Melih Yıldız: Masalsı bir dille yazılmış romanınız Üze’nin ortaya çıkış hikâyesinden bahseder misiniz?
Nilgün Çelik: Üze’yi “Hotman’ın Öyküleri” gibi Karadeniz coğrafyasına vefa ile yazdım. Ben Kastamonu Cideliyim. Orada doğmadım büyümedim, ama çocukluğumun her yaz tatilinde dedemin yanına gittiğimde o sonsuz ormanın büyüsü, kokusu, sesleri, beni etkiliyordu. Sanırım çocukluğumdan bu denli etkilenince yazmak kaçınılmaz oldu. O coğrafya için bu yazılanlar gerçekten çok az. Anlatılacak o kadar çok şey var ki… Tabii ormanın büyüsü kadar, ormanın içinde, bir kayanın tepesinde, mezarlıklar içinde bulunan yatırlar da önemli. Bayramlarda, cenazelerde ziyaret ediliyor olmasına rağmen şu anda birçok yatır kayıp. Mesela kitabımda bahsettiğim Fırıncık Kayası’nın tepesindeki o yatıra çıkmak çok mümkün değil artık. Köylerin boşalması, ormanın yürümesi sebebiyle yürüyüş yolları kapandığı için çıkılmıyor. Ben biraz da bunun için yazdım. Yatırların enerjisini önemsiyorum. Dileklerinizin kabul olup olmaması değil benim önemsediğim. Oraya dilek dilemeye gelen herkes iyi niyetle geliyor, o enerji beni ilgilendiren. Herhangi biri için olumsuz bir dilek içinden geçirse bile “Hayırlısını ver,” diyor en fazla. İşte beni ilgilendiren bu. O atmosferin enerjisi. Dolayısıyla Üze’nin çıkış noktası da burası. O gelenekleri o coğrafyayı unutturmamak.
Melih Yıldız: Üze aslında Anadolu’nun her bölgesinde yaygın görülen bir batıl inancı odak noktasına alan bir kitap. Anadolu insanının ruhsal dünyasını göz önünde bulundurarak Üze’nin karakterlerinden biraz bahseder misiniz? Bu karakterler nasıl ortaya çıktı?
Nilgün Çelik: Aslında evet, yatırlar Anadolu’da çok sık gördüğümüz gerçek. Hemen her köyde, her caminin yanında yeşil sarıklı bir kabrin bulunması şaşırtıcı bir durum değil. Bu bizim geleneğimizde var. Zamanında topluma öncü olmuş, yardımda bulunmuş bir kişinin zaman içinde “ermiş” olarak anlatılması, dilin büyüsü bence. Dilden dile anlatıldıkça bugüne gelmiş. Batıl inançların da anlatılması yazılması düşüncesindeyim. Karakterlere gelince, aslında bir çoğumuz bu karakterlere yabancı değildir diye düşünüyorum. Kitabımda üzerinde en çok durulması gereken karakter Sultan Ana’dır bence. Onun kurgu içinde çok eylemi yoktur ama gizli güçtür o. Köyün en bilge, en sözü geçen kişisi olarak hareket ederken bir de bakıyoruz ki köylünün aç gözlülüğü ve hırsıyla kurulmuş olan düzene o da bir dişli olmuş. Bir hayal kırıklığı yani. Diğer önemli karakter Cemile. Cemile engellenmiş tüm kadınları temsil ediyor gözümde. Bıraksalar akılla bu dünyanın düzenini nasıl da değiştirecek. Ancak dışarıda bencillikten, yargılamaktan korkmayan bir güruh var. Ne kadar dirense de karşı koyamıyor o güce. İstemeyerek o da bir dişli oluyor ve bu çark böyle dönüyor. Bu iki karakterin çerçevesinde okunursa kitabım anlam bulacaktır diye düşünüyorum. Aynur hikâyenin baş kahramanı. Çaresizliği ve yası temsil ediyor gözümde. Şavkı Ağa sadece kadınların değil erkeklerin de başına gelebilecek ve sonrasında konuya dahil herkesin mutsuz bir yaşam sürmesine sebep olacak olgu içinde olan bir kahraman. Başka bir sevdiği varken, bir başkasıyla evlenmek zorunda kalıyor. Hikâyenin ana konusu içinde onun da travmasının gün yüzüne çıktığını görüyoruz. Bambaşka olaydan hatırlanmayan, unutulmuş, üstü kapatılmış bir olayın sonuçları çıkıyor. Bu romanda yazarken sözümü tek dinlemeyen Şavkı Ağa idi. O aldı başını gitti…
Melih Yıldız: Öykülerinizde de Kastamonu’nun geleneklerinden ve doğasından sıklıkla yararlanıyorsunuz. Bundan sonraki çalışmalarınızda da bunu görebilecek miyiz? Anadolu’nun doğası ve gelenekleri sizin edebiyatınızda nerede duruyor?
