Serkan Ozan Özağaç’ (d.1981) ın ilk yapıtı olan Ağrılar Kitabı (2003), “acı”nın estetize edilmesi, acı çekme motifinin kutsal kitaplardan, batı şiirinden ve geleneksel/modern Türk şiirinden gelen geniş bir birikimle yeniden kurgulanması bağlamında dikkat çekiyor. Serkan Ozan, Yahya Kemal’in, “Her türlü histen bir türlü şiir çıkıyor, fakat dine benzeyen bir lezzet varsa o da ağrıların tadıdır… Ağrıların tadı, işte şiirin bir safhası ki bundan ötesi laftır, eğlencedir denilebilir!” sözlerini yapıtına epigraf seçerek hem benimsediği poetikayı ortaya koyuyor, hem de “ağrı-şiir-din” üçlüsünü yapıtının anlaşılması için üzerinde düşünülmesi gereken anahtar sözcükler olarak öne çıkarıyor. Yapıtın, “İlk Ağrılar” başlığını taşıyan son bölümü dışarıda bırakılmak şartıyla, başlıksız olan ilk bölümü ve “Marie Sophie” başlıklı ikinci bölümündeki şiirler, fiziksel ve ruhsal acıların cehenneme çevirdiği bir dünyada “varlık”, “yokluk”, “aşk”, “anlam”, “ölüm”, “acı”, “sır” kavramları çerçevesinde şekillenen bütünlüklü bir kurgunun parçalarını oluşturuyor.
Kitapla aynı adı taşıyan ilk şiir, “Aydınlık verir ‘Ağrılı Kitap’lar arkasında akşam” (13) dizesiyle başlıyor. Şairin, aydınlığı “Ağrılı Kitap”larla yaşaması, kendi ağrısını anlamak, avutmak, onunla baş edebilmeyi öğrenmek için bu kitapları seçtiğinin göstergesi. Bir tür tedavi niteliği taşıyan okuma eyleminin sürdürüldüğü akşam ve gece sona erip de “güneşin doğuşundaki ihtişam ruhun en güzel zamanını adilikle örttüğünde” sıkıntı başlıyor: “Kemiklerim içinde ruhu çatlatan sıkıntı / Çağırıyor şiirin suçlu padişahını” (13). İnsanın kendisiyle başbaşa kaldığı, kendi biricikliğinin konforunu yaşadığı, yaralarını sarma fırsatı bulduğu gecenin karşısında; gündüz, iletişim kurulamayan kalabalıkların güç kıyaslamalarıyla doludur ve bu yarışa girmeyecek kişi için yapılacak az sayıdaki şeylerden biri de yazmaktır. Bu yüzden Serkan Ozan, kitabının bir açıklaması gibi duran şiirini şu dizelerle sonlandırır: “Yazarım her varlık Acı’ya dönünceye kadar / Ki kurur ruhumda mürekkep ‘Ağrı’ bir kitap olmasa” (13).
Serkan Ozan’ın büyük harflerle yazdığı “Acı”ların, tırnak işaretleriyle vurguladığı “Ağrı”ların kaynağını öncelikle fiziksel acılarda aramak yanlış olmaz, çünkü bu acılar, insanın, dünya yaşamından bir tatmin sağlamasını engelleyen bir bedene sahip olmasıyla başlar. “Kalbim Ki Bir Cesettir” başlıklı şiirde “Bir mezar artık sana bu mağlup vücut” (35) diyen şair, hazlarından pay alamadığı dünyanın gelip geçiciliğinden yakınırken aşklara da sitem eder: “Aşklar da murdar! – Bu ten ne kadar sürer?” (Yokluğun Kokusu 17). Kadınlarla kurulamayan ilişkinin kökeni anneye kadar uzanır. “Şimdi hangi tene uzansa elerim gündüzden / Dokunmadan geri dönüyor gecenin arzusuna / En yeni tarihidir aşk insanın, ama neden / Her kadın benden daha yakın çocukluğuma” (Göğün Geçmişi 15) dizeleri, ulaşılamayan kadınların “anne” figürüyle özdeşleştirildiklerinin de ifadesidir. Mağlup bir vücut, huzursuz bir ruh ve aşksız bir