Emre Şahinler’in Anima yayınlarından çıkardığı Repertuvar adlı şiir kitabı, “evrenin zengin repertuvarı onun tükenmez ilham kaynağıdır” diyen Haldun Taner’i ve ” bir kitap ne başlar, ne biter. Olsa olsa öyle görünür” diyen Mallerme’yi, hatırlattı. Görüyoruz ki yazıya ya da, şiire dökülsün dökülmesin, yaşadığımız, canımızda halkalanan her söz, her eylem, bizi yeni bir biçime sokuyor. Yarattığı hevesle, acıyla, öfkeyle, kırılmayla, bilinmeyenle… Emre Şahinler, bizim kalbimizi ve aklımızı yeni sözlerin eşiğine getirip bırakıyor. Repertuvar böyle bir eşik hali yaratıyor. Bu eşiğe sessizce, mahcup, hazla ve kederle giriyoruz. Yaydığı ışık, dünyaya tutunmanın, hayatı sevmenin çırpınışları. Bu çırpınışlar göğsümüze basacağımız yeni bir konaklama yeri oluyor.
Şairlerin ömrü boyunca tek bir şiir yazdığına inanırım. Bütün sözcükler döne döne o şiiri kuşatır. O şiir bizim dünya ile sevinçli ve yaralı var oluş halimizdir. Bu büyülü var oluşu dile getirmede bazı sözcükler bizim çocukluğumuzdan bu yana yaşadığımız ve yaşayamadığımız ne varsa, onlara bağlı olarak öne çıkar. Hayatımızın her anında bir ayin duygusuyla biz o sözcüklerin esiri oluruz. Bir burgaç gibi kendi anlamımızı derinleştirip dururuz. Arka kapakta yer alan: “ derbeder kürek sesleriyle kazınacak / dişli, ağzı ısırgan ve kuduz yara / sonların içtimasıyla yeniye, göğe evrileceğim / ışıkları aydın bırakın / sayıklayan yıldızların dünya ağrısıyla / içtuzak, keskin makas / adı konmamış uzuvlarını da götürecek dünya / tez atların harlanan sonsuz koşusuyla, boyun farkıyla / atları da cebimde götüreceğim / çınlasın yeryüzü çocukluğu / çınlasın an ve nal” dizeleriyle evrendeki enerjinin yolculuğunu kelimelerin derinliğiyle anlatıyor. Şair olarak korkmak gerek, eski sözcükleri, yaşantıları, yeni zamanların ruhuyla silip parlatamıyorsak, var oluşumuz kendi gölgesine gömülmeye başlamış demektir.
Dizelerinde derinliği; Rembrand Van Rijin resimlerindeki gibi tek ışık kaynağı kullanarak, gölge ışık oyunlarıyla portrelerin üç boyut kazanmasını sağladığı gibi sağlıyor. Rembrandt, ışığın ve gölgenin ustası olan bir ressamdır. Şanssızlıkla ve ölümle dolu bir hayat, anlaşılmayan sanat, en büyük ressamlardan biri olma yolunu o’na açar. Onca olumsuzluk içinde öyle tablolar çıkarmıştır ki sanatçının adeta tabloları ışıkla aydınlanır. Tablolarında belli noktalarda tuvalin altına ledler takılmışçasına bir aydınlık, belli noktalarda ise gerçekçiliği zorlayan gölgeler var. Hem maddi yükseliş hem tanınmışlık var. Yükselişinin, doğruları söylemesiyle aristokratların tepkisini çekip düşmeye dönüşmesi var. Her şeye rağmen, en büyük sanatçılardan biri olmayı başarmak. Rembrandt van Rijn’in resimlerindeki en büyük başarı bu duygu ve ifadelerdeki gerçekliktir. O’nun dizeleri de fazla ve ağır imgeleme kaçmadan, saf ve yalın ifadelerle yer buluyor. Emre Şahinler, bir düzen, hem de başkaldıran bir düzen oluşturan bütün bu imgelerin ileticisi ve yöneticisi sanki. Okuyucuya ise sadece onu izlemek ve onun olağanüstü düzenine kaptırmak kalıyor kendini. Şiirlerinde genel anlamda göze çarpan ve aslında oradan da ruha işleyen bir mutluluk ve sevecenlik, bir sevinç var. Bu atmosferin neticesinde okuyucu olarak karakterlere sempati duyabiliyoruz ve onun dizelerinde yazdığı mutlu sonlara inanıyoruz. Sıkıntılar ve problemler, ölü karakterlerdeki gibi, bu dehşet dünyada yaşamak zorunda kalınacak acılar ve ıstıraplar değil, aksine varlığı güçlendiren ve kısa zamanda iyileşecek küçük hastalıklar gibidir. Hatta ölümün kendisi bile hayatın içinde ya da daha doğru bir ifadeyle varlığı güçlendiren geçici bir hastalıkmış gibidir. Büyük bir hayat tasarımının içinde sıradan bir olaydır neredeyse.
