke Yayınları, İstanbul 2007, s.60.
[4] Serkan Türk, Ausgang, Yitik Ülke Yayınları, İstanbul 2020, s.14
[5] Güray Süngü, Sayıklar Bir Dilde, Ketebe Yayınları, İstanbul 2020,s.85-86