yürek şair için dünyada bir cehennem kurmaya yeter. “Güneşin ilkyazla yıkandığı dipsiz bir vadiden / Yükseldim dalına acının tat alma saati” (15) diyerek acılarında bir lezzet bulmaya başladığını ifade eden şair, bu noktadan sonra dünya cehennemini tasvire başlar. Kur’ân-ı Kerim’den alınan “Tadacaksınız o yakıcı azabı!” âyeti, “Yakarış” başlıklı şiiri cehennem kurgusunun merkezine oturtur. “Sen, Cehenneme yaraşan! Kalplerden akan kanla / Besledin ruhundan saklanarak şehvetini!” (19) diyen Serkan Ozan, yokluğuyla başbaşa kaldığı sevgiliye de “ey ölümlü, ey kül ülkesi’” ünlemleriyle seslenir. Aldous Huxley, “Belki de bu dünya başka bir gezegenin cehennemidir” demişti. Serkan Ozan da, “Zühre, Zuhâl… Sizi hep bir cehennemden izledim” (Yokluğun Zirvesi 21) diyerek cehennemin dışına bakar, ancak kurtuluş yoktur. “Anladım! Her şey külün ezgisi, ışıksız bir yol / İçinde kargış, pişmanlık ve yalnızlık dolu” (21). Kitapta, kargışın ve pişmanlığın kaynağı belli değildir. Şair çektiği acının nedenini bilmez. Nitekim bir sonraki şiirde yer alan şu dizeler acının “sır” olarak değerlendirilmesi bağlamında önemlidir: “Karanlık görüntüler içinde bu karmaşa / Sesler, hareketler, işaretler… O yarım / Bakışını mı tamamlıyor cehennemin? / Mazi, Aşk, Ölüm… Bir sır gibi esin” (Sesleniş 25).
Yaratıcının insana neden acı verdiği dinler için tartışmalı bir konudur. Müslümanlık acıyı insanın Allah’a yakın durması, acziyetinin farkında olanların sağlam bir inanca sahip olacağı şeklinde yorumlarken; Hristiyanlık, İsa’nın çektiği acının paylaşılması olarak değerlendirir. Bu yorumlar, Serkan Ozan’ın “Defter”ini anlamlandırmak için son derece işlevseldir. “Defter”in “Birinci Sayfa”sı Celal Sılay’a ithaf edilmiştir. Şair, Türk şiirinin cehennem şairlerinden biri olan Sılay’a, “Anlat; neden Aşk ve Işık’tan yoksun bu defter” (27) diye sorar. “İkinci Sayfa” Charles Baudelaire’e adanmıştır. “Sözcük belirdi?……..-Elem! / Cennetin Ruh’tan kovulduğu yerdeyim” dizeleriyle başlayan şiir, “sır”rı çözmeye çalışan şairin sorusuyla biter yine: “Ah, okşamaların eksildiği eller görür / De yazamaz Ozan’ı şimdi hangi düş / Ruh’ta azalan acıya götürür?” (29). Baudelaire, cehennem ve sır konusunda akıl danışılacak en doğru adrestir kuşkusuz. Ancak “Üçüncü Sayfa”, Rimbaud’ya ya da Rilke’ye değil Dağlarca’ya adanmıştır. “Zavallı gençliğim! Çevirdin gene geçmişe doğru bir sayfa / Orada Varlık ve Anlam yol alırdı karanlığa / Şimdi her sessizlik kalbimi örten geceyi parlatır / Bir vakitten diğerine; Ölüm, Allah ve Sır…” (31). Dağlarca’nın cehennem şairlerine eklenmesi, Çocuk ve Allah’la anlaşılabilir ki bu da Tanrı’nın insana acı verme nedeninin müslüman yorumunu düşündürür. Serkan Ozan, Celal Sılay’a “hüsran”ın nedenini, Baudelaire’e cehennemden hangi düşlerle kurtulabileceğini sorar ve sonunda “Ölüm, Allah ve Sır” diyerek Çocuk ve Allah’a varır. Ancak kurgu bu şekilde tamamlanmaz. “Marie Sophie” başlıklı bölüm acı çekme ve dünyada cehennemi yaşama olgularına yeni olanaklar katar.
