Çünkü söz, sabırsızdır. Öyleyse Ruhi Türkyılmaz’ın şiir serüveni için hemen şöyle bir cümle kurabiliriz: Şiir sanatı, Ruhi Türkyılmaz’ın beyni ile kalbi arasında sürekli yenilenen, değişen ve zamanını asla ıskalamayan bir boyutta ilerlemiştir hep. Böyle olunca da düşünce alanındaki her kavram, yaşamla harmanlanmış şekliyle ve sanat oluşuyla şiirlerine sızmayı başarmıştır. Bu uzun yolculukta, -ki 65 yıldan söz ediyoruz-; şiir dilini ve söylem canlılığını hiç ihtiyarlatmadan, aksine gençleştire gençleştire nesnel ya da öznel ölçülerle şiirin bir mimari iş olduğunu göstermiştir bize.
İlk şiirleri 60’lı yıllarda dergilerde yayımlanır. Ve bu yayımlanan şiirler ödüller de kazanır. Almanya’ya göç, yeni bir yere alışma süreci, evlilik, çocukların doğumu, yetiştirilmesi, sanatsal faaliyetlerin daha önce çıkması gibi çeşitli nedenlerle öteleye öteleye ancak 30 yıl sonra ilk şiir kitabını çıkarır. “Şölen” 1992’de yayımlanır. -Ki büyük kızının adıdır Şölen.- Ardından “Dalga Boyu”, “Günahsız Gömülenler”, “Karafatma”, “Babacan”, Ütopyanın Adresi” ve “Aytüre” -Ki küçük kızının adıdır Aytüre- arka arkaya yayımlanır. Adeta 30 yılın suskunluğuna nispet yapar gibi. Aslında bu bir suskunluk değildir, o yılların şiir ve düşünce birikimidir. Bu kitapları şiirsel mantık ve biçim özellikleri bakımından incelediğimizde; Garip akımının izlekleriyle örülü, kısa yoldan düşünceye varan, konuşma dilinin saf özelliklerini taşıyan daraltılmış bir şiir metaforlarından ibaret olduğunu görüyoruz. Örneğin, okuyucuya ölümün gerçekliğini aktarırken; “Takvime güve girmiş / Yılları kemiriyor / Bu ne güçlü geliştir / Ağaçlar devriliyor” diyerek özgün ama sade bir seslenişi yeğliyor. Şiir konularını, etrafında olup bitenden, bazen küçük şeylerden bazen de “eşitlik, özgürlük” gibi büyük olgulardan oluşturuyor. Çok rahat bir dil kurmaya özen gösteriyor. Bu rahat ve dili ta “Aytüre” kitabına kadar devam ettiriyor.
Ruhi Türkyılmaz, “Aytüre” ile farklı bir şiir tarzına gireceğinin ilk işaretlerini veriyor okura. Bir taraftan şiirlerinin hacmini genişletirken anlam bakımından da ufak ufak imgesel söylemlere göz kırpıyor. Ama henüz ağırlık Garip’tedir yine. “Aytüre”nin en önemli özelliğiyse; deneme ve deneysel şiir türü dediğimiz bir arayışın da içinde olmasıdır. O dönemlerde Türk şiirinde bazı şairler tarafından “deneysel şiir” diye ortaya koydukları ürünlerin etkisinde kalan Türkyılmaz; sözcüklerden belli şekiller yaparak şiirin iç temasını görsellikle süsleme yoluna gider. Bu deneysel ve görsel şiirin ömrü çok kısa sürdüğü için Ruhi Türkyılmaz’ın sonraki kitaplarında böyle denemelere daha rastlamıyoruz. Başka bir açıdan incelendiğinde “Aytüre”nin bir geçiş şiirleri olduğu düşüncesine de kapılıyoruz hemen. Çünkü Ruhi Türkyılmaz, şiirdeki arayışını tamamlamış ve öncekiler gibi öyküleme tekniğinin yerine soyuta yakın bir anlayışa gebedir. Bu arayış ve sözdizimlerinin estetik olgularını “Oryantal Sancılar” ve “Dudak Ucu Acı Gül” şiir kitaplarında da sürdürür.
Yıl 2004. Şair, 10. şiir kitabını, “Aşk Beyazı”nı yayımlar. İşte tam da bu kitap Ruhi Türkyılmaz’ın şiirdeki ilk kırılma ve dönüşüm anıdır. Şiiri bambaşka bir evrene girmiştir artık. İkinci Yeni izleğine yakın ve duygu-düşünce birlikteliği ön plana çıkan şiirlerle karşı karşıyayız.