Ölüm asla bir son değildir. Hayatın içinde bir şeydir adeta. Aslında ölümü acılaştıran şey, içindeki ayrılık ve yok olma tahayyülüdür. Ölümün bir son olmama mefhumu Emre Şahinler’e göre de somut bir deneyimdir adeta. Bu durumu ölümsüz olmak anlamında değil de ezeli-ebedi olmayı deneyimlemek olarak düşünmek daha yerinde olur. Spinoza’nın dediği gibi: “Ölümsüz olduğumu biliyorum ve buna inanıyorum, ezeli-ebedi olduğumu biliyorum ve deneyimliyorum” gibi düşünmeye çağırır: “ölüm: boşluğa bakmaklar / tanrı ah!ları kör testereyle bilenen uzuvlarmış / kaderdaşlar birleşir / giderek kötüleşir ahu / yenilenen bahar değil / çiçeklerin kış ağrısıyla düşçe yalınayak / kuyu başka bir yüze açılır / kimselerin, atlıların loncaların ve evlerin eşiğinde / eski günah kırıntıları” Burada ölüm aslında yaşama ilişkin olabileceğini ortaya koyar. Dolayısıyla ölüm gerçekleşirken tükenmeyen bir olaydır. Yani başına gelmekle sonuçlanmayan bir olaydır. Dolayısıyla bir anlamda insan tam anlamıyla da ölememektedir. Ölüm her olayın prototipidir adeta. Olayın da gerçekleşmekle tükenmeyen yapısı vardır. Her olay arkasında depolanan bir veri bırakır. Dolayısıyla bu anlamda ölüm hayatın bir parçasıdır denebilir. Kiarostami filmi Taste of Cherry’deki yaşlı adam ölüm orucunda ölümünü gerçekleştirmek isterken, aslında hayat tasarımını belirlemiştir ve evine bir torba dut ile dönmüştür. Sonunda onun kendi ölümü üzerine düşüncesinden bir torba mutluluk fışkırmıştır. Belki de Kiarostami gibi Emre Şahinler, içinde çarpıcı olan budur: Ölümden hayatın çıkması, ölümün aslında hayat olduğu fikri. Jean-Luc Nancy’nin Kiarostami üzerine yazdığı inceleme yazısında bahsi geçen bir benzetme vardır. Nancy Kiarostami’yi Rembrandt’a benzetir. Yani Rembrandt’ın tablolarında kullandığı dramatik aydınlatma gibi Kiarostami’nin de filmlerindeki olayları ve karakterleri dramatik olarak aydınlattığını ve bazı unsurları da karanlıkta ve gölgede bıraktığını söyler. (Nancy, J-L. 2001. S.88 The Evidence of Film) İnsanlıkla ilgili gölgede kalan hatta karanlıkta bırakılan unsurlara her şiirinde olduğu gibi dikkat çeker: “ hangi taşın altında çıktı bu hayran törenlerin muskası / hangi taş ocaksız, biri diğerini, kalleşçe ve kardeşçe yerlerinden / sözleştiğimiz yerde hırsızlarla karşılaşmak pahasına / ortaçağın kapısından döneceğiz. kilit içeriden, anahtar kuyu / İsmail. haydi açıver kimlik kuyu, vesika Ortadoğu. Bu dizelerle bize sözcüklere daha farklı bakmayı göstermedeki ısrarını anlamamız açısından önemlidir. Şair için, özgürlük tek ve bölünmezdir; ancak Emre Şahinler’de insancıl geleneğin değer terimlerinden daha çok ödev terimleriyle hatırlatıldığına da dikkat etmemiz gerekecektir. Öyle ki burada etik arzu, bir değerler sistemi göz önüne alınarak değil de her koşulda olanaklar alanını sınırlamak, yaşam atılımını bastırmak, erişilmeyene doğru hareketi engellemek tehlikesi gösteren şeyin doğrudan reddiyle kendini açığa vuran bir egemenlik arzusuna göre düşünülmelidir.
Emre Şahinler’in dizelerinde yatan gizem ve onu diğer şairlerden ayıran keskin çizgi, şiirlerindeki henüz bitmemişlik hissi vermesidir. Benimsediği bu anlayışla şiiri tamamlamayı, bu yarım kalmış gizem altında yatan gerçeği aramayı bizlere bırakmasıdır. Toplumsal kimlik arayışından, kişilerin bireysel gerçeklerini aramalarına kadar bu zincir uzar. İzometrik bir bakış açısının kapsayacağı derinlik içinde, birçok ve birbirlerine ancak alttan alta bağlanan, ama ilk elde birbirleriyle hiç ilgisi yokmuş gibi duran bir dizi şeyi kapsamaya ve onları derinleştirmeye koyulur. Umarım sizlerde bir gün bir yerlerde Emre Şahinler’in Repertuvar’ına denk gelir ,bu yarım kalmış bulmacanın bir parçası olma şansını yakalarsınız.
Nezihe Altuğ