Salgın dönemiydi. Herkes gibi biz de virüs yayılmasın, yayıldığında etkisi altına girmeyelim diye tedbir olarak eve tıkılmıştık. Zamanın tamamı evde geçince evi de “dışarı ve içeri” olarak ikiye ayırıyor insan. O zamanlar dışarısı balkondu ya da balkona çıkmak dışarı çıkmaktı. Mutfak sokağı, oturma odası arkadaşların evini temsil ediyordu. Böyle böyle zamanımızı ve ilgimizi yönlendiriyorduk. Bir yandan da öykü yazıyordum. Balkonla mutfak aynı yöndeydi. İkisi de aynı evlere ve aynı tarlaya bakıyordu. Şehrin ortasında tarla olması da ilgimi çekti, 22 katlı iki binadan oluşmuş site de. Ben size binalarla ilgili olarak kurguladığım “Gecenin karnında körpecik sesler” öyküsünü anlatacağım. Tarlayla ilgili öykünün anlatısı da başka bir zamana kalsın.
Aslında her yerde görülebilir olan 22 katlı bina olgusu enteresan bir kimlik barındırmıyordu. Onlarda yoğunlaşmamın nedeni sürekli gözümün önünde olmaları ve birkaç özel nitelik barındırmaları oldu. Binalarda en çok ilgimi çeken gecikmeydi. Uzun zaman önce yapılmaya başlanmış ama bitirilememişti. Araya ruhsat sorunu girmiş diye duydum. Binaların altından su çıkıyormuş, belediye ruhsat vermiyormuş gibi şeyler kulağıma geldi. Şahit de oldum. Kepçenin açtığı yerin ertesi gün adam boyuna yakın suyla dolduğunu gördüm. Güzelce örttüler elbette. Sabah-akşam eşimle binalar hakkında konuşuyordum. Oraya bakıyordum. Kim geliyor kim gidiyor, gözüm sürekli orada. Tabii baktıkça başka bir ayrıntı gözüme çarptı. İnşaat bekçisi günün uzun bir zamanını orada geçiriyordu. Onu dinlendirmeye gelen kişi ise kısa bir zaman orada duruyordu. İnşaat bekçisiyle gittikçe yakınlaştığımı hissediyordum. Duruşu, yürüyüşü, giyimi ve yapıp ettikleriyle sürekli gözümün önündeydi. Her gün mavi gömlek giyiyordu, arabasını her zaman aynı yere aynı şekilde park ediyordu, ellili yaşlardaydı, hafif kambur yürüyordu ve mutlaka nöbete geldiğinde hemencecik inşaat alanını geziyordu. Ona bir isim bile vermiştim. Hüseyin Abi diyordum. Hüseyin Abi aşağı Hüseyin Abi yukarı derken çocuklarım da Hüseyin Amca demeye başladılar. Ramazan ayında onun için endişelenir oldular. “Sahurunu yapabildi mi?”, “İftarda ne yiyecek?” sorularıyla ona yoğunlaşıyorduk. Mutfağın penceresi de inşaat alanını görüyordu. Yemek yerken de çay içerken de muhabbet ederken de oraya bakıyordum. Dışarı bakmanın bir adı vardı benim için: İnşaat alanı ve Hüseyin Abi. İnşaatı çevreleyen çitlerin üzerinde bazen kedi görüyordum. Sonra o kediyi her gün görmeye başladım. Hani insan fark etmeden gerçeğe vakıf olamıyor ya; o da öyle oldu. Bir de inşaat görevlilerinin kullandığı konteynere bağlanan köpek var. Onu da izliyordum tabi. Genelde bekçinin olduğu zamanlar orada oluyordu ama bekçi olmadığında da gördüğüm için köpeğin sahibinin inşaatın yöneticilerinden biri olduğuna karar verdim. Bekçiyi bazı günler görmüyordum. Merak ediyordum tabi. Görünce seviniyordum. Bazen çocuklar sesleniyordu bana: “Baba Hüseyin Amca gelmiş.” Böyle böyle onun hikâyesini yazmaya karar verdim. Başta ondan nasıl bir kahraman çıkaracağıma karar veremedim. Her gün aynı renk gömlek giymesi, arabayı her zaman aynı yere aynı şekilde park etmesi gibi ögelerden titiz olması gerektiğine karar verdim. Ama içine kapanık da olmalıydı. Uzun zaman yalnız kaldığına göre iç sesi de güçlü olmalıydı. Böylesi derinliğe sahip olan birinin gizemi de olmalı diye düşündüm. Onu evden uzaklaştıran bir gizem olsun istedim. Belki eşiyle arasında çözülmemiş bir sorun. Yani bekçiliği biraz da kendisi istemiş olsun sadece gelir değil de kaçış olarak da görsün. Eğer bir oğlu var da onu kaybettiyse… düşüncesini geliştirdim. Onu iç dünyasına hapsedecek kadar travmatik olsun. Ölmüş olsun ama intihar ederek. O da tanığı olsun. Hatta davranış bozukluğuna dönüşsün inkârla birlikte içinde büyüsün. Tüm bunlara rağmen yine de her şeyi normal görecek kadar aklileştirsin istedim. Bu durumda inkârı da halüsinasyonları da onun gerçekliğine çekmiş oldum. Tüm bunları düşünüp de yazıya aktarınca öykü ortaya çıktı. Ama öyküde bekçiye dair gözlemlerim ve onun için kurduğum yaşam dışında binalarla ilgili olumsuz düşüncemin de yer almasını istediğim için temellerde bir çatlama olduğu imasını öykünün başına yerleştirdim. Böylece oluşan öyküyü Mahalle Mektebi dergisine gönderdim. Mehmet Kahraman öyküyü beğendi. Yayımlandı. Ve nihayet “Suyun Gördüğü”nde yerini aldı.
İnternet sitemizden en verimli şekilde faydalanabilmeniz ve kullanıcı deneyiminizi geliştirebilmek için Cookie kullanıyoruz. Cookie kullanılmasını tercih etmezseniz tarayıcınızın ayarlarından Cookie’leri silebilir ya da engelleyebilirsiniz. Gizlilik politikamızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.