Nilgün Çelik’in 2020’de Gelenler ve 2021’de Hotman’ın Öyküleri adında iki öykü kitabı yayımlanmıştı. Şimdiyse Mahal Edebiyat Yayınları tarafından Mayıs 2024 tarihinde yayımlanan Üze adlı novellayla okurunun karşısında. Söyleşimiz ağırlıklı olarak yazarın yeni kitabı Üze üzerinden gerçekleşecek.
Turhan Yıldırım: Kitaba adını veren “üze” gayet farklı, daha önce pek de denk gelmediğimiz bir isim. Eserinize bu adı nasıl verdiniz, bunun hikâyesi nedir? Ayrıca “üze”nin imge dünyanızdaki karşılığının ne olduğunu da merak ediyorum.
Nilgün Çelik: Üze, evet duyduğumuz bir kelime değil. Ben de mitolojik sözlükte karşılaştım ve anlamını okuduğumda romanın adı olmasına karar verdim. Tam aradığım kelimenin karşıma çıkması çok garip değil. Zaten bu romanı yazarken beni en çok tetikleyen mitolojik kitaplardı. Efsanelerdi. Kurguladığım sonun duymadığımız bir kelime ile karşıma çıkması bence bir şans. Bu şansı kitaba adını vererek değerlendirdim. Üze, göğün yüceliği demek. Sonu bence en güzel anlatan oydu. İmgeden çok efsaneye, olağanüstülüğe en çok yakışandı.
Turhan Yıldırım: Üze, farklı kapak tasarımıyla da öne çıkan bir eser. Kapakta, karanlık, tedirgin edici bir orman, yeşil ışıklarıyla uçan sandıklar, bir geyik ve türbe görüyoruz. Kapağın tasarım hikâyesini, burada yer alan figürlerin simgesel olarak kitabınızda nelere karşılık geldiğini sormak istiyorum.
Nilgün Çelik: Kapak tasarımı için yayıncım Mahal Edebiyat Yayınlarına, Mete Karagöl’e çok teşekkür ederim. Bu üçüncü kitabım ve ilk kez bir yayıncı kapak için benim isteklerime, fikirlerime saygı gösterdi. Olmazsa olmazlar vardı ve hepsine yer verildi. Geyikler olmalıydı; mitolojide dervişlerin geyiklerin/maralların yüreklerinden doğduğunu anlatan efsaneler vardır. Geyikler ve yatırlar bu yüzden olmalıydı.
Servi ağacı olmalıydı; yine mitolojide servi ağacı, uzun ve heybetli boyuyla göğe yaklaşan, ölümsüzlüğü temsil eden bir anlamı vardır. Olmalıydı.
Yeşil sandukalar ise, bu benim için çok önemliydi; çocukluğumda merakla dinlediğim bir efsanenin aklımda kaldığı kadarının şekillenmesiydi. Çocukken o sandıkları görme ihtimaliyle bir dönemi geçirdiğimi biliyorum. Çocukluğum olduğu için önemliydi. Orman ise, bütün bu anlattığım atmosferin asıl mekânıdır. Orman benim için kutsaldır. Her bir ağacın ruhu olduğuna inanırım.
Turhan Yıldırım: Üze’nin açılışında iki sayfa boyunca süren nefis bir doğa tasviri var. Tabiata dair bu anlatımı novellanın ilerleyen kısımlarında da yer yer görüyoruz. Doğanın bu kitabınız özelinde önemi nedir?
Nilgün Çelik: Kitabım Üze ve Hotman’ın Öyküleri o doğaya vefa ile yazıldı. Her iki kitabımı da aynı ruhla yazdım. Orman sadece ağaçlardan oluşan bir coğrafya değil. Türlü türlü kuşu, böceği, geyiği, domuzu, sincabı, derin gölleri, akan suları barındırıyor. Sessiz gibi duran ama içinde hareket halinde bir yer. Ve hepsi de canlı. Benim için kutsal yani. O yüzden olabildiğince tasvir ettim. Kitaptaki doğa anlatımlarımın tamamı gerçek. Efsane ya da hayal ürünü değil. Kastamonu’nun Cide ilçesine bağlı köyler. Burada Yaşar Kemal’e saygı ve sevgilerimi yollayarak rahmetle anıyorum, onun kaleminden Çukurova’yı nasıl gitmesek de biliyorsak, kitabımı okuyanlar bu capcanlı Karadeniz’de bir ilin coğrafyasını bilsin istedim. Başarabildiysem ne mutlu.
Turhan Yıldırım: Kitabınızın ana karakteri Aynur. Ölü doğan bebeği sonrasında kendisinin “Ölmeseydi iyiydi,” cümlesini sayfalar boyunca ara ara okuyoruz. Üze, Anadolu’da bir köyde, ölmüş bebeğin anne üzerinde yarattığı travmayla dirliği bozulan geniş bir aileyi anlatıyor. Hem Aynur hem de kitabınızın ölümle başlayan olay örgüsü üzerine neler söylemek istersiniz?