Nilgün Çelik: Anadolu benim için “kutsal” topraklar; her bir köşesi… Gerçekten yedi bölgemizin yedisi de bambaşka özelliklere sahip. Başka bir ülke yok bu denli renkli olan. O yüzden kutsal diyorum. Anadolu gelenekleri o yüzden yazılmalı, okunmalı istiyorum. Bu geleneklerle büyümesek de yaşamasak da onlar bizim gerçeğimiz ve edebiyatta yaşatılmalı düşüncesindeyim. Son iki kitabımda merkezde duruyor. Çünkü önemsiyorum. Sonraki çalışmalarımda sanırım göreceğiz.
Melih Yıldız: Üze aslında gerçeküstü roman tekniği ile yazılmış, köy romanlarına da güzel bir örnek. Son yıllarda edebiyatımızda bireysellik ön planda, ancak şehirlerde yaşayan insanların yeniden köylere doğru yönelmelerini en azından böyle bir hayalde olduklarını görüyoruz. Sizce köyleri, köylüleri anlatan romanlara da bir dönüş olacak mı?
Nilgün Çelik: Benim aldığım tek eleştiri bu. “Neden köy edebiyatı? Bunlar eskide kaldı,” diyorlar. Elbette her cümleyi önemsiyorum ama bu soru çok yersiz. Yazmak içinizden geldiğinde güzel ve başarılı. Benim içimden bu geldi. Çünkü unutulmasın istedim. “O coğrafyada büyülü mekanlar ve olaylar, gelenekler var,” demek istedim. Toplumun bencilliğinden bahsetmek istedim. O yüzden yersiz bir eleştiri olduğunu söylemek isterim. Her şey bir değişim, dönüşüm içinde. Evet neden olmasın? Köylerimiz ve köylü, toplumumuzun başat unsurlarından. Köylünün yok olması toplumsal ve kültürel olarak şehir yaşamını da etkiliyor. Yani temelimiz köy ve köylüler. Bu yazılmalı bence. O dönüş neden olmasın. Olmalı da. Çünkü toplum olarak biz ne tam köylüyüz ne tam şehirli. Tabii artık bir de yapay zekâ gündemimizde. Bilim kurgu romanları yazılırken büyülü olanı başka pencereden okuyoruz. Bizim büyülü gerçekçiliğimizle yeni neslin gerçekçiliği farklı. O yüzden köy romanlarına ilginin, dönüşün olacağına dair net bir fikrim yok. Ama ben yazmaya devam edeceğim.
Melih Yıldız: Nilgün Çelik’in beslendiği yazarlar var mı? Sizi etkileyen yazarlardan ve kitaplardan biraz bahseder misiniz?
Nilgün Çelik: Bu dönem dönem değişiyor. Son iki kitabımı yazarken elbette Yaşar Kemal ve Orhan Kemal okumalarım oldu. Yaşar Kemal’in Üç Anadolu Efsanesi kitabı hala özeldir benim için. İnce Memed serisi apayrı tabii. Nezihe Araz bir dönem baş ucu kitabımdı. Bu ara yeni yazarlar yeni kitaplar da okuyorum.
Melih Yıldız: Peki son olarak, şu an üzerinde çalıştığınız bir dosyanız var mı? Yeni bir romanınızı ya da öykülerinizi okuyacak mıyız?
Nilgün Çelik: Çok uzun zaman üç dosyam bekledi. Bunlardan bir tanesi Üze, Mahal Edebiyattan çıktı. Şimdi diğer iki dosyamın yayınlanmasını bekleyeceğim. Sonra tek tek yazdığım kenarda biriken, dergilerde yayınlanan öykülerim var. Belki onları bir dosya haline getirebilirim. Ama bir yanda aklım, sürekli Üze’nin devamında dolaşıp durmakta…