“Örtü” Uğur Demircan’ın ilk öykü kitabı. Ağustos 2023’te okurla buluşan kitap, İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı inceleme yöntemimi, öykülerin okunma anlarına ait yorumlarımla belirledim. Okurun hevesini kaçırmamak için içeriğe dair detaylar vermemeye gayret ettim. Mümkünse terim kullanmamaya özen gösterdim. Öyküleri tek tek inceleyip bir sonuç kısmı yazmaya çalıştım. Aynı değerlendirmeleri yapmamak adına bazı öyküler için daha az konuştum.
Sır: Öykü kısa bir “an”a odaklanıyor. Yakın zamanda şahit olduğumuz “Narin” cinayetinin habercisi gibi yanı başımızda duruyor. Zannederim, bu elem verici olay yaşanmasa –keşke yaşanmasaydı- Demircan’ın, öyküsünü ilginç kılmak için akıl dışı pek çok olayı bir araya getirme eyleminden söz edebilirdik. Ancak toplumun gündelik yaşamına, çekişmelerine, aşklarına, ihtiraslarına, coğrafyasına hakîm olmak, belleğini taramak; bize güzel taraflarıyla beraber böyle acı verici olaylar da gösterecektir.
Öykü, sade bir dili ve hakîm anlatıcıyı tercih etmiş. Öykünün, görece, durağan bölümü klasik kurgu işleyişine sahipken dinamik bölümü anlatıcının hakîm gücünden faydalanmış. Dolayısıyla zamanda geriye dönülmesi ve pek çok olayın birer ikişer cümleyle özetlenmesi söz konusu. Bu tercih, neden-sonuç ilişkisini ortaya koymak adına işlevsel ancak öyküyü yeterince hareketlendirebilecek güce sahip değil. Belki öykünün hacmini arttırmayı da göze alarak bu olaylardan birine temas edebilirdi Demircan. Böylelikle hem öykü bir tempo kazanabilir hem de şaşırtıcı finalin etkisi arttırılabilirdi. Geriye dönüşlerde değinilen olayların tamamının yer aldığı bir novella ya da roman fikrimi anmadan bitirmeyeyim.
Ortak: Kesit öyküsü olduğundan mesaj kaygısı gütmeyen bir öykü “Ortak”. Daha çok kişilerin iç dünyalarına yönelen bir özellik sergiliyor. Mevsimin kış olması ve mekânın soğukluğu, kişiler arasındaki soğuk savaşı sezdirmekte önemli bir işleve sahip. Mekânda değişim oldukça iç dünyanın da buna eşlik ettiğini gözlemliyorum. Belki anlatıcının ifade etmesi yerine bilinç akışı tekniği kullanılarak kişiler arasındaki gerilim daha hissedilir boyutta verilebilirdi.
Su: Öykülerin başlıkları, içeriği ve kitabın adı; üçüncü öyküyle beraber tematik çatı altında toplanmaya başlıyor. Gidişatın birbirine benzer yönlerini de bu vesileyle doğal karşılayacağım. Öyküde iki kardeşin zorlu hayat koşulları karşısında direnişi söz konusu. Bütün görkemiyle doğanın kucak açtığı bir final tercih edilmiş.
Demircan’ın öykü dilinde ruhu dinlendiren bir sakinlik var. Özellikle bu öyküde üslubunu biraz daha görünür kıldığını düşünüyorum. Belirlediği mekâna hakîm olması, gözlem gücüyle birleşince kendinizi mekânda dolaşıyormuş gibi hissetmeye başlıyorsunuz:
“İki kardeş otururken rüzgâr yön değiştirmiş, iyot kokusu gelmez olmuştu. Büyük körfezin sessiz suları maviden kırmızıya doğru yavaşça renk değiştirirken sol taraflarında kıpkırmızı güneş ağır ağır denize batmaya çalışıyor, binlerce yıllık şehir, yeni örtüsü suyun altında sessiz ve yosunlu bir geceye daha hazırlanıyordu.” s. 25
Öykünün dingin bir ilerleyişi var. Bu dinginliği hareketlendirmek için öykü, hareketli bölümü olan finaliyle başlıyor. Merak unsuru olarak kullanılan bölüm, gidişat içinde yerine oturunca dozunda bir hacme sahip olduğunu düşündüğüm öyküyü sonlandırıyoruz.
Aşk, kurgularımızda önemli bir çatışma unsuru olarak kullanılmıştır. Öyküde birkaç cümleyle sınırlı kalsa da aşka rastlıyoruz. Kanaatim, bu duygunun ve kısıtlı da olsa iletişimin derinleştirilmesi yönünde. Belki yeni örtümüz olan “Su”, bu duyguya da bir örtü oldu ancak beklentimi karşılayacak ölçüde yoğun değildi.
Kar: Kar; merak duygusunu dikkatlice kontrol eden, detayları akılda tutabileceğimiz mesafelere yerleştiren ve gerçekten de ters köşe yapan bir öykü. Hacmiyle, diyaloglarıyla, anlatıcısını özet girişiminden kurtarmasıyla önceki öykülerde yaşadığı aksaklıkları ortadan kaldırıverdi.