Nilgün Çelik: “Ölmeseydi iyiydi,” Aynur’un ruh halini anlatan en iyi cümleydi. Edebiyatta leitmotiv dediğimiz bu tekniği ruhsal durumu anlatması bakımından da çok yakıştırdım. Başarılı olduğumu düşünüyorum. Çünkü tekrarlanan bu vurgu okurun aklında Aynur’la ilgili epey olay canlandırdı. Olayın ölümle başlaması konusuna gelince; ölüm hep sondur diye düşünürüz. Romanımda sonun başlangıcı yapmak istedim. Olaylar Aynur’un sona gidişi üzerinde yoğunlaşsa da o sona gidişin asıl sebebi, geriden duran bir gerçek var. Köylünün aç gözlüğü ve bencilliği. Burayı da kaçırmamak gerek.
Turhan Yıldırım: Eserinizde bir başka önemli karakter de Aynur’un kayınvalidesi Cemile. Doğacak bebeğin namına yapılan yemekleri, ölü doğumun ardından bir bir boca edişini okuyoruz. Sonrasında törenin dışına çıktığı için köylüyle arasında kimi olaylar gelişiyor. Kitabınızın başında gelişen bu olay ve gelenekler hakkında neler söylemek istersiniz?
Nilgün Çelik: Cemile köylü kadını ama geleneksel bir kadın değil. Hurafelere inanmıyor çünkü köylünün özellikle imamın kurnazlığını biliyor. Ölü doğmuş bir torun onun için hayal kırıklığı. Bir çıkmaz. Tabi bu durumda yarattığım atmosfere gelenekler girmezse olmazdı. Romanda bebeğin gelişiyle köylüye ziyafet vermek, mutluluğu paylaşmak adına güzel bir gelenek. Ancak olaylar umulduğu gibi gelişmiyor. Gelenekler ister taşrada olsun ister merkezde eğer cinsiyet ayrımı yaratıyor, menfaat gözetiyorsa elbette unutulmalı ve unutulmaya da mahkûm. Ama güzel geleneklerimiz de var, insanı insan olduğu için önemseyen. Onların da yaşaması gerektiğini düşünüyorum.
Turhan Yıldırım: Cemile’nin eşi Şavkı Ağa da eserinizdeki mühim karakterlerden biri. Cemile’nin deyişiyle kendisi “Her zorlukta kaçan,” bir kişidir. Bu olayda da kaçışını, ailesini zorluk karşısında yalnız bırakışını görüyoruz. Şavkı Ağa’yla ilgili neler söylemek istersiniz?
Nilgün Çelik: Bu aslında benim bir gözlemim. Özellikle taşrada güçlü ve iktidarlı duruşların ardında bir korkaklık vardır. Zora geldi mi onunla savaşmak yerine kaçarlar o duruşa zeval vermemek için. Şavkı tam da böyle biri. Bir ağa ama kokak, güçsüz. Bazen karakterler kurguladığınızın dışında alır başını gider. Şavkı böyle bir karakter, sonunu kendi belirledi. Ama karakterini, kurguladığım gibi yazdım.
Turhan Yıldırım: Cemile’nin gelenek dışı hareketi sonrasında kitabınıza giriş yapan Sultan Ana karakterini görüyoruz. Bu kişi tüm köy için mühim ve sözü geçen biri. Onun temsili üzerinden Anadolu’nun inanışlarını, türbe kültürünü görüyoruz. Sultan Ana karakteriyle nelere değinmek istediniz?
Nilgün Çelik: Her kırsalda böyle bir “ana” vardır. Onun engin tecrübelerinden geleneği göreneği temelinden bilmesine güvenilir. Cemile burada yanılarak kapısına gidiyor, istiyor ki bu hurafelere o da boyun eğmesin. Ama Sultan Ana bugüne değin böyle bir karşı çıkışla karşılaşmadığı için başka bir yolun varlığından haberi olmadığı için, öngörüsü olmadığı için, en önemlisi köylüyü karşısına almak istemediği için Cemile’ye itiraz ediyor. Ve o çarkın içine Cemile’yi itiyor. Sultan Ana da çok bilinen bir karakter bence. Etrafımızda modern Sultan Ana’lardan çok var.
Turhan Yıldırım: Üze’nin ilerleyen bölümlerinde Aynur’un yaşadığı travmayla birlikte metinde düşlerin gerçekliğin bir parçası olmasına tanıklık ediyoruz. Yatırları ziyaretler, burada yapılan yemekler, Geyik Gölü Türbesi ve beraberinde yaşananlar. Aynur karakteri üstünden büyülü gerçekçiliğin sınırlarında metin boyunca dolaşıyoruz. Eserinizde gerçeklikle düşün iç içe geçmesi hakkında neler söylemek istersiniz?
