Hasan Temiz
Tükeniş Orkestrası
kopmak için tanrım gürültüsünden bu kemiklerin
şehri yeniden kurmak için bak tanrım mızrağım hazır
tanrım senin soğuğunu giyindim karların sesini kısamaz mısın?
öylece duracak mıyım burada kamburum ağır
işe yarar balçığın varsa ört üzerini bu sessizliğin de ses ol
kaldıkça buralarda inatla bir türkü oluyorum özenle erkan oğur
zeynebim türküsü ne fena bilmem farkında mısın?
tanrım bir kabuk yarayı ıskalayabilir
ıskalandıkça boy veren yara olabilir insan
Elemlerin Nefesi
Yitik Ülke Yayınları
Adını Koymaya Karar Vermeden Önce
Babanla Saatlerce Bir Ada’da Yürüdük
Yüz Yıldır Aynı Yerde Duruyordu Zeytin Ağaçları
Kokusu Unutulan Taş Evlerin Arasından
Yabancı Bir Mezarın İçinden Geçtik
Sönmüş Mumlar Vardı Başlıklarında
Aranılan Cenneti Bulmuş Gibi
Toprağın Huzurlu Koynunda Uyuyordu
Kaderi Yazgısı Tarih Olan İnsanlar
Belki De Sürgündü Her Ölüm
Perinin Ölümü
Doğan Kitap
Başkomiser Perihan Uygur yine şehrin tekinsiz sokaklarında…
Ünlü romancı Nadir Surkultay’ın eski eşi ve çevirmeni Alman vatandaşı Eva Surkultay Balat’taki evinde ölü bulunur. Başta kendi silahıyla intihar ettiği zannedilir. Ancak soruşturma başlayınca Eva’nın öldürüldüğü anlaşılır. Başkomiser Perihan ve yardımcısı Ayla, bu cinayeti araştırırlar. Magazin basınının da ilgi gösterdiği çetrefil soruşturmanın ucu karanlık suç örgütlerine kadar uzanacaktır.
Sessizliğe İsim Verme Masrafları
Mahmut Aksoy
“Çarenin sokakta olduğunu çok geç anlamadım ama evin sokağa bakan hiçbir tarafı olmadığını şimdi anlıyorum. Dışarıyı içeriye taşıdım bu yüzden, içeriyi dışarıya taşıracağım onca şey varken hem de.
Fısıltıya dönüşsün istiyorum geçmiş.
Kısık ateşte kaynayan suyu özlüyorum.”
Sessizliğe İsim Verme Masrafları, taşra matematiğinin bir türlü çözülememesinin kasvetinden yola çıkıyor; önce ilişkilerin meydana getirdiği olaylardan, kavram ve nesnelerden nem alarak şiirsel dilin esnekliğini işaretliyor.
Öykünün ve düzyazının sınırlarında durmayan Mahmut Aksoy’un bu metinleri çağımızın gündelik yaşamına katlanmanın zorluklarına formül bulmaktan sıyrılıp, uzaklaşan anılara sığınmayı red ederek bugünün berraklığına yanaşık bulanıklığın fikre dikilmesi için iğne ve iplik uzatıyor.
