Münire Çalışkan Tuğ: Maruzatım Var, Nurhan Suerdem’in İletişim Yayınları’ndan Aralık 2019’da çıkan ilk kitabı. “Küsülen anneler, adını sevmeyen çocuklar, hayatımızı kendi hayatları sanan kardeşler, hemen kardeş olanlar, kabuğunu kırmaya çalışanlar, o kabuğu evi sananlar, yalnız kalanlar, hep yalnız kalacaklar…”diye yazıyor kitabın arka kapağında. Biz de kendisiyle ilk kitap heyecanını paylaşmak ve kitabın okur tarafından daha yakından tanınmasını sağlamak için bir söyleşi gerçekleştirdik. İyi okumalar.
İlk kitabınız Maruzatım Var 6 Aralık 2019’da İletişim Yayınları etiketiyle okurla buluştu. Size bu heyecanlı yolculuğunuzda başarılar dilerim. Heyecanınızı ve kitabın oluşum sürecini okurlarımızla paylaşmanızı istesem.
Emekli olduktan sonra içine düştüğüm boşluktan öykü yazarak çıkabildim. 2013 yılından bu yana yazıyorum. Çok yazdım, çok attım. Dergilere gönderdim, biri reddetti, diğeri yayımladı, derken kendimi dosya hazırlarken buldum. Anladığım kadarıyla bu işler hep böyle oluyor. Bence işin en kolay yanı yazmak. Bilgisayarın başında, ya da defter kalemle, üçüncü kişilerin değerlendirmelerinden uzak yazıyorsun, siliyorsun, tekrar yazıyorsun, bekletiyorsun. Kendince, oluncaya kadar çabalıyorsun. Sonunda çıkıyor öyküler birer birer. Buraya kadar her şey iyi, en zoru ve stresli yanı sonrası. Yaşayınca anladım.
Dosyanın hazırlanması, öykülerin seçimi, sıralanması, isim bulma ve yayınevine gönderme, ilk zor kısım. Sonra yayınevine gönderip beklemek. Cevap gelinceye kadar geçen üç aylık sürenin dokuz ay gibi gelmesi. Beğenecekler mi beğenmeyecekler mi endişesi, bilinmezlik. Sonrasında gelen cevap, seçilen öyküler, dosyadan çıkarılanlar, yeni öykü gönderimi, onların okunması ve onaylanması için geçen ilave süre, “Tamam, basacağız,” denmesi, kâğıt krizi, basım tarihinin ertelenmesi, sabretme ve sözleşmenin imzalanmasıyla derin bir nefes alma. Dizinden gelen öykülerin tekrar tekrar okunması, gözden kaçanların bulunması, öyküleri bir kez daha görmeme isteği, kapak için fikir teatisi ve matbaa aşaması. Tamam bitti, şimdi rahatladım, durumuna bir türlü gelinememesi, bu sefer de düşüncelerinden çıkmış öykü kümesinin karton kapaklı, bandrol ve fiyat etiketli kamuya açılması. Bu heyecan da diğerlerinden çok farklı. Bir yandan daha önce de söylediğim gibi, emeğin somut olarak elinde. Şaşkınlıkla karışık garip bir tatmin duygusu yaşarken diğer yandan kitabını okuyanlar tarafından olumlu olumsuz geri dönüşlerin ne olacağının bilinmezliği ve bekleyişi. Şimdi o son aşamadayım. Umarım sevilir, umarım bana yol gösterici eleştiriler gelir.
Münire Çalışkan Tuğ: Kitabın ilk öyküsü Sabah Sesi’nde, geleneksel aile yapısının ilişkileri içine çekilmeye, orada kalmaya zorlanan ama bir biçimde o çemberi kıran Meral’le tanışıyoruz. Kitabın adı ile birlikte düşündüğümde, maruzatınız, okura “Kendiniz olun, nasıl istiyorsanız öyle yaşayın.” demek miydi?
Nurhan Suerdem: Bu öyküyü yazarken esas çıkış noktam, bir gazetede okuduğum “Yalnız balina” haberiydi. “Yalnız balina” –türü de belli değil- diğer balinalardan farklı bir şiddette ses çıkardığı için hiçbir balina tarafından duyulamıyormuş ve yalnız yaşıyormuş. Bu haber beni çok etkilemişti. Sabah sesinin yalnızlığıyla balinanın yalnızlığını bir araya getirdim. Meral’in sesi de aile içinde alışıldık seslerden farklı ve kimse onu duymuyor, anlamıyor, ilkokul arkadaşı Berna hariç. Bunu biraz da toplumdaki bizim, yani geriye kalan yüzde ellinin, durumuna benzetiyorum. Sesimiz kimseye ulaşamıyor. Yalnız balinaları bir gün anlayabilecekler de çıkabilir. Umutluyum.
