Yaşamı Ağaçlayan Haikular
ya da
ham toprak’taki Renkler
çocuklar;
işlendikçe ışıyor
ham toprak
(ham toprak / s:35)
İnsan yaşamının gün geçtikçe daha bir donuk, sıradan ve amaçsız döngülere açık hale gelmesi, duygunun madde karşısındaki yenilgisidir apaçık. Kendimizden ne kadar uzağa düştüğümüzün hatta salt kendi yüzümüzü seyretmekten zevk aldığımızın farkına varma gerçekliğinden de koparak gidişimizin ispatı. Aristo’nun, “Duygularımı seviyorum, çünkü onlarla öğreniyorum,” sözü; insanın eşyalarla arasına mesafe koyma biçimini temellendiren ilk söz olma (belki de) özelliği düşüncesiyle not edilmiştir zihinlere. Bu söz, büyük bir kuramın özsuyu niteliğindedir çünkü. Duygu ve düşünce… Bu iki kavramdan biri sönümlendiğinde, insan kendi cinsinden başka tanımsız bir varlığa dönüşecektir çabucak.
Yukarıya alıntıladığım dizeler, bir şiirin içerisinden değil, bir şiirin tam kendisi. Duygu, düşünce ve anlık… Yetişkin ve bilgece bir düşünüşün, şiir kıvamına gelinceye değin defalarca imbiklenerek duygusal tepkimeye uğratılması sonucunda olma halidir o dizeler. Öncesinde, tasarlanıp eskiz bir şekli ya da kopyası yoktur örneğin. Anın içeriğini doldurmakla meşguldür şair çünkü. Sevdiği duyguyu öğrenip gösterme içtenliği de denebilir. Bu yüzden dünyanın en küçük şiirini yazacak kadar mütevazıdır, esnektir ve özgürdür bu türün yaratıcısı.
Bu şiir türüne haiku deniyor…
Japon şiir yazım şekli olan haiku, özünde doğanın ve mevsimlerin dönüşümünü barındırırken aşka da göz kırpmaktan geri kalmaz. Birbiri ardında ve iç içe geçmiş bağların yarattığı güçlü metaforlar, sözkonusu özdeki dönüşümlerle birleşerek bir şiir kültürünü oluşturmuştur. Haiku, temelde üç dizeden oluşan ve beş-yedi-beş (go-shichi-go) olmak
üzere toplam on yedi haku ölçüsüne göre yazılan bir şiir biçimidir. Farklı ölçüleri de vardır ama şimdiki konumuz o değil.
Matsuo Basho (1644-1694), Yosa Buson (1716-1783),
Masaoka Shiki (1867-1902) haiku şiir geleneğinin önemli ustalarıdır. Ama ilginçtir, Japon şiiri ile ilgili belki de ilk sözü M.S. 905 yıllarında Ki no
Tsurayuki, Kokinshu adlı kitabının özsözünde söyler;
“Japon şiiri, tohumlarında insan kalbini taşır ve sayılamayacak kadar
sayıda sözcük dalları olarak gelişir. Hayatta insanları birçok şey etkiler.
Sonra onlar gördükleri ya da duyduklarından oluşan hislerini anlatmaya
çalışırlar.” (Kaynak: Japon Şiiri Haiku ve Türk Edebiyatındaki Yansıması /
Ayşe Nur Tekmen).
Kısaca haiku şiirinin neliği üzerinde durduktan sonra Bahri Ömeroğlu’nun yakın zamanda Heyamola Yayınları’ndan çıkan ve tamamı haikulardan oluşan kitabı ham toprak’ın kalbine doğru yürüyebiliriz öyleyse.
123 haikudan oluşan ham toprak, fısıltılı bir biçimle yerlerine oturan sözcüklerin nasıl da bir kasırga etkisi yarattığının ilk işaretleriyle kuşatıyor okuyucuyu. Çok başka görünüm karmaşasına düşmeden, sözün doğal dengesini de koruyarak ama akustik tınılarla besletilmiş şiirlerle karşı karşıyayız. Felsefi temelli dokunuşların, imgesel fotoğrafların ve zamaniçi dekorların birbirleriyle bağıntılı olarak şaşırtıcı üslup zenginliği oluşturması ve şiirleri bu kanallardan beslemesi sahici görüntülerin elde edilmesini sağlıyor. Estetik, normal şiir için vazgeçilmez bir gerçeklik ise haiku için de öz ve iç denetim müziği açısından aynı gerçekliği barındırıyor. Bu bağlamda ham toprak, haiku felsefesinin özünde var olan yüzeysel anlatımlardan uzaklaşmak fikrine de sadık kalıyor. Sadık kaldığı bir diğer felsefe de; gerçekçi betimlere bağlı oluşu. Dizelerin dokunduğu her görsel, gözden ziyade her kulağın duyabileceği netliktedir ve yakındır.
saksıda çiçek:
dağları soruyordu
yeni gelene
(ham toprak/ s:15)
Bahri Ömeroğlu, düşünce ve duygu tarihini bu özel şiir alanına bağışlayarak, uzun gözlem ve arınmadan sonra ham toprak’ın yetkinleştiğine karar verdiği anda girdi edebiyatımıza. Edebiyatımızda haiku tarzının benimseyicileri olmuştur, oluyor da. Orhan Veli’nin bu tarzdan etkilendiğini, yazdığı birkaç şiirinden biliyoruz. Günümüzde ise bu türe sağlıklı eğilenler olarak Sina Akyol’u, Kadir Aydemir’i ve Oruç Aruoba’yı sayabiliriz. Haiku yazdıklarını sanan ama aslında sayıklama ile vakit geçirenleri saymama gerek yok herhalde. İşte, bu alan neredeyse çölleşmişken çıktı ham toprak… Geleneksel haiku felsefesini modern şiirin teknik yönüyle de birleştirerek aslını yaşatmak derdinde olduğunu hissettirdiği için özel bir önem taşıyor bu kitap.
Yazımın girişinde belirttiğim, maddenin duyguyu yendiği şeklindeki görüşümün aksini yaşayan ve yazan bir insan Bahri Ömeroğlu. İnsana ve insanın dışında kalan her şeye anlamlı yaklaşıp onlarla arasındaki bağı canlı tutuyor sürekli. Marcel Proust’un dediği, “Tek gerçek yolculuk; aynı gözlerle yüz değişik ülkeyi gezmek değil, aynı ülkeyi yüz değişik gözle görebilmektir,” sözüyle birebir örtüşüyor aslında Bahri Ömeroğlu’nun doğa-insan-şiir yolculuğu. Kırların bin bir renkte türkü söylediğini aynı gözlerle bin bir kere tazeleyerek görüyor çünkü…