Mine Söğüt
Başkalarının Tanrısı
“Ne doğumumuz ne ölümümüz ne de doğumla ölüm arasında can çekişerek sürdürdüğümüz hayatlar bize ait. Başkalarının isteklerinden doğuyor, başkalarının istediği gibi yaşıyor ve başkaları yüzünden ölüyoruz. Bizim sandığımız hayat bizim değil, bizim sandığımız beden bizim değil…” Karanlık geçmişi tuhaf olaylarla dolu, bacakları dizlerinden kesik yaşlı Efsun Abla… Kim olduğunu hatırlamayan, hafızasını yitirmiş Adnan Abi… Sokaklarda orospuluk yaparak para kazanan toksikoman Hülya…Bir sabah uyanıp düzenini, evini, ailesini, işini terk ederek sokaklardaki tekinsiz hayata karışan, kafası karışık şair Musa… Ve çöpte bulunmuş bir bebek, Matruşka… Her biri kendi zorlu sorularıyla baş etmeye çalışan ve kucaklarındaki kimsesiz bebekle şehrin sokaklarında kendilerine barınacak bir delik arayan bu dört insan, bilinmeze doğru sürüklenen hayatlarıyla en sert gerçeklere işaret eden uçurumların kıyısında dolanıyor.Onlar her şeye karşın ayakta kalmakta inat edip şehri kuranların ve yıkanların kimliğini sorgularken, okuru da kendi kimliğiyle yüzleştiren sorular denizine açılmaya davet ediyor. Başkalarının Tanrısı’yla Mine Söğüt biri bebek beş sokak insanının yarı hayal yarı gerçekçi hikâyesiyle, yanından geçip gittiğimiz ve görmezden geldiğimiz insanların tanrısına, dolayısıyla da sözümona medeniyetimizin temellerine dair acımasız bir sorgulamaya girişiyor.
TRUVA YAYINLARI
“Pencereye konan kuşu ben çağırmadım. Ama karanlığı ben çağırdım yedi dağ ve yedi denizin ardından. Gelmesi tam dokuz gün sürdü yalın ayak. Peşinde kırk kervan yükü şikâyetnamesi ile geldi kurdu otağını. Oklarıma sahip çıktım, hançerlerime de. Hangi kıvılcımın nereyi yakacağını bilemezdim.”
Karanlık Rivayetler
Yarım
İletişim Yayınları
Cezaevinden farksız bir şehir ve gardiyanlardan farksız bürokratlar, yarım bırakılmış bir aşk, yazılmakta olan bir roman, edebiyatın sularında yüzmeye çalışan küçük öyküler, gençliğin sonu, bir tutuklu yazarın poetikasından yansıyanlar, yazma sorunları, has edebiyatın ardında sürüklenen hayatlar, kişilik yarılmaları, arayışlar, şizofreniye açılan kapılar…
Ethem Baran, Yarım’da, bir sınır şehrinin uzaklığında kaybolan bir yazarın, aradığı roman kahramanıyla karşılaşmasının şaşırtıcı hikâyesini anlatırken, okuru beklenmedik bir sona hazırlıyor.
ALES STEGER
Ölü Ruhlar Arşivi
Yitik Ülke Yayınları
2012 karnaval zamanıdır ve Slovenya’nın Maribor kenti Avrupa Kültür Başkenti seçilmiştir. Bu durumdan olabildiğince çok çıkar sağlamak isteyen yerel politikacılar ve şovmenler her tür sanat formunu pazarlama derdine düşmüştür. Bütün bu aldatmacanın arasında oyun yazarı Adam Bely ve gazeteci Rosa Portero’nun gizli bir görevi vardır: Şehri kontrol eden seçilmiş 13 kişinin oluşturduğu uğursuz “ahtapotun” izini sürmek ve onu devirmek. Ales Steger, yarattığı bu ilginç karakterleri Ahtapot’un peşine kendi özel ironisini, gerilimini ve komedisini her sayfaya yedirerek yolluyor. Serüvenleri, her biri ayrı yolsuzluk ve yalan ağına karışmış önemli vatandaşlarla kesişirken Ahtapot’un kolları yavaş yavaş bağlanıyor.
Alacakaranlıkta Karnaval – İbrahim Yıldırım ile Uzun Bir Peşrev
Kırmızı Kedi
Alacakaranlıkta Karnaval – İbrahim Yıldırım ile Uzun Bir Peşrev kitabında özne İbrahim Yıldırım, yer İstanbul, konumuz edebiyat. Bilhassa son elli yılın Türk edebiyatı… İbrahim Yıldırım, bankacılık ve reklamcılıkla yaşamını sürdürürken, hep edebiyat dünyasının içinde olsa da kenarda durup gözlem yapmayı, biriktirmeyi ve en çok yazmayı tercih etmiş tam tekmil bir edebiyat insanı olarak bu kez konuşuyor.