Münire Çalışkan Tuğ: Yine Sabah Sesi’nde Meral’in iç ve dış seslerine yer veriyorsunuz. Bazı iç sesler parantez içinde veriliyor. Öyküyü okurken bunun anlatımda akıcılığı engellediğini düşündüm önce sonra da söylediklerimizle sustuklarımızı ayırmak için kullanmış olabileceğiniz yorumunu yaptım kendimce. Sizin niyetiniz neydi?
Nurhan Suerdem: Daha çok, dur durak bilmeyen ablanın konuşmasıyla o sırada Meral’in içinden geçenlerin karışmaması için koymuştum. Ama sizin görüşünüze de katılıyorum. O parantezler onlar için düşündüğü ama hiçbir zaman söyleyemeyeceği duyguları kapsıyor.
Nurhan Suerdem: Evet, her türlü ilişkide iletişim çok önemli. Sustuklarımızı sese çevirmek için önce cesaret gerekli. Sonra da karşımızda bizi dinleyen, anlayabilecek, anlamaya gayret edebilecek birileri olmalı ki iletişim olsun. Günümüzün sorunu da bu, bir türlü iletişemiyoruz. Ancak yine de bazı iç seslerin parantez içinde kalmasını ki bunları dokuz boğumdan biri olarak değerlendiriyorum, o seslerin, sağlıklı iletişim kurabilecek cümleler haline getirilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Münire Çalışkan Tuğ: Asliye Hukuk Hakimliği’ne, tek kişilik uzun soluklu bir dilekçeden oluşuyor. Geleneği bir miras gibi devralması beklenen proje çocukların yaşamına odaklanıyor öykü. Anlatıcı kendisine babaannesi tarafından verilen büyük teyzenin adının ağırlığını taşımak istemiyor ve onun büyük teyzeleştirme uygulamalarına karşı çıkarken büyükler için tabu haline gelen geleneksel ve ahlaki yaşama biçimlerine de itiraz ediyor. Adını “Mavi” olarak değiştirmek, içine hapsedilmek istenen çemberin dışına çıkmak, özgürleşmek istiyor. Kendine giden yola girmenin mücadelesini veriyor Mavi. Bu öyküyle, çocuklarını kendi projelerini gerçekleştirmek amacıyla yetiştiren ailelere bir mesaj mı vermek istediniz? Biliyoruz ki bir “Maruzatı(m)nız var.
Nurhan Suerdem: Burada maruzatım, namusun kadının bekâreti üzerinden değerlendirilmesine karşı çıkmak. Bu maruzatımı da bir genç kızın yirmi dört yıllık yaşam hikâyesiyle ve ona verilen adla anlatmaya çalıştım. “İsmiyle yaşasın” derler bebeğe, aslında bir yüktür bazı isimler, öyküde de olduğu gibi. Onun için isim koyarken çocukları buna mahkûm edecek ağırlıkta ad koymak yerine, değişik anlamlarda okunabilecek isimler konulmalı diye düşünüyorum. Tali maruzatım da bu diyelim.
Münire Çalışkan Tuğ: Tenes’in Baltası’ndaki karga sayma imgesi ilginç geldi bana. Öyküde kargalar neyin sembolü?
Nurhan Suerdem: Öykü Bozcaada da geçiyor. Ada, mavi gözlü kargalarıyla meşhur. Kargaları araştırırken bir şarap sitesinde -şimdi erişime kapalı- karga kehanetini gördüm. Birden on iki kargaya kadar hepsinin bir anlamı var. Sekiz ölüm demek. Haluk bunu bildiği için, hep saymaktan kaçınsa da kendini tutamıyor. Çok sevdiği, bir o kadar da kızdığı, küstüğü annesinin ölümü önemli ve bir daha düzeltilme şansı olmayan bir ayrılık onun için.
Münire Çalışkan Tuğ: Öykülerde görülen bir diğer konu yaşlanma endişesi. Bu endişeyi Eşik ve Aziz Bey başlıklı öykülerde daha yoğun hissediyoruz. Bu endişe ilişkilere bakışı, onları değerlendirmemizi de etkiliyor. İleri yaştaki bir kadınla genç bir adamın aşk ilişkisi yadırganırken bunun tersi normal sayılabiliyor. Toplumsal kabuller bireysel paylaşımları zedeliyor. Öyküdeki kahramanların edebiyat aracılığı ile yakınlaşmalarından hareketle soruyorum: Toplumsal kabulleri sorgulamada edebiyatın işlevi nedir, toplumun bize dayattığı eşikleri kolay aşmamızı mı sağlıyor edebiyat?
