Yazarların, okurun dünyasında yer bulması bazen küçük tesadüflere bağlıdır. Faruk Duman’ın Sus Barbatus!’u[1] bir arkadaş tavsiyesiyle kütüphanemdeki yerini çoktan almıştı, yine tavsiye üzerine kütüphanemde bulunan ama okuma sırası bir türlü gelemeyen çok sayıda eser gibi. Sosyal medyanın güzel bir yönü de okurların ilgi duyduğu yazarların etkinliklerini takip etmelerine olanak sağlaması. Henüz corana virüs, bizleri evlere hapsetmemişken ama gündemin yine yoğun olduğu bir dönemde yaşadığım şehirde yazar Faruk Duman’ın Sus Barbatus!’la ilgili bir söyleşiye katılacağını öğrendim. Artık yazarın kalemiyle tanışma fırsatını kaçırmamalıydım. Romanı büyük bir beğeni ile okudum.
Benim için esere ya da yazara verilmiş edebiyat ödülleri o eserle ve yazarla tanışmam için referans niteliğindedir. Sus Barbatus!, 2019’da edebiyatımızın önemli iki ödülünü almış bir eser: İlki Orhan Kemal Roman Armağanı, ikincisi de Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü. Yıllardır verilen bu ödülleri Sus Barbatus!’un alması romanı okumamız için başlı başına bir sebep değil midir?
Romanda 1979 kışında Kars civarı olduğu düşünülen bölgede devrimci bir grup gençten biri olan Faruk’un yaralı olarak yakalanıp Bekir Komutan’ın evinde Doktor Servet tarafından tedavi edilmeye çalışması, bu arada aydın kesimi temsil eden Öğretmen Mustafa ve çevresi ile dönemin siyasi yapısı asıl hikâyeyi oluşturuyor. Bir de romana isim olan “Sus Barbatus!” ve Kenan’ın hikayesi çerçeve hikayeyi oluşturuyor. İçiçe birçok hikâyeyi benim gibi bir arada okumayı seven okurlara göre Sus Barbatus!’.
Romanın bence en önemli özelliklerinden biri de dünya klasiklerine benzemesinin yanında çok sayıda roman türüne ait özelliği bünyesinde barındırması. Sus Barbatus!’ta yazar Faruk Duman, “devrimci genç Faruk ve bilge kişi durumundaki Duman Dede” karakteri ile yer aldığını görüyoruz. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban’ının, Victor Hugo’nun Sefiller’inin, Nazım Hikmet’in şiirlerinin eserde yer bulmasıyla sağlanan metinlerarasılık eserin postmodern romanlara özgü özelliklerden bazılarıdır. , “Roman türünün dayandığı gerçeklik kavramının sınırlarını açan, “inanç ve mitlerin doğaüstü yapısını” da gerçeğin kapsamına alan”[2] büyülü gerçeklik anlayışı,dünya edebiyatında Nobel ödüllü yazar Gabriel Garcia Marquez’le bizim edebiyatımızda Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölümü’yle ve son zamanlarda ise Hasan Ali Toptaş’ın eserleri ile adından söz ettirmektedir. Bir yaban domuzu türü olan Sus Barbatus! öldüğünde ruhu bir süre gökyüzünde dolanır ve kendisi gibi toplumca dışlanan hayat kadını Aysel’in bedenine girer. Ayrıca komutanın evinde tedavi gören Faruk, “kol iriliğinde bir solucanı andıran, aynı zamanda tüylü ve yeşil cin (s.385)” görür. Sus Barbatus ve cinle ilgili bu detaylar da büyülü gerçekliğin sınırları içinde değerlendirilmelidir. Temeli Sabahattin Ali’ye, Sadri Ertem’e dayanan, Samim Kocagöz, Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi yazarlarımızla çizgisi devam eden Marksist temelli bir toplumcu gerçekçi roman anlayışı edebiyatımızda uzun yıllar ilgi görmüş, ilgi görmeye de devanm etmektedir. Bir avuç devrimci gencin, Mustafa Öğretmen, Aynur ve aynı siyasi görüşte çevrenin yer aldığı Sus Barbatus bu yönüyle toplumcu gerçekçi anlayıştaki romanlara yaklaşır. Bana göre Faruk Duman karşıt görüşü temsil eden komutanın, savcının ve diğer karakterlerin gerçeklerini onların bakış açısıyla belki de yaşananların üzerinden geçen zamanın serinkanlılığıyla tarafsız bir yaklaşım sergilemeye çalışarak ortaya koymaya çalışmıştır.
Bazen romanların isimleri daha çok okurla buluşmalarına katkıda bulunur. Yazar, belki de toplumun ötekileştirdiği bir hayvanın bilinen ismini kullanmayarak bu ötekileştirmeye dikkat çekmiştir. Bu hâliyle anlamını bilmediği bir kitap kapağı ile karşı karşıya kalan okur önce ismi araştırarak romanı tanımak adına ilk adımı atar. Daha önceden Sema Kaygusuz’un “Barbarın Kahkahası” adındaki romanında “Hikâyedeki Domuz” başlığıyla bir bölüm okumuştum. Burada karakterlerden biri olan Melih, arkadaşına dayısının başından geçen bir domuz öykü anlatır. Dayı, Sus Barbatus!’un kahramanı olan Kenan kadar da şanslı değildir. Öldürdüğü domuzu satmak istemesi yüzünden sert bir tepki ile karşılaşır. [3] Sus Barbatus!’ta Kenan, kış şartlarındaki yoklukta gebe karısı Zeynep’le aç kalmamak, doğacak bebeklerini aç bırakmamak için bir domuz avlayıp bu domuzu gayrimüslimlere sunacaktır. Kenan’ın insanlardan çok doğa ile mücadelesi yer alır eserde. Bu üst hikâye romanın ismine başarılı bir biçimde bağlanmıştır.
Bütün bu anlattıklarımın dışında bana göre Sus Barbatus!’u okumamız için en önemli neden romanın bir yanıyla modern anlatılara yaslarken, diğer yanıyla yaşadığı coğrafyanın anlatı geleneğine yüz çevirmemesi, bilakis romanın Doğu anlatı geleneklerine yaslanması. Kenan ile Zeynep’i okurken bazen halk hikâyelerimizden Kerem ile Aslı’yı, Ferhat ile Şirin’i, Tahir ile Zühre’yi bazen ise Leyla ile Mecnun gibi aşk mesnevilerinin kokusunu duydum. Bazen Doğu bölgelerimizin güçlü âşıklarından nice hikâyeler dinledim sanki. Dede Korkut hikâyelerinin tadını aldım zaman zaman, Binbir Gece Masaları’na eşlik ettim. Kenan’ın temiz kalbinde, sözlerinde Bektaşi kültürünün safiyâne tavrını gördüm, zaman zaman Mevleviliğin “Kim olursan yine gel!” felsefesini gördüm bir kahvecinin tavrında.
Sus Barbatus!, son yıllarda okuduğum en iyi romanlar arasında yerini aldı. Üçleme şeklinde tasarlandığını öğrendiğim romanın ikincisini heyecanla bekleyeceğim bir okur olarak.
[1] Faruk Duman, Sus Barbatus!, Hep Kitap, İstanbul 2018.
[2] Hakan Sazek, Roman Terimleri Sözlüğü, Hece Yayınları, Ankara 2013, s.84.
[3] Sema Kaygusuz, Barbarın Kahkahası, Metis Yayınları, İstanbul 2011, s.40-43.