Tıpkı romanlarındaki gibi, alışılmışın dışında bir nehir söyleşi bu. Rıza Kıraç klişelerden uzak soruyor, İbrahim Yıldırım yine romanlarındaki gibi anlatıyor. Kendisi doğmadan önce çekilmiş kalabalık bir düğün fotoğrafının hikâyesiyle başlıyor sohbet.
Çot
Epona-Terrarium
gece gelir
oturur aramıza
yapraklı bir ilkyaz
dallı budaklı bir
kırlangıç yuvası
parmaklarındaki tütsü
parmaklarıma bakar
Anatomi Dersleri
Metis Yayınları
“Eğer o soğuk salonda soluk kanepede yani sahnenin tam ortasında ve Avignonlu Kızlar’ın karşısında bu kelime ağzından çıksa, hayat değişir miydi? Bu sözcük tek başına evde bağımsız bir cumhuriyet gibi kendi kurallarını koyarak yaşamaya başlar mıydı ve kafalarında hâlâ aşk mı, değil mi sorusu dönüp dolaşan kadın ve erkek, bu yeni ülkenin katı, karşı konulmaz kurallarına uymak zorunda olduklarından, böyle soruları kafalarından atarlar mıydı? Ancak bu sözcük o eve, yaşamının adamla sürdürdüğü anlarına ait değildi.”
Anatomi Dersi, Ayşegül Devecioğlu’nun Başka Aşklar, Kış Uykusu ve Arkası Mutlaka Gelir’in ardından yayımlanan dördüncü öykü kitabı.
Rölyefteki Aslan
Ketebe Yayınları
Handan Acar Yıldız, Rölyefteki Aslan ile, üzerinde yaşadığımız topraklarda sonsuza dek yaşayacak kadınlarla, onların karanlık ve görkemli yazgılarıyla yüz yüze getirir bizi. İnsanlık tarihindeki ilk yazar kadının, hem prenses hem rahibe olan Enheduanna’nın hikâyesi birbirinden farklı kadınlarla düğümlenirken geçmiş şimdiyle, Enheduanna da Doğu’nun diğer kadınlarıyla karşılaşır. Kitabelerin yıkıldığı çağlardan kâğıtların buruşturulduğu zamana, çivi yazısındaki balıkların ilkel zıpkınlar tarafından bir bir avlandığı ana değin anlatmayı sürdürür hikâyesini.


Giray Kemer, denizi, zeytini, zambakları, harnupların rayihasına karışan eskimiş balata kokusunu ve haksızlıkları, kanunsuzlukları, sınıf atlama merakını anlatıyor. İkinci Dünya Savaşı hikâyelerini, tankları, kitapları, şiirleri, şarkıları, bazen kederle bazen neşeyle tokuşturulan kadeh seslerini ve memleketin belki de en güzel coğrafyasını kendine fon yapıyor…
On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap
YKY
Norveç’in küçük bir kentinde saygın bir bürokrat olarak görev yapan Bjørn Hansen elli yaşına geldiğinde korkunç bir gerçekle yüzleşir: Hayatındaki önemli kararları kendisi değil tesadüfler vermiştir. Yıllar önce âşık olduğu bir kadın uğruna ailesini terk edip bu taşra kentine yerleşirken de, burada yeni bir kariyere başlayıp boş zamanlarında tiyatroyla ilgilenen örnek vatandaş rolüne bürünürken de talihinin itaatkâr kölesi olmuştur yalnızca. Uzun yıllardır sürdürdüğü ilişkisi de sona erince Bjørn Hansen hayatını değiştirmek, dünyadan intikamını almak için yollar aramaya başlar ve sonunda “Büyük Ret” adını verdiği çılgınca bir planı uygulamaya koyar.
