Hayatlarımız artık yaşanılan bir şey olmaktan çıktı. Uyanıyor, bazı zorunlulukları yerine getiriyor ve günü tamamlıyoruz. Heyecanlarla koşmayı, umut etmeyi, âşık olmanın nasıl bir şey olduğunu çoğumuz unuttuk. Büyük beklentilerimiz yok kendimize dair. Gezmek, yeni insanlar tanımak, sokaklarda özgürce dolaşmak güçleşti. Cadde üzerinde bir masaya oturup geçenleri izleyerek çay kahve içmenin bile mümkün olmadığı şu günlerde, başkalarının hikâyeleriyle avunmaya çalışıyoruz. Yaşayamamak güç gelse de hikâye devam ediyor.
Yine de Onlar ve Köpekleri, karamsar bir ruh haline sürüklemiyor okuru. Öykülerde ben buradayım diye bağıran bir İstanbul var. Suriçi’nde yürüyoruz bu öyküleri okurken, evinin yolu surlara, Silivrikapı’ya, Mevlanakapı’ya çıkan kahramanların küçük sevinçlerine ortak oluyoruz. Samatya sahili, Kocamustafapaşa, Sümbülefendi, sokak ve apartman isimleri, türbeler, kiliseler bir yol çizmekle kalmıyor, kaderlerini de seriyor kahramanların önüne. Kitapta yer alan haritaların kattığı duyguyla birlikte eski hikâyelere, kilise temelleri üzerinde yükselen camilere bakınca insan, binlerce yıl aynı işlevi taşımasına ürperiyor bu taşların. Asmalı Aktar Sokak’taki ağaçlara gizli bir sevgi duyuyor, şehrin asıl sahiplerine; doğumu ve ölümü hiç bilinemeyen incir ağaçlarına saygıyla bakıyor, Hancı Değirmenci Sokak’ın değişmeyen yazgısına öfkeleniyoruz. O kadar zaman yerinde saymış olmak, kendine çizilen sınırın ötesine geçecek cesareti bulamamak, insanlar kadar sokakların da kaderi belli ki.
Kitapta dikkat çeken bir başka unsur, Gülhan Tuba’nın öykülerinde alışık olduğumuz özgürlük meselesi. Aşırı kontrolle büyütülen çocukların özgürlüğe düşkünlüğü; evliliğin kadını ister istemez soktuğu kalıplar ve bunlara dair tespitler, aile bağının, özellikle anneliğin o hiç değişmez zorlukları, dayatılan ve sınırlayan her şeye dur diyen bir noktaya taşıyor Onlar ve Köpekleri’ni.
Bütün bunlar duru bir dille okura sunulmuş. “Her zamanki akşamlardan birinin daha öncekilere hiç benzemeyen sabahında” yahut “…bilinmeyen yönlerini vadeden gecenin davetkârlığı” gibi uzun, yorucu birkaç tasvir okumayı yer yer güçleştirse de genel olarak akıcı, keyifli bir dili var öykülerin. Kitaba ek olarak öyküde adı geçen sokak ve caddelerin krokileri de okuma keyfimi artırdı. Çünkü öyküde mekânı değerli buluyorum. Okuduğum kitaplarda olayın geçtiği yerleri bilmek, imkân varsa dolaşabilmek metni bende daha özel ve unutulmaz bir yere taşıyor.
Evsizler Şarkı Söyler adlı kitabından sonra Gülhan Tuba Çelik’in aşkla, yalnızlıklarla, bizi biz yapan şeylerle örülü bu yeni kitabının fonunda da bir şarkı var: Sevecekmiş Gibisin.