Öykünün en dikkat çekici yönünün kurtlarla ilgili detayın kullanılması olduğunu düşünüyorum. Çok defa bu tarz detaylar havada kalır ya da en iyi ihtimalle mekân tasvirini zihnimizde canlandırmak görevini üstlenir. Demircan’ın mekân tasvirlerinde detaylara verdiği önemi de göz önünde bulundurunca bir beklenti içinde olduğumu saklamayacağım.
Bu kez de kar, örtü görevini üstlendi. Toplumumuzda sıklıkla karşılaştığımız, amiyane tabirle, eften püften meseleler olarak değerlendirdiğimiz bir içerik ve onun sebebiyet verdiği abartılı tepki söz konusu. Tabiidir ki yavan ya da alışıldık bir konuyu işlediğimizde ona bazı özel dokunuşlar hediye etmemiz gerekir. Kar’ın bu anlamda değerli bir çözüm ürettiğini gözlemliyorum.
Kum: Kar öyküsünün devamı niteliğinde olan bu öykü, merak duygusunu yeniden hareketlendiriyor. Bu kez farklı bir coğrafyada. Arap ülkelerinin iklimi, çölü, insanları, hapishaneleri net bir görüntü gibi karşımızda duruyor. Adalet sistemi gereği bu coğrafyanın tüyler ürpertici cezalandırma biçimleri ortasında yapayalnız hissediyorsunuz.
Tüyler ürpertici tabloda temaya uygun sahneyi yakalamak için hapishane değişikliğini, yolculuk esnasındaki kazayı ve akabinde kazadan önemli bir yara almadan kaçma girişiminin kolaylıkla gerçekleşmesini biraz zorlama buldum. Ancak buna rağmen hikâyenin tansiyonu yükselmeye devam etti. Beri yandan başkişinin hapishaneye düşmesine neden olan olaydaki kavganın sebebiyle ilgili bir fikre de varamadım. Bazen hikâyemizin iskeletine odaklanıp sebepler noktasında zayıf kalabiliriz. Bu değerlendirmelerime rağmen öykünün neden-sonuç ilişkisinin kabul edilemez bir çizgide olmadığını da eklemem gerekir.
Taş: Kitabın en uzun ve son öyküsüydü “Taş”. Diğer öykülerden farklı olarak öykü kişileri açısından bölümlenmiş bir yapı sundu. Dolayısıyla uzun ve karmaşık durumlar, olaylar sıkı bir neden-sonuç ilişkisine bağlanabildi.
Sonuç: “Örtü”nün, tematik çerçevede ele alındığı için, öyküleri tek tek incelemeye uygun değildi. Yani kitabı bir bütün olarak değerlendirmek icap ederdi. İnceleme yöntemim, öykülerin okunma anlarına ait olduğu için hem bu gidişatı bozmayarak hem de gerçekten öykülerin tematik çatı altında buluşup buluşmayacağını test ederek sonucu okurla paylaşmak istedim.
Öyküler, klasik anlayışa yaslanan biçimlere ve kurgulara sahip. Bu da yazarın büyük bir risk aldığını gösterir. Zira günümüz anlayışında metinler daha hareketli, muzip biçimlerde vücut buluyor. İşin açığı, okurların büyük bir bölümü bundan keyif alıyor. Demircan’ın yaklaşımı ise daha dingin, kültüre hakîm, gözlem gücü yüksek, dolambaçlı yollara sapmayan, dil oyunlarına başvurmayan, ağırbaşlı bir yaklaşım.
Öyküler, özellikle yerel söyleyişlerde kalan ve bazıları artık unutulmaya yüz tutan sözcükleri barındırmak bakımından değerliydi. Bunda Demircan’ın uzun yıllar taşrada yaşamasının yanı sıra gözlem gücünün etkisi vardı.
Hakîm bakış açısı metinlerin tamamında yer aldı. Bu bakış, olay örgüsündeki neden-sonuç ilişkisini vermekte başarı sağlarken yoğun biçimde ele alınması gereken noktalarda “özetleme”den ileri gidemedi. Diğer teknik olanaklardan metne hareketlilik katacak boyutta faydalanma yoluna gidilmediği için kimine göre durağan, kimine göre dingin öyküler çıktı ortaya.
Başlıklar, içeriklerle ve kitabın ismiyle tam bir uyum içindeydi. Metinlerde örtü; yeni bir meseleyi kapatmakla, gizlemekle ya da onu işaret etmekle ilgiliydi. Dolayısıyla sade bir anlatıma sahip olsa da kitap, imgesel bir çaba da sarf etti.
Edebiyat adına Namık Kemal’den aşina olduğumuz bir final cümlesi olan “Son pişmanlık fayda vermez.” atasözü, cümle olarak yer almasa da duygu bakımından varlığını hissettirdi. Hayatın değerinin bazen yetinmekle ilgili olduğunu gösteren ibretlik sonlar dikkat çekiciydi.
“Örtü”ye okuru bol, aydınlık bir yol dilerim.