Görmüş geçirmiş bir kaya
Göğsümdeki çiçekleri koymaya
Dilim damağım kurumuş dudaklarımla
Çöl gibi kavruluyorum
O alaca emzik pörsümüş meme
Burun kıvırıyorum
Bu ülkenin aydınlık yüzlü insanlarından Seval Esaslı’nın yeni şiirlerini dergilerde görmek umuduyla… (20.07.2013 / soL)
Böyle bitirmiştim o tarihteki sözkonusu yazımı.
O günlerde, edebiyat dergilerinin birinde rastlantı sonucu şiirini okuyup da varlığını öğrendiğim Seval Esaslı’yla sonraları şiir kardeşliği ve düşünce dostluğu üzerinden daha bir tanış olduk. Kaleminin ucundaki toplumcu duyarlılığın, beyninin ve eyleminin ona uygulattığı bir öğretiden şekillendiğini birebir görüp heyecanlanmıştım açıkçası. Edip Cansever’in, “Şairse, dilin vardığı en son durağın temsilcisidir,” sözünün enginliğiyle söylemem gerekiyorsa; Seval Esaslı, şiiriyle sadece söz evrenine bir yolculuk yapmıyordu. Temsil ettiği dili, inandığı değerlerin izleriyle o son durağa doğru sürüklüyordu adeta.
“Sözü doğru ve inançla söylemenin önemli olduğunu erken yaşlarda kavradım. Ondan sonra da kendi ölçülerimle saptadığım bir çizgiye gelmedikçe şiirlerimi yayımlamamaya karar verdim.”
1984’te o çizgiyi yakaladığını düşünür ve seçtiği iki dergiye şiirlerini göndermeye başlar. Aynı yıl Sekizinci Renk şiir dosyasını Rıfat Ilgaz-Cide Edebiyat Ödülü yarışmasına gönderir. Yarışmada birinci olur ve dosya kitaplaşır. Bir yıl sonra ikinci kitabı Yarına Kaç Var yayımlanır. Seval Esaslı bu dönem çeşitli dergilere şiir göndermeye devam eder. Gökyüzü, Yarın, Milliyet Sanat, Kıyı, Varlık, İnsancıl, Şiir-lik ve Şairin Atölyesi bu dergilerden birkaçı. 1990’da ise üçüncü şiir kitabı Su Gölgeleri ile şiir dalında Yunus Nadi mansiyon ödülünü alır. Seval Esaslı’nın dördüncü kitabı Kışkırtıcı Çekirdek ise 1997’de çıkar. Bu dönemlerde haftalık Antimedya dergisine de mizahi ve siyasi yazılar yazar.
Yazımın girişine alıntıladığım şiirin var olduğu beşinci kitabı ise tam 25 yıl sonra, Ocak 2022’de Yazılı Kâğıt Yayınları etiketiyle buluştu okurlarıyla. Adı: “Adlarsız”.
Dağ dağdır deniz deniz
Bulutlar armağan
Sudan suya
İnsan ya?
Adlarsız’ın gelişi, soğuk bir mevsime ve sıkıntılı ekonomik gündeme rastlasa da yoğun bir düşünce emeğinin, duygu üretiminin ve varoluş gerçeğinin sıcaklığıyla kucaklıyor okuru.
Şiirlerden değil, tek bir şiirden oluşuyor kitap. Evet, dıştan bakılınca öyle ama şiire girince anlatılanın; kulağa fısıldanan sözlerin aslında fırtına olduğu, özün izinden yürüdükçe başka başka yollara vardığı, bireysel tavırdan topluma ulaştığı ve bir tarih yolculuğu olduğu apaçık ortada. İnsanın serüveni de denebilir buna kuşkusuz. Okurun algısını belli bir düzeyde tutarak oluşturduğu söz atmosferi, eski çağların destansı havasını yansıtıyor. Hiç yabancısı olmadığımız mitlerden günümüze uzanan bu şiirsel hava, “nehir şiir” diye adlandırılan türe sızınca ortaya doygun bir anlatım çıkıyor. Daha da somutlarsam: Adlarsız, bir karşı çıkış; güçsüze, ezilene ya da görülmesi istenmeyenlere…
Adlarsız, “Çok tarih var” diyerek giriyor söze. Bu dizeyi “giriş” olarak aldığımızda, nehir boyunca okuru bekleyen çok öykünün varlığını da kabul etmiş oluyoruz baştan. Ki yerleşik yaşama geçen insanın keşfettiği yeni düzen kanunları, şairin şu dizeye ünlem koyması gerekliliğini doğuruyor: “İnsan denince / İnsan /Anlaşılacaksa!” Alt ve üst katın sakinleri, yeri olanla yersizin mesafesi, köleyle sahibin teri, kadınla erkeğin adı… ve tanrılar, o güçlü semboller… düşünüldüğünde bugünün sözde modern toplumlarını oluşturan elitler için aynı ünlem işareti yerini koruyor. Yoksa günümüz yazar-çizerinin derdi niye hâlâ “eşitsizlik” kavramı olsun ki? Bu açıdan bakıldığında Adlarsız da aynı kaygı ve derdin öyküleriyle yoldaş.
Küçük çakırdikeniyim dünyanın
Bozarım
Bozmaktır özü
Yeni bir şey yapmanın
Seval Esaslı, bu kitapla hem gelenekselleşmiş yaşam kalıplarıyla hesaplaşıp onları yıkmanın hem de şiirsel görünümün biçimini bozmanın peşine düşmüş. Öyle ya, adına başta destansı anlatım dediysem, destan türünün özelliklerini taşıyan bir diziliş bekler okur. Şiirin bütününe sinen o lirik ses dizelerin uzaklığıyla ya da parça parça görünümüyle ters düşmüyor, aksine estetik deyiş özelliğini koruyor. Birbirinden bağımsız gibi görünen, dil ve duygu birliği yaratacakmış gibi uzak duran dizelerde bu uyumu yakalamak zordur aslında. Okurun şiirden çıkma olasılığı da sözkonusu… Şiirlerdeki bölümler arası dengeyi de göz önüne aldığımızda bu tür dizilişlerde ya sesler kırıla kırıla dökülür ya da anlam renksizleşir. Adlarsız’ı okurken hiçbirini hissetmedim. Tema/temalar bütünlüğünün şiir boyunca sağlıklı ilerleyişi ve sesin tonundaki sadelik, böylesi başarılı bir şiiri yarattı diye düşünüyorum.
Kısacası, sabırlı bir çalışmanın örneği Adlarsız…
Seval Esaslı, edebiyatta kendi ölçüsünü bulduğundan beri düşünce evrenine kattığı her şeyi şiirle ölçmeyi seviyor. Uzak kaldığı dönemlerde bile…