“Marie Sophie! Ey, kalbini camlarla tarayan… O Sır’ra” ithafında iki nokta önemlidir. Birincisi Marie Sophie’nin kalbini camlarla taraması, yani acı çekmekten bir çeşit tatmin sağlaması, ikincisi ise şairin ona “Sır” sözcüğüyle hitap etmesidir. “Marie Sophie’yi gördüm / Her şey yenilendi gökyüzünün devamında / Damarlarımdan,/ Görüntüme damlayan düşünceli Ay / Sonsuzlukla söyleşir bundan sonra / Marie Sophie’yi gördüm / Görmek, / Dokunamamanın ilk duyusuydu ama…” (51). Nihayet beklenen aşk gelmiş, geldiği gibi de her şeyi yenilemiştir. Şair bundan sonra sonsuzlukla söyleşecektir, çünkü acı çekmek konusunda belki de son mertebe hiçbir zaman ulaşamayacağı bir aşkla sınanmaktır. Şair, Marie Sophie’yi gördüğü anda ona dokunamayacağını bilir ve bunun yaratacağı görkemli acının peşinden gider. Bölümün “Marie Sophie” başlıklı ilk şiirinin Divan şiirindeki aşklarla ilişki kurmasının nedeni böylelikle açıklık kazanır. “Eski çağlardan geldim Marie Sophie… Acılar kokan / Sardı ruhumun karanlığını güllerin örtündüğü peçe / Ömür bir kadehti, kırıldı sonsuz bir rüyâda / Sene: Bin yedi yüz otuz, Yer: Nedim Divânı’nda bir gece” (55) dizeleri Divan şairlerinin “ulaşılmaz aşk” motifine gönderme yapar. Şiiri çevreleyen “mihnet” düşünüldüğünde Fuzuli Divânı’nın daha uygun düşeceği söylenebilir, ancak amaç “Kimindi kâlbin kanıyla yazdığı gazel? – Senin! / Ki hâlâ ‘Aşk bir yastır’, uğradığın o gizli mevsimde” dizelerinin ifade ettiği gibi sevgiliye (Tanrı’ya) ancak can vererek ulaşılabileceğini söylemek olduğundan şairin kim olduğu çok da önemli değildir. Serkan Ozan, sevgili için kalbin kanıyla yazılmış bir gazelden bahseder, çünkü sevgili de Tanrı gibi acı vermektedir, sevgili de Tanrı gibi ulaşılmazdır ve bu yüzden şair “Ölümsüz kılıyor işte varlığım, Tanrı’dan sonra da seni” der (Marie Sophie Ağlarken 57). Şair ancak ve ancak şiir yazdığında, geçici bir süreliğine kendisinden çok daha yükseklerde olan Tanrı’ya ve sevgiliye yakın hisseder: “Marie Sophie! Bu dizeler eskimeden eğil ve öp hemen / Dudaklarımda çünkü Tanrı’nın tattığı ölümsüzlük” (Marie Sophie Ölürken 59).
“Ağrılar Kitabı’nın İndirilişi” alt başlığını taşıyan “Marie Sophie Susarken”, aşkın ve inancın yok olduğu bir noktada yazılır. Mutluluğun kovduğu varlığında acının görkemini yansıtan şair, sevgilinin ilahi bakışlarıyla gök katına yükseldiğini sanmıştır. “Sendin, yürüdüm…Söndü birden ışık; -İnanç düşüncemde kül! / Ama kalbim anacaktır seni Cehennem maziye ışık olduğunda / Neden aradım ki Tanrı’yı pişman ve umutsuz” (61) dizeleri, şairin sevgiliden ve Tanrı’dan vazgeçtiği anda kendi cehennemini kabul ettiğinin göstergesidir. Ve bu kabullenişle birlikte Cebrail, “Uçurumları süsleyen, lânetli ‘Ağrılar Kitabı’nı!” şairin ruhuna üfler. Artık şairin dudakları “Acı’yla beslenmekten” dolayı sonsuzluk kudretine sahiptir ve sevgili öldürülmüştür: “Ölüler ve sen! Ruhumun cehenneminde aynı dille susarsınız” (Marie Sophie Uyanırken 63). Sevgilinin uyan(dırıl)ması, Ağrılar Kitabı’nın indirilişi ve şairin sonsuzluk kudretine sahip olmasıyla boyut değiştirir ve şiir “Uyan Marie Sophie! Uyanman için yeni bir sabah yarattım” dizesiyle biter (63). Artık sevgili sadece şiirlerde uyanacak ve yaşayacaktır. “Ruhumun gölgesi midir bu: Kâinat’a damlayan boşluk sorarım! / Boşluk, bir kitaba dönüşür şimdi ve ben bu kitaba inanırım” (Rubai III 69) diyen şair, dinin yerine şiiri koyar, acı çekme sonucu yaratıcıya varma, acı çekme sonucu şiire varmayla yer değiştirir ve Serkan Ozan, kitabının başında Yahya Kemal’den alıntıladığı sözlerde olduğu gibi ağrılardan çıkan şiirin dine benzeyen lezzetini okura sunmuş olur.
Kaynakça
Özağaç, Serkan Ozan. Ağrılar Kitabı. İstanbul: C Yayınları, 2003.
Bu yazı daha önce Ada dergisinin 6.sayısında yer almıştır.