Nurhan Suerdem: Aslında baktığınızda edebiyat bir kaçış alanı. Size sunduğu farklı mekânlar, karakterler ve olaylarla. Okuduğunuz kitapta hiçbir dış uyaranın sesine maruz kalmadan içine dalabileceğiniz, kitabın sayfalarında yol alabileceğiniz bambaşka âlem söz konusu. Bazen kendiniz bulduğunuz bazen sorguladığınız. Bu yolculuk toplumun dayattığı eşikleri kolay aşmayı değil de anlayabilmeyi, değerlendirebilmeyi, üzerinde düşünebilmeyi sağlayabilir, elbette nasıl okuduğunuza, neyi okuduğunuza bağlı olarak. Kısaca, okuyanın niyeti önemli.
Münire Çalışkan Tuğ: Aziz Bey’de eski dostların yıllar sonra yeniden buluşması üzerinden Narmanlı Han, Emek Sineması, İnci Pastanesi gibi, bir zamanlar kültürün, sanatın merkezi olan tarihsel mekânların günümüzdeki durumlarını hatırlatarak, “Bizim ülkemizde yaşadığın şehrin eskisi olmak iyi değilmiş, yeni idrak ettim,” dedirtiyorsunuz öykü kişinize. Zihniyet değişimi, değerbilmezlik, değişen mekânlarla birlikte değişen ilişkiler, piyasalaşan tarih… Böyle bir ortamda Aziz Bey yaşadığı olumsuzlukları kanserden ölen karısı Ferhunde ile konuşmasın da kiminle konuşsun?
Aziz Bey’i okurken Orhan Duru’nun, “Bir yazar olarak bu dünyada yaşıyorum. Bu dünyanın sorunları var ve ben yazar olarak o sorunları ortadan kaldırmak istiyorum. Öykü ise benim için bir iletişim biçimi. Benim iletmek istediğim bir şey var, çünkü yaşananlar ve koşullar beni rahatsız ediyor,” sözlerini anımsadım. Sizin de benzer düşünceleriniz var gibi geldi bana.
Nurhan Suerdem: Bu toplumda yaşananlar birçoğumuzu olduğu gibi beni de rahatsız ediyor ve öykülerime ister istemez sızıyor. Doğrudan öykü konusuna yansıdığı gibi (Asliye Hukuk Hakimliği’ne) öykünün satır aralarında da görebiliyoruz.
Münire Çalışkan Tuğ: Öykülerinizin bazılarında ( Bir Sokak), benzetme ve betimlemelerle yoğunlaştırılmış uzun cümleleri, bazılarında (Koş Sevil Koş) da kısacık cümleleri tercih ettiğinizi görüyoruz. Bu durumu belirleyen nedir diye sorsam size.
Nurhan Suerdem: Öykünün konusuna göre değişiyor. Bir Sokak öyküsünde, Tanrı anlatıcı Murat’ın gözünden sokağı aktarıyor bize. Sokak bir sahne ve o sahnenin oyuncuları var. Onları bizim de görebilmemizi, anlayabilmemizi sağlamak için betimlemeleri devreye sokuyor. Koş Sevil Koş’ ta ise telaşlı bir kadının günlük yaşamı kendi sesinden aktarılıyor, hem onun tez canlılığını verebilmek hem de okuyucuyu onun koşusuna dahil edebilmek için kısa cümleler var.
Münire Çalışkan Tuğ: Koş Sevil Koş; ev, iş, mutfak, yemek, çamaşır, bulaşık, ütü, yaşlı ve çocuk bakımı derken yaşamı ıskalayan kadınları konu alan bir öykü. Sevil’in kendi kendine konuşmasından oluşan öyküyü okurken nefes nefese kalıyoruz adeta. Sevil bir maratoncu ama maratonun finiş çizgisi yok. Kadınlara, yaşamlarına değer katmaları, ara sıra kendilerine de koşmaları konusunda neler önerirsiniz?
Nurhan Suerdem: Tek kelimeyle “Hayır, mecbur değilim,” diyebilmeliler. Örneğin Koş Sevil Koş öyküsünde Sevil, babasının bakımını tek başına üstlenmiş, ağabey ise emekliliğin keyfini çıkarıyor, üstelik Sevil’e akıl veriyor. Ağabeyine benden bu kadar, benim de dinlenmeye ihtiyacım var, babam sadece benim değil ikimizin de babası, dediğinde ve bunu ağabeyine duyuruncaya kadar yinelediğinde değişebilir her şey. Hayır dedikten sonra da ev, iş, çocuk bakımı dışında alanlar yaratabilmeli kendine.
Münire Çalışkan Tuğ: Ben sordum siz içtenlikle yanıtladınız. Teşekkür ederim. Yolunuz açık olsun.
Nurhan Suerdem: Ben teşekkür ederim, Maruzatım Var’ı duyup okuduğunuz, emek verip bu söyleşiyi hazırladığınız için.