Pek çok dile çevrilen ve prestijli Norveç Eleştirmenler Birliği Ödülü’nü kazanan “On Birinci Roman On Sekizinci Kitap”, Dag Solstad edebiyatının en sıra dışı parçalarından biri.
Elias Cannetti
Ölüm Can Düşmanım
Sel Yayınları
Canilerde, diktatörlerde, efsanelerde, dünya tarihine damga vurmuş kesitlerde, edebiyat ve filozofların görüş alışverişlerinde, kişisel deneyimlerde, anılarda, kalbi halihazırda atmayı sürdürenlerde ve yaşamın absürtlüğünde anlam bulan ölümün anatomisini çıkaran Canetti, ölüme dair insani bir korkunun aksine meşum bir nefretten beslenir ve ona karşı, canlıları bu dünyadan koparan yegâne katilmişçesine Don Kişotvari bir savaş verir. İsyanı ise elbette Tanrı’yadır.
Canetti’nin II. Dünya Savaşı’nın çetin ve amansız günlerinde başladığı, 50 yılı aşkın bir süre boyunca da hakkında yazmaktan geri durmadığı bu kışkırtıcı “anti-ölüm abidesi”, terk-i diyar eylemişlere bir saygı duruşu, nefes alıp vermeyi sürdüren bizler içinse direnç kaynağı niteliği taşıyor…
Yavuz Ekinci
Everest Yayınları
“O gün geldiğinde yalnız olacaksın.”
Seni kim hatırlayacak?
Sözünün yankısı kaç kuşağa ulaşacak?
Zamanın hükmüne ve ölümün mutlaklığına rağmen başardıkların kaç ömür daha yaşayacak?
Kendinden ve sevdiklerinden vazgeçerek kucakladığın zafer, kimin zaferi olacak?
Gücün bedelini ödeyince senden geriye ne kalacak?
Her şey bittiğinde seni kim hatırlayacak?
Armağan
İthaki Yayınları
Hayatını altmış metrekarelik salonunda, kitaplar arasında geçirmiş bir adamın gazeteye ilan vermesiyle başlıyor hikâye. Ama öyle bilindik ilanlardan değil: bir asistan ilanı! Unutmak istemiyor bu adam. Okuduklarını, izlediklerini, dinlediklerini… Biriktirdiklerini. İstiyor ki hatırlasın, “genç asistanı” hatırlatsın ona hepsini. İstiyor ki bir sanat eseriymişçesine yaşadığı hayatı gerçekten de bir sanat eserine dönüşsün, kitaplaşsın. Okunsun, bilinsin, hatırlansın.
Kınoğlu, sanata ve sanatçılara bir saygı duruşunda bulunuyor romanında; edebiyatın, felsefenin, müziğin anlam kattığı yaşamı, yine onların imkânları dahilinde anlamlandırmayı arzuluyor.
İsrafil Kurulay
El Turko Günlükleri Latin Amerika’da Osmanlı İzleri
Profil Kitap
İsrafil Kuralay, El Turko Günlükleri adlı kitabında 19. yüzyılda ellerinde pasaportlarıyla uzun ve zorlu yolculukların ardından Amerika kıtasına varan göçmenlerin hikâyesini anlatıyor. Bugün bütün kıtaya yayılmış, özellikle Güney Amerika kıtasında yaşayan “El Turko” kimliğiyle anılan 30 milyon civarında Osmanlı vatandaşının kuşaktan kuşağa aktardıkları dramatik göç hikâyeleri, sınıf atlamak ve toplumsal saygınlık kazanmak için verdikleri mücadeleler okunmaya değer.
Kuralay, 13 bölümlük bir belgesel olarak da sunulan Latin Amerika gezintisinde El Turkoların izinde deneyimlediklerini günlükler şeklinde ilgilileriyle paylaşıyor. Arjantin, Uruguay, Brezilya, Şili ve Meksika günlükleriyle göçün sebeplerine ve gidilen ülkelerdeki zorlu mücadelelere değiniyor.