Şiir estetiğini tutarlı bir özcülükle ve gerçeklikle buluşturup soyut-somut ilişkisini de şiirin çekirdeğine yerleştirince ortaya dengeli bir biçimsellik çıkarıyor. Ne diyor şair “Aşk Beyazı”nda: günlüğünden döndü / akşamın güneşi / yorgundu biraz / okşadı çiçekleri / tadında bıraktı günü…/ Görüldüğü gibi bu kitaba kadar olan şiirlerindeki anlatım, içerik, biçimsellik bambaşka bir yöne evrilmiştir. Şiirine; sezgiyi ve kültürü eklemiştir artık Ruhi Türkyılmaz. Konusal bütünlük açısından da “Aşk Beyazı,” şairin gelecekteki şiir izleğinin hangi evreye gireceğinin de ip uçlarıyla donatılmıştır aslında. Güçlü aşk temalarını yaşamın gerçekleriyle harmanlayarak kuramsal bir arayışın da duvarına yaslanır şair. Sosyal bilinç, aşkın ve sevginin özüne hareket ettiği sürece olgunlaşır ve gelişir. Budur işte “Aşk Beyazı”ndaki manifesto.
İki yıl sonra “Yırtılan Dünya” ile okuyucusunu selamlar şair. Der ki; ey kan göletinde yüzenler / ne çok nöbetçi vardı / kapısında toprağın…/ Ruhi Türkyılmaz, dünya görüşünü, hayata bakış açısını, karanlığa ve silahlara karşı çıkışını, barışçıl ve eşitlikçi hassasiyetini, çocuklara ve insanlara yaklaşımını bu kitaptaki şiirlerle haykırır. İnsanüstü ve tarih dışı anlatıları reddettiğini, aydınlıkçı sözdizimleriyle hissettirir okura. Daha bir rahattır ve dilsel oyunları abartmadan, kararında ama bazen de gizemli titreşimlerle sunar. Tarihsel kaynaklara göndermeler yaparak şiirdeki anlamı güçlendirme yolunu seçer. Sadece savaş ve ölümlerden söz etmez şair “Yırtılan Dünya”da, kadın sorunsalını da taşır dizelerine, ırkçılığın dramlarını da. Bu açıdan irdelediğimizde “Yırtılan Dünya”yı düşüncenin daha hâkim olduğu şiirlerden oluyor şeklinde yorumlarsak yanılmış olmayız.
6 yıl kadar bir susuşun meyveleri, “Kuzeyce Flora” ve “Göçdeniz” birer yıl aralıklarla yayımlanır. Bu iki kitaptaki şiirler, birbirlerinin aynası gibidir adeta. Hatta birbirini tamamlayan şiirler desek daha yerinde olur. Çünkü sıla-gurbet ekseninde kurulu şiirler, kendi bilinç kaynaklarını da özlem-ayrılık ilişkisinden besler. “Kuzeyce Flora”daki; “ayrılığın adresi bilinsin / orada saatler daha ileri” dizesine “Göçdeniz”deki bir dize hemen ses verir: bir demet şiirdir elimdeki / bambaşka dünyalarda açar / bırakmış beni kapınıza / siz de sürün / sürgün edin isterseniz… Bir yanda, sılada “boztepe semaveri” kaynarken diğer yanda, yani gurbette “umut arifesi” yaşanmaktadır. Göçün acısına tanıklığıyla sılaya olan uzaklığı bu her iki kitapta da şiirlerin belirleyici izlekleridir. Çünkü şair, farklı kültür ve sanatları, insanlığın ortak temelleri üzerinden yürüyerek gerçekliğe doğru taşır.
“Can Ayarı” ve “Ay Kızları” şairin son kitabından bir öncekiler. Dil, estetik ve tarz olarak çok da bir değişikliğe gitmez Ruhi Türkyılmaz. Ama anlatım ve temalara yepyeni boyutlar ekleyerek devam eder şiir serüvenine. Yine belli bir dünya görüşünü sağlam alt metin okumalarıyla çekim alanına alıp “görünende” olmayı sürdürür. İmge çeşitliliğine de yer yer başvurur, şiirin boğazını sıkmadan yine rahat bir söyleyiş biçimiyle yapar bunu.
karnaval yolu
bugün yarım havalı soluklar
sorma selina, rahatsızım
eforsuzum, canım dinlenmek istiyor
üzülme geç kaldığına
ikiye katlarsın akşamı
sana verdiğim sözü
ve göz izlerimi tak göğsüne
ver kendini suya karnaval akarken ren
aşk gemisine biner baldır bacak gelirsin
uğraşma tüllerinle selina
saçlarına üfleyen saksafon sesi getir gelirken
perhiz bozanları
göz doyuran hallerini de unutma
dudaklarını ve kanatsız güvercinlerini
haylazlık yapan yerlerini
abur cubur bekliyorum
ikiye katlarız akşamı…