Nilgün Çelik: Bu sorunuza yapmak istediğim bu diye cevap verebilirim. Büyülü gerçekçilik tam da budur. Büyülü olanla gerçek olanın eşit düzeyde kurguda olması ve olayların gelişmesi. Merkeze konan olayların peşinde giden okur sonunda “neden böyle oldu?” sorusunu sorduğunda sebebe yönelir. Sebep ise büyülü gerçekçilikte üstü kapalı gibi duran asıl anlatılmak istenendir. Burada köylünün aç gözlülüğü, özü insanın yararına olmayan gelenekler, kenarda duran bir sebep. İyi okur o soruyu sorduğunda kitabın özüne de ulaşacaktır.
“Her seste yeni bir maral uzandı yere. Ahir zaman yiğidinin gözü önünde her marala bir derviş uzadı göğe. Yiğit korktukça vurdu, vurdukça marallar uzandı, uzandıkça dervişler çoğaldı. Maralın canından doğdu dervişler.”
Turhan Yıldırım: Yukarıdaki alıntıdan da görülebileceği gibi kitabınızda yer alan her bölümün başında, italik kullanımla sözlü halk kültüründen beslenmiş nefis bir anlatıma denk geliyoruz. Bu anlatım tarzı okuru efsanevi bir atmosferin içine dahil ediyor. Bölüm başlarında kaleme aldığınız italik yazıların fikri nasıl geldi, kitabınızdaki işlevi ve sizin için önemi nedir?
Nilgün Çelik: Bu soru için teşekkür ederim. Bu episodik anlatımı başarabildiysem ne mutlu. Burada bugüne kadar okuduğum, gördüğüm, hayal ettiğim yani tecrübe edindiğim ne varsa kullanarak okuru yeni bölüme hazırlayıp, yarattığım o atmosferin içinde devam etmesini sağlamak istedim. İtalik yazımlar bu amaç için yapıldı. Fikir olarak tamamen içimden geldiği gibi yaptım herhangi etkilendiğim bir yazar ya da görsel yoktu. Böyle olması gerekiyordu.
“Fırıncık Türbesi, köyün en tepesindedir. Türbeye girip yatırın yanından geçtikten sonra tırmanmaya on dakika daha devam edersen, kayanın zirvesine çıkarsın. Zirve tekinsizdir. O tepeden, Cide Denizi’ni görmek mümkündür.”
Turhan Yıldırım: Yukarıdaki alıntı ve metnin içindeki birkaç kullanım, eserinizin odağında yer alan köyün Kastamonu’da olduğunu bize gösteriyor. Kitabınızdaki hikâyenin geçtiği mekân olarak neden burayı tercih ettiniz?
Nilgün Çelik: Çünkü ben Kastamonuluyum. Orada doğup büyümedim ama çocukluğumda her yaz bir hafta on günü orada geçirdik. Dedemin yanına giderdik. Ben o zaman da şimdi de her gittiğimde daha çok âşık olarak dönüyorum. Oradan ayrılırken hep hüzünleniyorum. Şimdi köyler eskisinden çok çok daha sessiz. Gençler terk etti, yaşlılar öldü. Kocaman köyde 2-3 hane var. Devlet orman köyleri üzerinde yeni yaptırımlar hazırlıyor. Bir bakmışsınız köydeki evimiz elimizden alınmış ormana katılmış olabilir. Bu ihtimal beni çok korkutuyor ama olma ihtimali de az değil. Hep söyledim yine söylemek isterim. Üze ve Hotman’ın Öyküleri’ni o coğrafyaya vefa ile yazdım. Unutulmasın diye yazdım.
Turhan Yıldırım: Son olarak Üze yayımlanalı henüz kısa bir süre oldu ama yine de sormak istiyorum, acaba yeni dosya çalışmanız var mı? Eğer varsa bundan sonraki kitabınız hangi türde gelecek?
Nilgün Çelik: Bu dosyamla birlikte iki dosyam da yaklaşık üç yıldır beklemekteydi. Şimdi elimde yayınlanmayı bekleyen bir çocuk dosyam bir de Köroğlu dosyam var. Her ikisi de beni heyecanlandırıyor. Onların da basılmış okurla buluşmuş olduğunu görmek beni mutlu edecek. Bu aralar Eksik Parça Yayınlarının kitaplarına inceleme yazısı yazıyorum rutin olarak. Söyleşiler yapıyorum. Bir iki yeni öyküm var henüz dosya aşamasında değil. Bitmiş dosyalar basılırsa daha hızlı yol alacağım.
Güzel, ayrıntılı sorularınız için çok teşekkür ederim.